Terk Edip Gitmek

 

                     

            Terk edip gitmek bırakıp gitmekten farklıdır. Bırakıp gitmek bırakılan şeyin her neyse öylesine bırakıldığını ifa­de eder. Fakat terk edip gitmek onu tamamen terk ederek gitmeyi anlatmaya çalışır. Bırakıp gitmekte tam olarak bir terk edilmişlik yoktur. Hepimiz zaman zaman hayatımızda bazı şeyleri bırakıp gideriz. Fakat dönüşte bu bıraktıklarımızı çoğunlukla ya yerinde ya da başka bir yerde buluruz. Bunlarla tekrar bir araya gelerek eski diyalogumuzu kurduğumuzda her şey eskisi gibi devam edebilir. Oysa terk edip gitmek daha kesin kararlılıkla yapılan bir eylemdir. Burada terk etmek ayrılmayı ama kesin ve reddedercesine ayrılmayı anlatmaya çalışır. Terk ederek giden, ciddi bir küskünlük sürecine girmiş ve artık terk ettiğiyle ortak hiç bir işte bulunmamaya karar vermiştir.

Terk edip gitmek kimi zaman cinayet işlemektir. Faili belli bir cinayettir bu. Diğer yandan "terk edilmek bir başka ilişki­ye başlayana dek zordur. Ama terk etmek üzerinden geçen on­ca zamana ve insana rağmen yüreğinize çöreklenmiş vicdan azabıdır, unutması imkansızdır!"* Terk edilmeye göre terk et­meyi bu kadar güçlü ve uzun soluklu yapan nedir? Bazı insan­lar için terk etmek aynı zamanda kurtulmaktır. Burada eyle­min arkasında bıraktığı tesir insanın terk etme ya da edilme sürecinde diğer insanla yaşadığı ciddi ve samimi duygular içinde olup olmamasına göre değişir. Bazen tüm bu ciddiyete rağmen çiftler artık bir birlerinden sıkılmışlar, anlaşamamaya başlamışlar ya da ruh dünyaları bakımında uyuşmalarının mümkün olmadığını kavramışlardır. Bu kavrayışın ardından yaşanan terk edişler bir azap değil ancak rahatlama meydana getirirler. Bu yüzden terk etmek ya da terk edilmek üzerine edebiyat dünyasında birçok değişik anlamlar çağrıştıran şiir­ler, romanlar yazılmış ve insanlar bu duygulanım durumun­dan çağlar boyunca fazlasıyla etkilenmişlerdir.

Bırakıp gitmelerimiz çok, fakat terk edişlerimiz genellikle azdır. Örneğin milyonlarca insan bir türlü sigarayı terk ede­mez. Sigaraya karşı kendilerinde ciddi bir bağımlılık geliştirmişlerdir. Terk etmeye teşebbüste bulunmak onlar için son de­rece zordur. Çünkü terk etmek ciddi bir eylemdir. Eşler arasın­da çıkan münakaşalardan sonra kadın kocasını ya da koca ka­rısını kısa bir zaman için bırakıp gidebilir. Akşam yaşanan mü­nakaşadan sonra erkeğin evden dışarıya çıkarak gece yansı tekrar evine dönmesi bırakıp gitmektir. Eşlerin tamamen bir­birlerinden kopmaları ve hayatlarını boşanarak ayırmaları terk etmeye örnek verilebilir. Her ikisi de güzel değildir. Fakat birisi diğerine göre ehveni serdir.

Aşklarda ve özellikle sosyetenin yaşadığı birlikte yaşamlar­da ise terk edişler sıktır. Onlar zaten birbirlerini kullanırcasına yaşamakta ve en ufak bir uyumsuzlukta terk edip gitmek­tedirler. Sanatçıların, artist ve aktörlerin yaşadığı birliktelikle­rin kolay şekilde terk edilmeye maruz kalması, onların ilişki­lerine başlama şekilleri ve değer yargılan ile bağlantılıdır. Bu durum geçmiş deneyimlerden de etkilenir. Yaşamı boyunca tek değil de birçok farklı ilişkiyi aynı anda götürmeye çalışan­larda ilişkinin biçimi ve anlamı çok sığdır. Bu sığ ilişkilerde in­sanlar boğulmaktan kurtulamazlar. Çünkü boğulma sığlığın kendisinden kaynaklanır. Derinliğinden değil... Onlar için; birbirlerini kullanırcasına sürdürdükleri yaşamdan sonra terk etmek ya da terk edilmek pek fazla bir anlam da ifade etmez.

Çünkü onlar yaşadıkları birlikteliklerde zaten yüreklerini or­taya koymamışlardır. Ortaya koydukları yalancı maskeleri ve bu maskelerinin de önünde bedenlerinin et ve derileridir.

          Ayna Grubu'nun "Denizden Geliyoruz" albümünde "Yalnız Kumru" adlı şarkıda iki sevgilinin ayrılarak gidişleri oldukça güzel ifadesini bulmuştur. "Git gidebildiğin en uzak şehirle­re/git gidebildiğin en uzak sahillere/ben yaşarım payıma dü­şeni sen üzülme/git buralar şimdiden kül hasretinle... Ayrılı­yoruz bir ateş yanıyor içimde/sensiz nasıl olacak şu koskoca şehirde/bilemem ne kadar sürecek bu acı..." Şarkı ve türküler­de insanların ayrılıklarına dair birçok anlam yüklü cümleyle karşılaşmak mümkündür. Ayrılığın ve gitmenin acısı insanları şair yapar ve bu duygular satırlara düşer. Kimileri bu yazılı sa­tırlardan sıçrayıp kalkarak ve bir kelebek gibi kanatlanarak her gün her yerde dinlediğimiz şarkı sözleri oluverirler.

Terk etmek seven yüreğin burkularak aldığı karardır. Seve­ne gerçekten çok büyük bir acı verir. Bu acıyı terk edilen ve terk eden ortaklaşa yaşar. Her ne kadar ortak yaşanan duygu­lar acıların paylaşıldıktan sonra azalmasını sağlasa da burada pek bir azalma yaşanmaz. Bazen insan, yüreğinin hıçkırıkları­nı kısarak sevdiğini terk etmek zorunda kalabilir. Çaresizce tüm gözyaşlarını içine akıtır. Yeni baştan sıfir kilometre bir ya­şama başlamak üzere anıların acılarını sırtlanarak geriye bak­madan gider. Burada yaşanan duygular gerçekten çok incitici, sarsıcı, kahredici, tüketici, örseleyici ve ağır yabancılaşmala­rın yükünün taşındığı, derin yalnızlıkların hissedildiği ruh ha­lini ortaya çıkarır. Gitmenin en ağır deneyiminin yaşandığı gi­dişler terk ederek gerçekleşenlerdir.

Terk ederek giden artık sevmekten vazgeçmişse o zaman bu gidişi son derece kolay olur. Terk ederek gitmelerde en be­lirleyici unsur sevginin varlığı ya da yokluğudur. Sevgi varsa ve terk etmek gerekiyorsa acı çok büyüktür. Sevgi yoksa ya da sevgi bitmişse o zaman her şey kendiliğinden gelişerek kolayca oluverir. Yine de insanın; bir şeyleri paylaştığı, yiyip içtiği, oturup kalktığı, hatıralarının olduğu insanı terk edişinde yü­reği içten içe sızlar. Hiçbir terk ediş zevk vermez. Çocuğun an­nesinin emdiği göğsünden ayrılması kolay mıdır? İsteyerek ya da mecburen yapılan tüm terk edişlerden sonra yaşanan en belirgin duygu o insanın bizatihi yokluğudur. İnsan yok ol­maz. Bir yerlerde yaşamaya devam eder. Fakat bizimle değil de başkaları ile yaşanan yaşamlar artık bizim için yok olmuş­tur... Hem yok olmuştur ve hem de acı yaşatmaya devam et­mektedir.

İnsanların birbirlerini sebepsiz yere terk etmelerine de rastlanır. Orta yerde hiçbir sebep yokken insan birdenbire or­tadan kaybolur. Ya da ardından haber gönderir terk ettiğine dair... Tüm ilişkiler havada ve terk edilen insan orta yerde kalakalmıştır. Yaşanılan apışıp kalmaktan farksız bir durumdur. Terk edilen süklüm püklüm olarak bir köşeye ve kendi kabuğuna çekilir. İçinde oluşan yaranın pansumanını yapacak dok­tor henüz yeryüzüne doğmamıştır. Oturduğu yerden kalkma­ya çalışırken dineldiği noktada başı döner ve tekrar yere ka­paklanır. Sanki insanın üzerinden o anda on tonluk bir kam­yon geçmiştir. Dudakları kurur. Kalbinde bir yarış atının ayak seslerini işitmeye başlar. Alabora olmuş fena halde bozguna uğramıştır.

Terk edilmenin verdiği acı; insanın yaşadığı en önemli acı­lardandır. Bu yüzden insanlar terk edilmelerinin ardından ço­ğunlukla depresyona girerek yaşama küserler. Bu dönemlerin­de insanlara yardımcı olmak ve onları her açıdan desteklemek gerekir. Terk edenin de ruh sağlığı yerinde değildir. Çünkü o sıkıntılı halinden kurtulmak için terk etmeyi bir kurtuluş ola­rak görmüştür. Terk etmeksizin savaşıp sorunları ortadan kal­dırma cesareti gösterememiştir. Terk ederek sorunları geçmi­şine atmayı ve böylelikle kurulmayı seçmiştir. Hem kendisi ve hem de onu seven insan için...

Yaşadığı ilişkiye bakarak karşısındaki insanların kendisine duydukları sevgiye layık olmadığını düşünen ve buna kendisi­ni inandırmış olanlarda kaçarak sevdiklerini terk ederler. Ka­çarak terk eden hayret edilecek şekilde kendi mutluluk ve ka­zançlarına küsen bir insandır. Kendisini değersiz görür ve tüm elde ettiklerine layık olmadığını düşünür. Bu anlarda sakin kalarak insanın bir başına doğru düşünme yollarını bulması gerekir. Yapacağı en güzel davranışlardan birisi de böylesine kontrolünü kaybettiği dönemlerde istişare yapıp tedavi olma­ya çalışmaktır. İstişare; gidilecek yönün belirlenmesinde ve yapılanların doğruluğu üzerinde ciddi olarak insanın düştüğü ya da düşeceği hatalardan korunmasını sağlar. Tedavi ise an­cak psikoterapi ve ilaç kullanımı ile mümkün olur.

Terk ederek gidenin kendisine göre dünya kadar sebebi vardır. Bunlar bir başkası için incir çekirdeğini doldurmaz. Al­gılardaki farklılaşmalarla birlikte giden kişiliklerdeki tahribat ve aradaki güvenin ortadan kalkması, yaşananların duygu yo­ğunluğunu lüzumsuz yere büyük oranda yükseltir. İnsanlar bir süre sonra çocukların yapmayacağı hataları yapmaya baş­larlar. Çoğu adı büyük insanın; incelendiğinde, mercek altına alındığında ne kadar zavallı tavırlar içinde olduğu müşahede edilir. Oysa ki büyük unvanlarda küçük insan olmaktansa mü­tevazı isimler altında ruhsal tekamülünü gerçekleştirmeyi ba­şarmış fakirler olmayı tercih etmek gerekir. Terk ederek giden­ler gereksiz yere büyük unvanlara sığınarak küçük tavır ve davranışların tahakkümü altında hem ezer hem de kendileri­ni gelecek bir zamanda ezilmeye mahkum ederler.

En güzel terk edişler; günahları, yalanlan, kin ve nefret duygularını, tembellikleri, gösterişi, liderlik hevesini, mal ve makam hırsını, şehvete düşkünlüğü terk etmektir. Hatta son yıllarda neredeyse her insanda moda haline gelmiş karşıdakinin yüzüne gülüp arkasından kuyusunu kazmayı terk etmek en güzel terk edişlerdendir. Günümüz insanının aslında terk etmesi gereken çok hataları vardır. Hepsini saymak zordur.Bunları kısmen de olsa tedricen terk etme başarısı gösterme­ye devam edenler gerçekten her türlü övgüye layık insanlar­dır. Onlar bu terk ettiklerinin sayesinde mahşer günü Yaratıcı tarafından asla terk edilmeyeceklerdir.

Her terk ermenin diğer ucunda farklı bir şeyi kabul etmek bulunur. Bir şeylere karşı daha farklı şeyleri tercih ettiğiniz için ya kabul olunur ya da reddedilirsiniz. Kabul edilmenin ve reddedilmenin her ikisi de harika deneyimlere gebe halde usulcacık insanın yanı başında her an bulunmaya devam ederler. Çünkü her insan her an bu iki duyguyla karşılaşma imkanına sahiptir. Bu duyguları her ikisi de yaşanırken yaşa­yan için zor zaman dilimleri olurlar. Fakat bu zor anlar diğer yandan uzun ve karanlık bir tünelden gündüzün en aydınlık zamanına çıkmanın da mutluluğunu yaşatırlar. Tünelde sabır­la ilerlemeli, uzakta bulunan, kısıkta olsa görülen ışığa doğru şevkle devam etmelidir. Bazen tünellerden gecenin karanlığı­na çıkılır. Bu yüzden insan tünelden çıktığının farkına bile va­ramaz. Ümitsizliğini, çaresizliğini pekiştirmeye başlar. Tünel­den çıkıp geceye girenler zaman uzadığı için gecenin karanlı­ğında ilerlerken bir daha aydınlığa ulaşamayacakları düşün­cesine kapılırlar. Oysa her gecenin mutlaka sabahı ve her tünelin aydınlık bir sonu vardır...

Yerken, içerken, konuşurken, oturduğumuz yerde, televiz­yon seyrederken, gazete okurken, yazarken, ders çalışırken hayatın her yerinde ve her zaman hayal kurarız. Yaşayacağımız gerçekler önce hayal dünyamızda meydana gelir ve kafa­mızın içindeki sanal sinema perdesinden hayatın içine yuvar­lanarak düşer. Bu duruma hayal dünyasında gitmek denir.

 

 
Kaynak: Gitmenin Psilolojisi
Nesil Yayınları,  İstanbul, Ocak 2007
ISBN: 978-975-269-268-8
www.nesilyayinlari.com


  
  Recai Yahyaoğlu