“BU
böyle gitmez Muhtar;” dedi Arapoğlu. “Ya bize bir imam bulursun, ya da
gider kaymakama şikayet ederim seni.”
“Arapoğlu
doğru söyler,” diye söze karıştı Arabacı Nuri. “Altı aydır bizi kandırır
durursun Muhtar. Yeter artık yav!”
“He
ya, gelecekse gelsin artık bizim imam. Ne ölümüz hayırlı gidiyor, ne de
dirimiz.” dedi yan masada oturan Hacı Rüstem. Sandalyesini sürüyerek
muhtarın bulunduğu masaya geldi.
“Durun
arkadaşlar! Hele durun bi yav! Bize imam verdiler de ‘İstemiyorum’ mu dedim?
Yoksa getirdim evde mi saklıyorum. Gide gele yol etmedim mi kaymakamlara,
müftülere. Ben gavur muyum yav! İstemez miyim köyümüzde ezanların okunmasını,
hastalarımızın üfürülmesini! Orada oturmuş kendi kendinize vıdı vıdı
ediyorsunuz.” diye çıkıştı Muhtar. Sinirlenmişti. Oturduğu yerde
sinirle ayaklarını sallamaya başladı.
Muhtarın sinirlendiğini anlayan Arapoğlu:
“Biliyoruz Muhtar, sen
elinde geleni yapıyorsun ama… Hani diyorum, bugün kasabaya gidince bir daha
deyiversen kaymakama. Biliyorsun o, koskoca adam. Memleketin bir sürü derdi
var. Hangi biri kalsın aklında.” diyerek alttan aldı.
“He ya, bir daha
hatırlatıver Muhtar. ‘Ben geldim kaymakam bey, Yolköylüler saygılar sunar. Ne
oldu bizim imam işi?’ deyiver.” dedi babacan ses tonuyla Hacı Rüstem.
“Tamam tamam! Uzatmayın artık!
Bugün indiğimde bir daha söylerim” dedi Muhtar. “Cengiz oğlum, bize çay ver hele!”
diye ocaktaki çaycıya bağırdı.
“Muhtar,” dedi Arabacı Nuri.
Söyleyeceği şeyin işe yarayıp yaramayacağını düşünür gibiydi. Ya da fikrinin
Muhtar’ı kızdıracağından çekiniyordu.
“Söyle Nuri.” dedi Muhtar.
Masadaki diğerleri de gözlerini Nuri’ye dikmişti.
“Benim aklıma bir puştluk
geliyor ama…”
“Senin aklına zaten normal
bir şey gelmez ki.” diye dalga geçti Hacı Rüstem. Gülüştüler. Nuri gülüşmelere
hiç aldırmadan sürdürdü.
“Ne diyorum biliyor musun:
Hani kasabada bizim gazeteci çocuk var ya. Kaymakamın ardından hiç düşmeyen,
gittiği, geldiği yerlerde çıt çıt fotoğraf çeken…”
“Eee?”
“Onu getirsek köye. Ben de
ölmüş gibi uzansam caminin önündeki teneşirin üzerine. Çoluk çocuk, kadın
ihtiyar toplasak köylüyü. Çıt çıt fotoğrafları çektirsek, altına da bir yazı
döşetsek öğretmene “Cenazeyi yıkayacak imam yok” diye, göndersek bütün
gazetelere… Hı?”
“Deli deli konuşma Nuri!
Gazeteler mi yollayacak bize imamı?” diye çıkıştı Hacı Rüstem.
“Sen sus bir kere Hacı,
kafan böyle şeylere pek çalışmaz.” diye karşılık verdi Arabacı Nuri.
Gülüştüler.
Muhtar düşünüyordu. Sanki çıkmış
olan gazeteyi eline almış okur gibiydi. Birden çıkışıverdi: “Ulan
Nuri, sen benim başımı mı yemeye çalışıyorsun? O haberden sonra kaymakam beni
burada oturtur mu sanıyorsun? Hayal kurmayı bırakın da, işinize bakın bakalım.”
“İyi de Muhtar, bu
haberden senin bilgin olmasa ne olur? Yani diyorum, biz getirsek gazeteciyi,
her şeyi biz planlasak?”
“Ha, o başka işte. O zaman
olur.”
dedi Muhtar. Rahatlamıştı.
“Arabacı, gerçekten
puştsun ha. Sen adama pabucu ters giydirirsin.” dedi Arapoğlu. Hep birlikte
gülüştüler. Gelen çaylarını höpürdeterek içtiler.
MEMLEKETİN çok satan beş
gazetesinden üçünde çıkmıştı Nuri’nin haberi. Kocaman harflerle “Bu
ölü defnedilmek için imam arıyor.” yazıyordu. Nuri, teneşirin üzerine
boylu boyunca uzatılmış, üzerine en eski kıyafetleri giydirilmiş, bir mendille
de çenesi çatılmış, sırtüstü yatıyordu gazetedeki resimde. Başında karısı,
anası, komşuları, Arapoğlu, Hacı Rüstem’in karısı, Bekçi Sabri ve mahallenin
çocukları görünüyordu. Kadınlar ağlıyor gibi duruyordu resimde. Karısının yüzü
elleriyle kapalı olduğundan görünmüyordu. Ancak, mahallenin çocukları bir
hatıra resmi çekiliyor gibi gülümseyerek poz vermişlerdi.
“Bu haberi gördünüz mü?” diye çığlık attı,
başbakanlığın kısa boylu, kel basın sorumlusu. Yüksek sesle diğerlerine okudu.
Haberi dinleyen diğer sorumlular da ellerindeki gazeteleri didik didik ederek
aynı haberi aradılar.
“Evet, burada da var.” dedi en göbekli sorumlu. “Resim
de aynı.”
“Bir tane daha!” dedi badem bıyıklı
sorumlu. “Bence bu, o kadar önemli bir haber değil. Bir yerel muhabirin yaptığı
sıradan bir haber.”
“Hiç de sıradan değil.
Öyle olsaydı üç büyük gazetede de olmazdı.” diye yanıtladı kısa boylu kel
sorumlu. Bir taraftan da internetteki haber sitelerini araştırıyordu.
“Bu resimde bir tuhaflık
yok mu? Cenazenin başındaki çocuklara bakın; nasıl da gülümsüyorlar.” diyerek haberi
önemsizleştirmeye çalışıyordu badem bıyıklı.
“Onlar çocuk” dedi,
göbekli. “elbette ölümün farkında olmayacaklar.”
“Bence bu haberi Başbakan
görmeli.”
dedi, kısa, kel sorumlu. Serçe parmağını kulağına sokmuş, kaşıyordu.
“Haklısın.” dedi göbekli. “Önümüzde
seçimler var, muhalefet için çok iyi bir propaganda olabilir bu haber.”
“Bu haberi, propaganda olarak
lehimize çevirebiliriz.” dedi kısa boylu, kel. “Hem, o bölgenin seçmeni hep
muhalefet partisine oy veriyor. Tercihlerini değiştirmek için bu haber iyi bir
fırsat partimiz için.” Yüzünde, geleceği görmüş bir gülümseme vardı.
Başbakan, seçimleri yeniden kazanmış ve kendisini baş basın sorumlusu yapmıştı.
Yüzünü buruşturdu badem bıyıklı.
Diğerleri ona şüpheyle bakınca birden fikir değiştirip: “Haklı olabilirsiniz.” dedi.
TELEFONLAR telefonları, fakslar
faksları, elekronik postalar bilgisayarları kovalıyor, haber tüm birimlerin
dikkatine sunuluyordu. Başbakan bütün toplantılarını ve açılışlarını iptal
etti. İlk toplantı başbakanlıkta, memleketin en önemli bakanlarıyla yapıldı.
Toplantıdan çıkan kararlar basından devlet sırrı gibi saklandı. Başbakanın
partisi alarma geçti. Aynı gün mecliste de bir grup toplantısı yapıldı.
Toplantıda:
“Arkadaşlar!
Muhafazakâr bir parti olarak, önümüzdeki
seçimler düşünüldüğünde bu haber bizim sonumuz, ya da tek başımıza iktidar
olmamız olabilir. Burada, iki yol ayrımında bulunuyoruz.
Haberde görünen makdûl ve mağdur vatandaşımız,
köyde imam bulunmadığı için belki de İslami kurallara göre yıkanmadan toprağa
defnedildi. Şimdi, partimizin ve devletimizin tüm imkanlarını seferber ederek
iktidarımızda kara bir leke olan bu rezaleti temizleyip, basın ve medya önünde
büyük bir gövde gösterisi yapacağız. Sayın bakanlarım gerekli her türlü önlemi
almak için harekete geçmiş durumdadırlar. Sizlerden tek isteğim; basınımızla,
medyamızla tören günü hepiniz orada bulunmanız. Ancak, bu töreni gizli
tutmalıyız. Aksi takdirde muhalefet o köye pek çok insan toplayarak törenimizi
provake etmeye çalışacaktır. Bu olayın, şimdiden partimize, hükümetimize ve
milletimize hayırlar getirmesini dilerim. Allah bizi muhalefetin şerrinden
korusun” diye
bir konuşma yaptı. Konuşma parti grubunca uzun süre alkışlandı.
Bu arada, muhalefet olayı öğrenmiş
ve karşı propaganda çalışmalarına başlamıştı. Televizyon kanalları, hükümet
yanlıları ve muhalefet yanlıları olarak ikiye ayrılmış, açık oturumlarla
uzmanların görüşlerine başvurarak olay ile ilgili programlar yapmaya
başlamıştı.
Toplantıdan sonra başbakan basının
önüne çıkıp bu olayla ve hükümetin alacağı önlemlerle ilgili uzunca bir
açıklama yaptı. Köye, yıldırım kararname ile iki imam gönderilecek, mağdur
makdûlün kabri vali tarafından ziyaret edilecek, gönderilen imamlarca kuranlar
okunacak, ruhuna lokma döktürülerek devlet adına ailesinden ve köyünden özür
dilenilecekti. Yine, ilgili aileye devlet tarafından para yardımları yapılacak,
köyün tüm işsizleri devlet dairelerinde işe alınacaktı. Hatta başbakan ülkenin
tüm yatırımcılarına seslenerek köye yatırım yapmalarını bile istedi.
ODASINDAKİ televizyondan haberleri
baştan sona izleyen kaymakam diken üzerindeydi. Her an valilikten gelebilecek
olan telefonu bekliyordu. Yolköy’e gönderdiği, henüz dönmemiş olan yazı işleri
müdürünün cep telefonunu aradı. Ön bilgi edinmek istiyordu. Aradığı kişiye
ulaşılamadığını söylüyordu operatörün tele sekreteri. Sinirlendi. Müftü Bey’i
arayıp Yolköy camiisi hakkında bilgi aldı. Önünde, parlak bir dosya içinde
duran ve nüfus müdürlüğünden gelmiş olan bilgileri yeniden karıştırdı. Bazı
rakamları ezberlemek istiyordu. Gözlerini kapatarak içinden tekrarladı. 34
erkek, 42 kadın, 16 çocuk. Toplam 92 kişi. 51 hanede oturan 92 kişi. Bu
bilgileri ezberlemek için bilinçsizce tekrarlıyordu. Özel hat telefonunun
çalmasıyla kendisine geldi. Gırtlağını temizleyerek kendinden emin bir sesle “Buyurun,
ben kaymakam Ersin Şahinoğlu” dedi. Karşısındaki valiydi. Bunu
öğrendiğinde hemen ayağa kalkıp yakasını düğmeledi. Vali o kadar hızlı ve sert
konuşuyordu ki kaymakam bir daha ağzını açamadı. “Tabi efendim, emredin efendim,
olur efendim, baş üstüne efendim” gibi
onaylamalardan sonra konu ile ilgili bir şey söyleyecek oldu. Ancak telefon
kapanmıştı. Kısa süreli bir şok yaşıyordu, ayakta dikildi kaldı. Kapının
açılmasıyla kafasını toplayıp kendine geldi.
Yazı işleri müdürü, Yolköy
muhtarı, bir köy ihtiyar meclisi üyesi ve kaymakamın emrinde olan polis memuru
sırayla girdiler içeri. Kaymakam oturduğu koltuktan kalkıp gelenleri
karşıladıktan sonra yazı işleri müdürüne ve polis memuruna “siz çıkın” dercesine kafasıyla işaret etti.
“Başınız sağ olsun Muhtar.
Arabacı Nuri’yi kaybetmişsiniz. Acınız, acımız büyük. Memleketimiz önemli bir
şahsiyetini kaybetti. Ancak, ben sana çok kırıldım. Böyle bir şahsiyetin
vefatını basından mı öğrenecektim. Çok kırıldım. Çok. Rahmetliyi defnettiniz
mi?” diye
sordu kaymakam. Yüzünde acılı bir ifade vardı.
“Ben… Rahatsızlığım
nedeniyle katılamadım. Üstünüze afiyet, biraz midemi bozmuşum da…” dedi muhtar. Alnı boncuk
boncuk terlemiş, ayaklarına kontrol edemediği bir titreme sarmıştı. “Arabacı
Nuri ölmedi, bu bir şaka. Köyümüze imam verilsin diye uydurduk.” deyip
kurtulmak istiyordu bu kâbustan. Ama nasıl derdi?
“Rahmetliyi İslami
kurallara uygun olarak yıkadınız değil mi?” diye sordu kaymakam. Bakışları
Muhtarın yanında oturanın üzerinde odaklanmıştı.
Muhtarın yanındaki, başını, “Yıkadık”
dercesine arka arkasına salladı.
“İyi” dedi kaymakam. “Allah
rahmet eylesin”
Masasının sağ tarafında duvarda
bulunan zili çaldı. Zilin çalınmasıyla kapının açılması bir oldu. Kapıda
dikilen oda sorumlusuna:
“Misafirlerimize çay
getir.” dedi.
“Acımız
büyük, yüreğimiz cayır cayır yanmakta. Ancak, ölenle ölünmüyor. Şimdi önümüze
bakıp, geçmişin hesabını kapatma zamanıdır. Bu acı haber arasında sana bir
müjde vereyim; Köyünüze bir imam
verdiler. Bu bey?” Muhtarın yanında oturanın kim olduğunu sordu.
“Birinci azamız Turan
Yılmaz” dedi Muhtar. Turan, ayağa kalkarak kaymakamı
selamladı.
“Lütfen! Rahatsız
olmayınız.” dedi kaymakam, ayakta duran azaya. “Malum haberi bütün halkımız gibi
ben de okudum. Düşündüm, taşındım. ‘Bu böyle olmaz’ dedim.’ Rahmetlinin
ailesini ve kabrini devlet adına ziyaret etmek gerekir.’ Dedim. Vali Bey’i aradım, diller döktüm, sonunda
isteğimi kabul ettirdim. Vali Bey, özür diledi. Çok yoğun olduğunu ancak yarın
gelebileceğini söyledi.”
“Eksik olmayın ama, ne
gerek vardı Kaymakam Bey.”
“Ne demek Muhtar! Bizim
görevimiz. Dar günde vatandaşın yanında olmayacağız da, ne zaman olacağız?”
“Var olun efendim.”
Muhtarı derin bir düşünce almıştı.
Kaymakamın söylediklerini kavramakta güçlük çekiyor, kendisine gösterilen bu
ilginin, sıcak yaklaşımın nereye kadar süreceğini, bu oyunun sonunun nereye varacağını
düşünüyordu. Önüne bırakılan çay ile irkilip düşüncelerinden sıyrıldı.
“Yani Muhtar” dedi kaymakam. Elindeki
kalemi döndürerek havaya atıyor, yine aynı eliyle tutuyordu. Bunu öylesine
hızlı yapıyordu ki; bu hareketiyle muhtarı hipnoz etmiş gibiydi. “Sana
düşen görev şudur: Arabacı Nuri’nin karısıyla konuş, ‘Vali Bey başsağlığına
gelecek’ de,’ devlet sana para yardımı yapacak’ de, ‘gelenlerin yanında ileri
geri konuşma’ de, tamam mı?”
“Tabi ki efendim.”
“Rahmetlinin evini
ziyarete hazırlayın, evin durumu kötüyse aileyi geçici olarak köyün en iyi
evine taşıyın. Vali beyle birlikte basın ve televizyonlar da orada
olacaktır; köyde hükümet aleyhinde bir
söz bile duymak istemiyorum. Sonra oradan toplu halde mezarlığa geçer
rahmetliye bir kuran okutur, lokma döktürürüz.”
“Döktürürüz efendim”
“Şimdi, doğru iş başına.
Köyüne güzel bir çekidüzen ver. Sakın beni utandırma. Cep telefonun da daima
açık olsun.”
MUHTAR, birinci aza Turan, ikinci
aza Hamdi, Hacı Rüstem, Arapoğlu, Arabacı Nuri ve Bekçi Sabri köy odasında
toplanmışlardı. Muhtar, ortada duran ağaç masanın etrafında fır dönüyor, ne
yapacağını düşünüyordu.
“Temizle bakalım bu
puştluğu” dedi Hacı Rüstem. Alaylı bir şekilde Arabacı Nuri’ye bakıyordu. Nuri,
sağ elini yüzüne dayamış kara kara düşünüyordu.
“Ne yapacağız Muhtar?” diye sordu Arapoğlu.
“Yapılacak şey belli” dedi Muhtar. Bakışlarını
Arabacı Nuri’ye yönelterek. “Nuri, yanına gençleri alacaksın, mezarlığa
gidip kendi mezarını kazacaksın. Sonra bir güzel kapatıp, mezar şekline getirip
başına diktiğin tahtanın üzerine kendi adını soyadını, doğum ve ölüm tarihini
yazacaksın.”
“Altına da ‘Ruhuna Fatiha’
yazayım mı?” diye sordu Nuri. Yüzünde alaycı bir ifade vardı.
“Sıçarım ruhuna!” dedi Muhtar. “Şakanın
zamanı değil şimdi. Ne gerekiyorsa yaz. Ondan sonra da ortadan kaybol. Öyle
kaybol ki; seni yakın zamanda kimse görmesin bir daha buralarda.”
“Ne yani, köyden gidecek
miyim şimdi?”
“Gideceksin,
saklanacaksın, kaybolacaksın!.. Ölüsün sen ölü! Anladın mı? Devlet seni ölü
biliyor! Yalanın bir ortaya çıkarsa hem beni yakarsın hem kendini. Hapislerde sürünürsün alimallah.”
Hacı Rüstem ellerini havaya
kaldırarak dua eder gibi bir şeyler mırıldanıp, Nuri’nin üzerine doğru üfledi
ve “Allah
günahlarını affetsin!” dedi.
Diğerleri kahkahayla gülmeye
başlayınca Muhtar daha da sinirlendi.
“Bırakın şamatayı! Herkes
görev başına! Rüstem, Arapoğlu! Siz ev ev dolaşıp olayın ciddiyetini
anlatacaksınız. Bekçi! Yanına iki üç kişi alacaksın. Sokaklarda bir tane çöp, pislik kalmayıncaya
kadar temizleyeceksiniz. Köyden sonra mezarlığa geçip orayı da
temizleyeceksiniz. Turan! Sen de köyde kaç tane köpekli ev varsa söyleyeceksin;
köpeklerini yarın için bağlayacaklar. İkinci aza Hamdi! Bütün köylüyü bu akşam
köy meydanına toplayacaksın. Anlaşıldı mı?”
Hep birlikte “Anlaşıldı!” dediler.
“İrtibatı koparmayalım.
İşi biten köy odasına gelsin. Telefonu olan da telefonunu yanından hiç
ayırmasın.”
KÖYDEKİ bütün hazırlıklar
bitmişti. Nuri’nin mezarı gençler tarafından itinayla kazılmış, hazırladıkları
tahtalar başına dikilerek güzel bir şekilde kapatılmıştı. Hatta gençlerden
ikisi, Nuri tahta almaya gittiğinde, hem kazılmış mezar boşa gitmesin, hem de
çevre temizlensin diye Murtaza’nın bir gün önce ölmüş, mezarlık yanına atılmış
boz eşeğini gömüvermişlerdi.
Sokaklardaki tüm çöpler, plastik
torba atıkları, hayvan gübreleri bir bir toplanmış, köy meydanı kovalarla
taşınan sularla bir güzel yıkanmıştı. Nuri’nin evine giden sokağın sökülmüş
olan döşeme taşları tamir edilmiş, sokak süpürülmüştü. Köyün kadınları da köyde
ne kadar sandalye, tabak, kaşık varsa Nuri’nin evine taşımışlar, ikramlık
börekler, ayranlar yapmaya koyulmuşlardı.
Hacı Rüstem ile Arapoğlu, köyün
bütün evlerini dolaşmışlar, köy halkına bilgi vermişler, herkesten ağzını sıkı
tutmalarını istemişlerdi.
Köyün bütün köpekleri sahiplerince
bağlanmış, gelecek yabancılar için güvenli bir ortam oluşturulmuştu.
İkinci aza Hamdi camiye giderek “Dikkat!
Duyduk duymadık demeyin! Bugün, akşam vakti, hava kararmadan, erkek-kadın,
genç-yaşlı bütün köy halkı köy meydanında toplanacaktır. Toplantıya herkes
katılacaktır. Bu toplantı köyümüz için çok mühimdir. Muhtarımızın değerli
emridir. Duyduk duymadık demeyin!” diyerek yarım saatte bir duyuru
yapmıştı.
Muhtar da, öğretmenin yanına
giderek ondan akıl danıştı. Ayrıca tören günü yalanın ortaya çıkmaması için
çocukların evlerine salıverilmemesini, tören bitinceye kadar okulda tutulmasını
istedi.
Bu arada kaymakam, belediye
başkanı, milli eğitim müdürü, müftü ayrı ayrı zamanlarda resmi arabalarıyla
köye gelip gidip yapılan hazırlıkları yerinde izlediler.
Akşam saatlerinde köy meydanında
toplanan köylü muhtarın tüm dediklerini iyice dinledi. Kimse ağzını açmayacak.
Sadece Nuri’nin ölümüne üzülecekti. Bunun ötesinde herhangi bir yorum yasaktı.
Yasağı bozanlar muhtarlık tarafından ağır para cezalarıyla cezalandırılacaktı.
Ayrıca Muhtar, köye atanan imamın müjdesini verince alandan kuvvetli bir alkış
koptu.
“Bu daha ilk.”diyordu Muhtar. “Bekleyin
bakalım, köyümüze daha neler gelecek görün. Yeter ki şu ziyareti kazasız
belasız atlatalım.”
Artık köyde her şey hazırdı.
KÖYDE hareket çok erken saatlerde
başladı. İlk olarak televizyon kanallarının canlı yayın araçları gelip
yerleşti. Araçlar yerini aldıktan sonra cihazlar test edildi. Muhtarla,
köylülerle ara ara görüşmeler yapıp köy hakkında, Arabacı Nuri hakkında
bilgiler toplayıp kayıtlar yaptılar.
Saatler ilerledikçe köy
kalabalıklaşıyordu. Ortalardaki insanlar acıkmış, yiyecek içecek aramaya
koyulmuşlardı. Kimisi evlere saldırıyor, kimisi de köy kahvesinde oturup
kahveci Cengiz’den yiyecek bir şey istiyorlardı.
Güvenlik önlemleri alan jandarma
köyün her tarafını sarmış, gelen araçları yerli yerinde park ettirmiş, Nuri’nin
evinden mezarlığa kadar yolun açık kalmasını sağlamıştı.
Kaynağının neresi olduğu belli
olmayan bir haberle köy çalkalanıyordu. Başbakan, memleketin ileri gelen
bakanları da vali ile birlikte köye geleceği kulaktan kulağa dolaşıyordu.
Haberi duyan Muhtar, haberin doğru
olup olmadığını öğrenmek için Kaymakam’ı aradı. Ancak, Kaymakam telefona yanıt
vermiyordu. O sırada kendisine uzatılan bir mikrofonla birlikte sorulan:
“Sayın Muhtar, biraz sonra
sayın başbakan burada olacak. Kendisinden köyünüz adına ne isteyeceksiniz?” sorusuyla başbakanın da
köye geleceğini öğrenmiş oldu.
ESKORTLAR eşliğinde, jandarmanın
sirenleriyle girdi başbakan ve bakanlar köye. İlk toplanma yeri köy meydanı
oldu. Köy meydanında yapılan toplantı ve kısa bir konuşmadan sonra heyet
yürüyerek Arabacı Nuri’nin evine geçti. Kaymakamla birlikte Nuri’nin hanımı
karşıladı başbakanı ve bakanları. Evin avlusuna konulmuş sandalyelerde
oturdular. Başbakan, kameralar ve fotoğraf makinelerinin çekimleri önünde
elindeki çeki verirken Nuri’nin karısına:
“İşte devlet budur.” dedi. “Vatandaşımızın biri de birdir,
bini de… Sevgili kardeşimiz, önemli şahsiyet Nuri Çelik, nam-ı diğer Arabacı
Nuri, Hakkın rahmetine kavuşmuştur. Ancak, Yolköy’ümüzün, hantal
bürokrasimizdeki tıkanıklıklar yüzünden kısa süreli imamsız kalmasından dolayı
mağdur olmuş, zat-ı muhterem uzun süre yıkanmayı beklemiş ve ehliyetsiz
yıkayıcılar tarafından yıkanıp defnedilmiştir.
Hükümetimiz ve devletimiz bugün, burada bu talihsizliğin tamiri için
toplanmış bulunmaktadır. Öncelikle rahmetlinin saygıdeğer eşlerinden devlet
adına özür diliyor, bu küçük çeki kabul buyurmalarını istirham ediyorum.
Medyamızın ve basınımızın
sevgili temsilcileri! Saygıdeğer Yolköylüler! Biraz sonra köy mezarlığımıza
geçip rahmetlinin naşını kabirden yeniden çıkararak köye atadığımız iki imam
tarafından İslami kurallara uygun olarak yıkayıp, Nuri kardeşimizi ebedi huzura
uğurlayacağız. Bu işlemler için huzurunuzda Nuri Çelik’in saygıdeğer eşlerinden
izin istiyorum”
Bütün kameralar, bütün fotoğraf
makineleri Nuri’nin karısı Aysel kadına yöneldi. Aysel kadın olayın ne olduğunu
anlamadan sık sık başını sallıyordu. Bu sırada, köy halkından ve partililerden
büyük bir alkış koptu. Arada bayılıp düşen Muhtar’ı kimse fark etmemiş, azalar
tarafından kalabalığın arasından çekilip bir gölgeye taşınmıştı.
Başbakanın mutluluğu yüzünden okunuyordu. Bu
tören, bu toplantı muhalefete tokat gibi inecekti. İşte hükümet yine kendini
kanıtlamıştı.
TÖREN için köy mezarlığındaki tüm
hazırlıklar tamamlanmıştı. Kalabalık akın akın mezarlığa doğru ilerliyor, yol
boyunca giden haberciler geri dönerek yürüyen başbakanın arkasına aldığı köyün
görüntülerini çekiyor, anında tüm ülkeye, hatta dünyaya gönderiyordu.
Başbakan, vatandaşın yanında
olduğunu kanıtlamak istercesine yolunun kötü olmasına rağmen mezarlığın içine,
hatta mezarın başına kadar gitti. Başbakan gidince bakanlar, vali, basın,
kameralar ve tüm partililer de arkasından gittiler.
Mezar, uzman kazıcılar tarafından
itinayla kazılırken başbakan sabırla izliyor, kameralar da her anı çekiyordu.
Kuran okuyan imamlar birbirleriyle yarışırcasına seslerini yükseltirlerken
çevreye yayılmış vatandaş da ölümü düşünürcesine dalıp gitmişti.
Birdenbire kazıcıların başında bir
hareketlenme oluştu. Kameramanlar, fotoğraf çeken gazeteciler telaşla çekim
yapma derdindeydi. Başbakan da mezarın başından çekilerek bakanlarıyla bir
araya gelip bir şey konuşmaya başladı.
Televizyonlar yakın çekimle,
Nuri’nin mezarından çıkan boz eşeği gösteriyordu. Başbakan, bakanlar, vali
herkes birbirine sorulu gözlerle bakıyorlardı.
Mikrofonlar ve kameralar imamlara
çevrildi. İmamlar bir açıklama yapamadılar. Bu sırada ortaya atılan Hacı
Rüstem:
“Vah Nuri kardeş vah!” diye çığlık attı.
Kendisine mikrofon uzatıldığını görünce sözlerine devam etti. “Bu,
Cenab-ı Hakkın bizlere verdiği mesajdır. Sevgili kardeşimiz Nuri, İslami
kurallara göre yıkanıp defnedilmediğinden kabir azabı çekmektedir. Euzübillahimineşşeytanirracim.”
diyerek sureler okumaya başladı. Hacı Rüstem’le birlikte herkes
ellerini havaya kaldırıp sureler, dualar okudu. Bu sırada kalabalığı yararak
mezarın başına gelen Murtaza:
“A-a! Bu benim boz eşek!” diye haykırdı.
|
* "Nasreddin Hoca Gülmece Öyküleri" yarışmasında manisyon |
|