İkinci yeni şairlerinin,
kendilerinden önceki şairlerden farklı oluşu bir rastlantı
değildir. Başta
Cemal Süreya olmak üzere, ikinci yeni şairleri,
dönemin sanat ve edebiyat
akımlarını yakından takip etmiş, özümsemiş ve
etkilenmiştir. Valery, Eluard,
Aragon, Apollinaire gibi önemli şairlerden
çeviriler yapmaları, çeşitli sanat akımlarını
yakından takip etmeleri, Kandinsky, Klee ve Chagall, Modigliani gibi
dönemin
önemli ressamlarının, sanat anlayışlarını anlamaya
çalışmaları, Üst Gerçekçilik
ve Dadacılık gibi sanat ve edebiyat akımlarıyla yakından ilgilenmeleri,
zengin
kültür birikiminin oluşmasına neden olmuştur. Bu
birikim, başta Cemal Süreya
olmak üzere, tüm ikinci yeni şairlerinin şiirlerinde
farklı biçimlerde gözlenir.
Şiir, düşünceyi mümkün
olduğunca az sözcükle ifade edebilme sanatı olarak
tanımlanabilir. İyi şair,
bir sözcüğe bin anlam yükleyebilen şairdir.
O bir tek sözcük yazılmamış
binlerce sözcüğün
yükünü taşır. Bu anlamda şiirimizin
önemli şairlerinden
biridir Cemal Süreya. Şiirin dil
örgüsünü, sözcük
düzeyine indirgemeden, şiirin
bütünlüğünü bozmadan, yeni
ve sihirli sözcükler üretti. Kendi
deyimiyle, dilde
yangın çıkarttı. Cemal Süraya şiirinin dizeleri
arasında, okuru düşüncelere
gömen sözcüklere rastlarız. Okyanusun
derinliklerinde dolaşan bir dalgıç gibi o
gizemli sözcüklerin peşinden
sürüklenip gideriz. Şairin o
sözcükle neler
anlatmak istediğini düşünmeye başladığımızda,
kendimizi bir anda şiirin dışında
başka tarihlerde, başka coğrafyalarda buluveririz. Cemal
Süreya şiirinin, bunca
yıldır vazgeçilmez oluşunun nedenlerinden biri de o gizemli
sözcüklerde
yatmaktadır.
"Üvercinka"
şiirinde "En
uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu kesmemeye" ve "Aslan
Heykelleri"
şiirinde,”ya bu başını alıp gidiş boynundaki/ Modigliani oğlu
Modigliani" dizelerinin,
Modigliani’ın uzun boyunlu kadın resimlerinden kaynaklandığı
biliniyor. "Afrika"
özcüğünü duyunca aklımıza hemen
Cemal Süreya’nın "üvercinka"sı gelir.
Sevişmenin
bir kere daha yürürlüğe girdiği
bütün kara parçalarının içinde
Afrika’nın
önemli bir yeri vardır. Afrika, Cemal Süreya şiirinde
yoksulluğu ve yalnızlığı,
direnişi ve başkaldırmayı, dostluğu ve yoğun aşkı simgeler."başladı
yine Afrika’sı
uzun bir gece" ve "Afrika dediğin bir garip kıta/ el bilir
âlem bilir" dizeleriyle,
yoksulluğu ve yalnızlığı ancak bu kadar çarpıcı anlatabilir
bir şair.
"Yazmam
daha aşk şiiri"
adlı şiirinde iki önemli dizenin altını çizelim. "Saçlarını
tarasa baştanbaşa rumeli" ve " Öpüşlerin
türlüsünden elhamra". Bu iki dizede iki
gizemli
sözcük karşımıza çıkar. "Rumeli"
ve "elhamra" sözcükleri. Cemal Süreya, ilk
dizede kadın
saçının güzelliğini tek
bir sözcüğe, "Rumeli"
sözcüğüne gizler.
Rumeli, tarihin derinliklerinden gelen
büyük ayrılışı simgeler. Rumeli, milyonlarca insanın
Üsküp, Selanik, Manastır
ve daha nicelerini, evlerini, bağ ve bahçelerini, tersine
göçle terk edip Anadolu’ya
dönüşünün
öyküsüdür. Bir daha
gidilmesi, görülmesi, yaşanması
mümkün olmayan
bir büyük güzellikten ayrılıştır.
Kavuşulmayacak bir aşk
olarak kalmıştır
Rumeli. Bu yüzden "saçlarını tarasa baştanbaşa
Rumeli"dir.
Yani o kadar
güzeldir ki kavuşulamayacak kadar, Rumeli kadar
güzeldir.
Cemal Süreya, Rumeli
sözcüğü ile kadın saçının
güzelliğini
anlatırken, şiir okuruna Rumeli olayını
da hatırlatmaktadır.
Aynı
şiirde, karşımıza
çıkan gizemli sözcüklerden biri de
"elhamra".
"öpüşlerin türlüsünden
elhamra"
. Yani o kadar çok öpüş var ki, bu
‘elhamra’ öpüşü. İşte,
gizemli bir
sözcük
daha ‘Elhamra’ yani kırmızı. Yani kırmızı
öpüş.
Cemal süreya’nın bu şiiri
yazarken Chagall resimlerinden etkilendiğini bildiğimiz için
ister istemez Chagall’ın
o renk cümbüşü resimlerine gideriz. Red
lovers "kırmızı
aşk" adlı tablosu
karşımıza çıkıverir. Cemal Süreya, kırmızıyı direk
kırmızı
olarak kullanmaz.
Ona kırmızı anlamına gelen "elhamra" der. Süreya, bu dizeyle
Chagall’ın ‘kırmızı
aşk’ tablosuna da yeni bir boyut kazandırır. Şiir okurunu bir
kez
daha
şaşırtır. Bir kez daha hayal dünyamızı zorlar. Bizi yine
şiirin
dışına çekip,
sadece Chagall’ın resimlerine değil, aynı zamanda,
Endülüs Emevilerinin
İspanya’nın Granada kentinde bulunan Elhamra (kırmızı)
sarayına
da götürür. İç
içe geçmiş avlulardan, muhteşem
çiçek
bahçelerine, göz kamaştıran salonlardan,
gizli harem odalarına uzanan, sanki bin bir gece masallarından
çıkmış büyülü "Elhamra" sarayına.
Öpüşmenin boyutlarını bu sihirli
sözcükle o denli
genişletir ki, aşkın ve şehvetin şiddetini arttırır.
Camal
Süreya, ‘üvercinka’ ve
‘göçebe’den sonra
çıkardığı üçüncü
kitabı "Beni öp
sonra doğur beni" de, şiirinin kaynağını
Akdeniz ve Ortadoğu ya yöneltir. Kitabın ilk
bölümünde yer alan "bir kentin
dışardan görünüşü" adlı şiirde
"Serhas’ın
askerlerine gümüş zincirlerle
döğdürdüğü/
öbür ucuna da gittim ben bu suyun" dizeleriyle yeni
bir
gizemin peşinden
sürükleniriz. Pers kralı Serhas’ın
İ.Ö. 480 de
Yunanlılarla (suyun öbür
ucu) yaptığı deniz ve kara savaşında (Salamis
Savaşı) yenilgiye uğrayışını ve Serhas’tan sonra da
B.İskender’in Persleri
tamamen ortadan kaldırışını bir kez daha hatırlamış oluruz.
YIRTILAN
İPEK SESİYLE
Cemal
Süreya’nın üzerinde
en çok durulması gereken ve her okuyuşta başka bir maceraya
sürüklendiğimiz "yırtılan
ipek sesiyle" adlı şiirinde "serin ve rahat ateşini
düşün
İbrahim’in. Niçin
serin? Niçin rahat? Onu düşün. İşte
İbrahim’in
ateşi gibidir. Cilası gitmiş
gümüşü parlatır, iyi gelir sayrılıklara;
inme, hummalar
bayılma, gasyan, hatta
ölüme" dizelerinin ardına
düştüğümüzde,
Hanefilik ve Melamilik kavramlarıyla
karşılaşırız. Hanefilik; Hz. İbrahim’in
düşünce
sistemini, Melamilik ise Hz.
İbrahim’in ahlak anlayışını temsil eder. Cemal
Süreya’nın, sorduğu soruların yanıtı
Melamilik ilkelerinde saklıdır. İlkelerinden biri şudur; Melami,
yaşamında iki
kez barışı tesis edendir. İlk barışı kendi iledir. Yani, Melami
önce kendi ile barışıktır.
İkinci barışı da Allahın kullarıyladır. Yani, Melami aynı zamanda
tüm
insanlarla barışıktır. Allah bu yüzden Hz.İbrahim’in
ateşini
söndürmüştür.
Cilası gitmiş gümüşü bile parlatacak olan
şey bu
duygudur. Cemal Süreya’nın
altını çizdiği ve vermek istediği mesaj budur. Yine aynı
şiirde
"zurayk, mavi
gözlü bir aslan" dizesi ile Cemal Süreya
bizi bir kere
daha başka bir zamana ve
başka bir coğrafyaya götürür. Fırat ve Dicle
nehirlerinin birleşip Şattularab
adını aldığı yere. Abbasi İmparatorluğunu sarsan zenci köleler
ayaklanmasına.
869 dan 883 yılına kadar süren, Alevi Al Basri " namıyla Ali
Bin
Muhammed
önderliğinde gerçekleştirilen
büyük zenci
köle-işçi ayaklanmasına
götürür. Sir-i
zenci ‘zenci arslanı’ Zurayk’ın
taraftarlarıyla
birlikte, Ali b Muhammed’e destek verişini, Ali Bin
Muhammad’in, Kuran’ın Tevbe
Suresinin 111. Ayetini, kırmızı bir bezin üzerine yeşil
yazıyla
yazarak yaptığı
bayrağın altında toplanışlarını öğreniriz. Cemal
Süreya’nın çocukluk yıllarının
Alevi bir ortamda geçmiş olması, Alevi lider Ali Bin
Muhammed’in bilerek işaret
edildiği düşüncesini kuvvetlendirmektedir. Cemal
Süreya,
Spartaküs olayından
yıllar sonra yaşanan ama onun kadar bilinmeyen bu önemli olaya
dikkatimizi çekmektedir.
Cemal Süreya şiirindeki
gizemli sözcüklerden bir başkası da "Mitridat"dır.
"Tabanca" adlı şiirinde "ben
Mitridat tan söze ettim siz etmeyiniz"diyor.
"Ortadoğu"şiirinde ise "altın
öldürmüş, ipek yalan söylemiştir/
Kadı burhanettin’in arkadaşlarını/
Mitridat’ın dostlarını, sevgililerini/ ağuya ve
küçük tatlara alıştırmıştır."
Dizeleri dikkatimizi çeker. Kimdir bu Mitridat, Cemal
Süreya, şiirinin dizeleri
arasına Mitridat ismini neden yerleştirmiş. Tabanca şiirinin ilk
dört dizesini
hatırlayalım."Sigara içenlere ateş etmeyiniz/ Evli bir
kadınla rakı içerken/ Rozet
gibi göğsüne takmış cesaretini/ Ben
Mitridat’tan söz ettim siz etmeyiniz".
Pontus kralı Mitridat’ı yakından tanımak, hakkında ayrıntılı
bilgiye başvurmak
gerekiyor. Mitridat, çocukluk yıllarında annesinin onu
zehirleyerek
öldürteceğinden korkar ve Pontus dağlarında yedi yıl
boyunca gizlenir. Bu süre
içinde çeşitli dağ otlarını inceler ve
zehirlenmeye karşı bir panzehir
geliştirmeye çalışır. Sonunda, 48 çeşit
drog’dan oluşan bir antidot hazırlar "Mithridaticum"
adını verir. Bu panzehirin zamanla terkibi değişir
‘tiryak’ adında, her derde
deva bir ilaca dönüşür. Hatta merkez
efendinin yaptığı ünlü mesir macununun
‘tiryak’a
dayandığı söylenmektedir. Cemal Süreya’ya
dönecek olursak, tabanca şiirinin ilk
dört dizesini bu bilgiyle okuyup Mitridat
sözcüğünün yerli yerine oturduğunun
farkına varacağız. Cemal Süreya "üvercinka" ile
başlattığı şehvet ‘i
(sansualite) birçok şiirinde farklı anlatımlarla okuyucunun
karşısına çıkarır. Evli
bir kadınla rakı içerken Mitridat’tan söz
etmesi bundandır.
YÜREĞİN
YABAN ARGOSU
Cemal
Süreya’nın, "Bir
çocuktun sen" dizesiyle başlayan ve çocukluğunu
anlattığı
şiirinde, "annen Alurca’nın gizli su
kürelerinden
geçirdi seni; at arabalarıyla ve büyük bir
kalabalıkla
gidilen baş döndürücü
mavi su kürelerinden." Dizeleri oldukça gizemlidir.
Cemal
süreya, çocukluğunda
annesiyle gittiği Alucra’daki mavi su kürelerinin
etkisinde
kalır. Onun
hatırladığı şey, ya Alurca’daki sıcak su kaplıcaları, ya da
inanılmaz güzellikteki
mağaralar olabilir. Asıl dikkat edilmesi gereken, Cemal
Süreya’nın annesine
olan bağlılığı ve ona duyduğu gizli aşkın şiirde bu dizelerle
karşılığını bulmasıdır.
Cemal Süreya her kadını biraz annesi gibi sevmiştir. Anne,
Cemal
Süreya’nın
hayatındaki bütün kadınlarda biraz vardır. Erotizm,
Cemal
Süreya şiirinin temel
taşlarını oluşturmaktadır. Her dizenin altında erotizmin izlerini
bulabiliriz.
Gizemli sözcüklerin peşinden koştukça
Cemal
Süreya şiirinde egemen olan
cinselliği ve o büyük kültür
birikimini
açığa çıkarırız.
Cemal
Süreya Şiirinde
gizem bitmez. Dedik ya bir okyanus. Derinlere indikçe
nelerle karşılaşacağımızı
bilemiyoruz. Ölümünün on yedinci
yılında onu saygıyla anıyoruz.
Fotoğraflar:
http://www.cemalsureya.net
|