İktidar partisi AKP tarafından "belli" akademisyenlere hazırlatılan
yeni anayasa taslağının, 12 Eylül cuntasının, temel hak ve özgürlüklerle ilgili
alanda koyduğu bütün sınırlamaları aynen koruduğu anlaşılıyor. Tek ayrıcalık,
din ve vicdan özgürlüğünde!
Ülkemizde, AB'ye uyum sürecinde, 2001 yılından bu yana, birtakım anayasa
değişiklikleri yapıldı. Ancak, nedense, bu değişiklikler, anayasadaki
"bazı" maddelerle sınırlı tutuldu, tümünde varolan antidemokratik
anlayış, olduğu gibi korundu.
Düşünce ve ifade özgürlüğü, basın ve
yayın özgürlüğü gibi temel özgürlük
alanlarında çıkarılan ya da çıkartılacak
"düzenlemeler", yani bu
özgürlüklerin nasıl kullanılacağına ilişkin
"düzenlemeler", siyasal
iktidarın çıkardığı ya da çıkartacağı yasalara
bırakılıyor. Amaç, yurttaşa
adeta kaşıkla verilen özgürlüklere şöyle ya da
böyle (milli güvenlik, kamu
düzeni, genel ahlak gerekçe gösterilerek) sınırlama
getirmek...
T. C. devletinin bütün Anayasalarında, özgürlükler tek tek tanımlanıyor, fakat
bu özgürlüklerin kullanımı, yasalarla düzenleniyor. Siyasal iktidar için
"yasa"nın anlamı, en temel özgürlüklerin kullanımına sürekli yeni
sınırlamalar, yeni kısıtlamalar, yeni yasaklar getirmekten ibaret...
Ne yazık ki, 2007 Türkiye'sinde, "düşünceye suç" sürüyor! Düşünce ve
ifade özgürlüğü, köklü bir biçimde Anayasal güvenceye bağlanmak yerine, en
fazla yasalarla "öteleniyor". Türk Ceza Yasası, Sıkıyönetim Yasası,
Devlet Güvenlik Mahkemeleri Kuruluş Yasası, Terörle Mücadele Yasası, Siyasi
Partiler Yasası, Basın Yasası, Dernekler Yasası,
Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası, YÖK
Yasası, ve benzeri pek çok yasada
(bir kısmı dönemsel olarak yürürlükten kaldırılmış
olsa da yeniden kolayca
yürürlüğe sokulabiliyor) düşünceyi ve ifadeyi
açıklama özgürlüğünü türlü
gerekçelerle kısıtlayan ya da yasaklayan yüzlerce madde
bulunuyor.
Örnekse, yakın bir tarihte, "düşünce suçluluları" şartlı
salıverildiler, ancak bu yasadan yararlananların, gelecekteki düşünce
açıklamaları da, böylece ceza tehdidi altına alındı. Üyelerimizden, Turhan
Feyizoğlu'nun durumu, buna örnek oluşturuyor.
Ülkemizde, Anayasa değişiklikleri, özgürlükleri "sözde" geliştirmek
adına yapılıyor. Ancak, bu değişikliklerin bir anlam kazanabilmesi, ilgili ve
ilişkili yasalarda özgürlükleri geliştirici düzenlemelerin yapılmasına bağlı...
Ne var ki, öngörülen yasal düzenlemeler bir türlü
gerçekleştirilmiyor. Ülkemizde, yarım yüzyıldan bu yana, özgür düşünceye izin
yok!
Anayasada, yani "kitap"ta, temel hak ve özgürlüklerle ilgili bölüm
başlıkları genelde şöyledir: Temel hak ve hürriyetlerin
"sınırlandırılması", temel hak ve hürriyetlerin "kötüye
kullanılması", temel hak ve hürriyetlerin "kullanılmasının
durdurulması"... Kitapta,
basınla ilgili bölümde, "basın hürdür, sansür edilemez" der! İki
tümce altta, yaklaşık 30 kadar tümceyle de, basının nasıl yasaklanacağı madde
madde özetlenir! Dünden bugüne çıkartılan bütün Anayasalarda ve ilgili
yasalarda, temel belirleyici sözcük "ancak"tır! Özgürlükler, önce
birer birer tanımlanır, sonra "ancak"lı bölümde, birer birer
kısıtlanır!
Ayrıca, yasalardan, herkes eşit ölçüde yararlanamaz: diyelim yasa,
"dernekler politikayla uğraşamaz" der. Ne var ki, Edebiyatçılar
Derneği de, TÜSİAD da, aynı yasayla, dernekler yasasıyla kurulmuş olmalarına
karşın, portonlar kulübü TÜSİAD politika yapar, Edebiyatçılar Derneği yapamaz.
Yaparsa, görün başına neler gelir!?
Örgütlenme özgürlüğü de, bu anayasal rejimden nasibini fazlasıyla almıştır.
Günümüzde, kültürel ve sanatsal ortam içinde etkinlik gösteren yapıların
karşılaştığı en önemli sorun, doğrudan "örgütlenme" sorunudur.
Anayasalarda ve bağlı yasalarda, sivil/demokratik örgütler, temelde
"potansiyel" suç odakları olarak değerlendiriliyor. Yönetici
sınıf, oldum olası, bu örgütlerin etkinliklerini kolaylaştırmayı değil, tam
tersine zorlaştırmayı görev biliyor. Temel kaygı şu: yurttaşın sivil/demokratik
örgütlenmesi karşısında, "devlet"in düzenini korumak! Oysa çok açık:
"devlet"in anlı şanlı örgütlülüğü
karşısında, "yurttaş"ın sivil/demokratik örgütlülüğünün
güçlendirilmesi gerekiyor.
Diyelim, dernek olarak bir etkinlik düzenliyorsunuz; "uygulama" büyük
kentlerde farklı, taşrada farklı! Ankara'da ya da İstanbul'da, ya da İzmir'de
düzenlediğiniz bir etkinlik için, mülki idareden izin almanıza gerek yok; eğer
etkinliği taşrada, diyelim Antakya'da
düzenliyorsanız, sizden katılımcıların bütün kimlik bilgileri istenebiliyor.
Temel yaklaşım çok basit: etkinliği potansiyel suç hareketi, katılımcıları potansiyel
suçlu olarak görmek!
Diyelim, düzenlediğiniz etkinlikle ilgili bir afiş hazırlıyorsunuz; bu afişi,
bulunduğunuz kentin herhangi bir duvarına "kendiliğinden" asmaya
kalksanız, "izinsiz gösteri" suçuyla 18 ay ceza almanız mümkün! Tersi
durumda, bir klasör dolusu evrakla, mülki idareye başvurmanız zorunlu!
"Asarım ve bir şey olmaz" diyorsanız, unutmayın burası
Türkiye!
İsterseniz, bir fıkrayla açıklık getireyim: kapısında "giriş
ücretsizdir" yazan diskotek önünde gençler kuyruğa girmişler, eğlence
bedava ya, bu olanaktan gönüllerince yararlanacaklar. Eğlence bitiyor ve
gençler diskotekten çıkmaya koyulurken, kapıdaki görevli adam başı 50 ytl talep
ediyor. Gençler, "nasıl olur" diyorlar, "giriş
ücretsizdi", görevli pişkince yanıt veriyor, "iyi de çıkış
ücretsizdir" demedik ki!
İşte, Anayasalarda ve yasalardaki "ancak"lar bu anlama geliyor.
Ülkemizde, düşünce ve ifade
özgürlüğü, yanı sıra örgütlenme
özgürlüğü, bu
özgürlüklerin nasıl kullanılacağına ilişkin sayısız
yasal düzenlemeyle adeta
cendereye alınmıştır. Oysa sorun, özgürlüklerin nasıl
kullanılacağı değil, bu
özgürlüklerin kullanılmasını sınırlayan,
kısıtlayan, yasaklayan engellerin nasıl ortadan kaldırılacağı sorunudur.
Devlet ve yurttaş, iki ayrı perspektiften bakıyor, soruna. Örneğin, dernek
kurmak hakkı, kişi topluluklarına özgü en temel hak ve özgürlüklerden biridir.
Ancak, bu hak, dönemler boyunca, çıkartılan onlarca yasayla katmerli bir
biçimde yasaklarla donatıldı. 12 Mart ve
12 Eylül dönemlerinde, Dernekler Yasası, derneğin amacına ve kurucularına
ilişkin sayısız yasayla gitgide ağırlaştırıldı.
1972 yılındaki dernekler yasasının gerekçeleri şöyledir: "dernek sayısının
gittikçe artması, bu gidişle toplum hayatı için çok denebilecek bir ölçüye
çıkma istidadı göstermektedir (.) devletin dernekleri etkin bir şekilde kontrol
etmesi imkan ve yetkilerini vermemektedir (.) derneklere alınacak üyeler için
aranan şartlar, kanunda açıkça belirtilmediği için, derneklere gelişigüzel üye
alınmaktadır, devletin idari ve mali kontrolü, bugünkü cemiyetler kanunu
çerçevesinde çok etkisizdir, devlet idaresini son derece
uğraştırıcı niteliktedir(.) 1961 Anayasasının getirdiği geniş hürriyet havası
içinde dernekler asıl amaçlarını gizlemek suretiyle kurulmaktadır."
1982 Anayasasında ve bu yasaya göre çıkartılan 2908 sayılı
Dernekler
Kanunu'nda, devlet artık kendi örgütlülüğü
dışındaki bütün yurttaş
örgütlenmelerine, hep kuşkuyla yaklaşacaktır. Her
türlü örgütlenme
özgürlüğünün
karşısına, "kamu düzeni" adına sayısız gerekçe
konulacaktır.
Özet olarak örgütlenme özgürlüğü, devlet açısından başlı başına bir tehlikedir!
Bu zihniyetin, yıllar içinde köklü bir değişiklik gösterdiği söylenemez. 2001
yılından bu yana, Anayasanın bazı maddelerinde, bugün gündemde olan yeni
anayasa taslağında yapılan ya da yapılması öngörülen değişiklikler, -AB'ye uyum sürecinde yasallaştırılan
görece değişiklikler dahil- temelde aynı yasakçı zihniyeti sürdürüyor.
Belki trajikomik olan gerçek şu: varolan Anayasada yapılan kısmi değişiklikler
de, Avrupa Birliği Katılım Ortaklığı Belgesi'nde T. C. devletinin üstlendiği
zorunluluklar nedeniyle hayata geçirildi: gönülsüzce!
Demek ki, esas olarak "devlet"in, "yurttaş"ını
özgürleştirme ve onun örgütlenmelerini demokratikleştirme niyeti, kendi başına
bir "amaç" değil, deyim yerindeyse "katlanmak" durumunda
olduğu başka bir süreçle bire bir bağlantılı..
Düşünce ve ifade özgürlüğünü
kısıtlayan bütün hükümler, Anayasa ve yasalardan
çıkartılmadan, düşünce ve ifade
özgürlüğünün önündeki
bütün engeller ortadan
kaldırılmadan; düşünce, ifade ve örgütlenme
üzerine özgürce söz söyleyebilme,
bu söze uygun zeminler yaratabilme olanağı, ne yazık ki ortada
yok!
Yazar örgütleri, diğer sivil/demokratik örgütlenmelerle birlikte, böyle bir
zemini var etmek adına, her türlü çabayı üstlenmeliler, kuşkusuz. Yaşanılan
tarihe müdahale de bunu gerektiriyor.
Tüm üyelerimize iyi çalışmalar dilerim.
Dayanışma duygularımızla...
|