Arıcan
öykücülüğünü günümüz
Türkçe öykücülüğünden ayıran en
temel nokta, beslendiği
kaynaklardır. Yazar, yıllardır, Asya-Pasifik bölgesinin irili
ufaklı çeşitli
bölgelerinde yaşamakta, kalemi gün geçtikçe
daha çok farklılaşmaktadır.
"İlahi Şaka" adlı öyküsü, Budacılık üstüne
Türkiye Türkçesi'yle
yazılmış ilk sanat yapıtı olma özelliği taşımaktadır. Yazar, bir
Budacı rahibin
tapınağa katılışını ve ayrılışını bir Budacı rahip ya da bir
Asya-Pasifikli
yazara taş çıkartırcasına yazmıştır. Aynı biçimde,
"Çelişki" adlı
öykü, değil aşık olması, bir kadınla konuşması bile yasak
olan bir genç Budacı
rahibin kısa ve öz aşk öyküsüdür.
Kimi
öykülerde, örneğin Palyaço'da ve "Hiç Bitmeyen Sözlük"te yazarın
beslenme pergelini daha da açıp, Pasifik'in öbür kıyısında, Güney Amerika'da
karaya ayak bastığını, Borges'e göz kırpıp Marquez'in büyülü gerçekçiliğiyle
caz yaptığını görüyoruz. "Zaman"da da Marquez'den esintiler görürüz:
Marquez'in "Yüz Yıllık Yalnızlık"ında olduğu gibi, bir köy/kasabadır
gerçekte, anlatının temel kişisi…
Yazar, aynı
zamanda matematik-fizik öğretmeni olması nedeniyle, kimi öykülerde, örneğin
"Duvar"da, bir bilimcinin bakışını ve matematik ile müziğin
ilişkisini öykülerine taşıyor; o merakı, o hesap çabasını, o enginlik ve
sonsuzluk düşüncesini… "Göz"ü keyifli yapansa, belki de bu yönü:
Öykücünün kameraların açılarının ince hesaplarıyla haşır neşir etmesi okuru…
'İnat"ta,
şarkiyatçı (oryantalist) ve garbiyatçı (oksidantalist) bakışların yer yer
çarpışmasıyla, "Balık" öyküsünde ise, uygar uymazlık (sivil
itaatsizlik) ile karşı karşıya kalırız. "Balık", ad benzerliği
dışında, bu yönüyle, erken yaşta yitirdiğimiz değerli öykücü Samed Behrengi'nin
"Küçük Kara Balık"ıyla akraba sayılabilir.
"Göz"
adlı öyküde, beklenmedik bir son ve Matriks'i ya da Büyük Birader'i anıştıran
bir kılgısal-gerilim (tekno-gerilim) boyutu gelmiş ki, bu, Arıcan öykücülüğünün
tarihselliği içerisinde yeni bir kanaldır.
Ali Rıza Arıcan'ın öykücülüğünün yıllar ilerledikçe daha da yetkinlik
kazanacağına kuşku yok.