Yankılarını Duymasalar da...

 

Yankılarını Duymasalar da Seslerinin Perdelerini Erkeklere ve Erkekleşen Hemcinslerine İnatla Israrla Yükselten Kadınların Türkiye Serüveni

Türkiye’de adına "protest" denilerek üretilen müzik içerisinde yer alan; grup mantığıyla olsun ister, isterse solo olarak arz-ı endam eden kadın yorumcuların birçoğu (kategori dışına çıkanların ve çıkartılanları yeniden tanıtarak yerini sağlamlaştırmaya çalışacaktır elinizdeki yazı) Ortodoks Marksist söylemin çizdiği sınırı aş(a)madan yapmaktadırlar çalışmalarını.

Sınır belirleyici kanaat önderleri; yorumcularda filizlenen, dallanıp budaklanan, kendi cinsiyetlerini anlamaya, konumlandırmaya yönelik çabaları; Toplumcu Terminolojiyi; Genç Marks'tan yola çıkarak değil de, Politzer ve taifesinin argümanlarıyla hatmettikleri için "Burjuva Lüksü" olarak değerlendirmektedirler; Onlar'ın, kadının karşı duruşunu sergileyen her tutuma bu etiketi yapıştırdıkları da (Joanne Scott' ile akrabalık tesis edemediklerinden; Wollstonecraft'tan, Hartman'a uzanan "Herstory" adlı köprüden bihaberdirler) unutulmamalıdır.

Reel Sosyalizm'in iflas bayrağını gönderde dalgalandırması sonrası yaşanılan tecrübeleri görmezden gelen bu baş köşe heveslilerinin ortak paydalarında duran bu tanıma Onları; körü körüne bağlandıkları, derinine inemedikleri, mihmandarları Yirmi Sekiz Mehmet Çelebi gibi algıladıkları "Gelenek"ten geçerek; Şerif Mardin'in ifadesiyle "Memur yazar"ların izini kaybetmeden ulaştıklarını bilinçli okur; Mardin’in; Niyazi Berkes'in, "Çağdaşlaşma nedir ve Türkiye bu kavramın neresinde durur" sorularının karşılıkları, onun cümlelerinde somutlaşmaya başlar. Serpil Çakır'ın, "Osmanlı Kadın Hareketi" alanının kilometre taşıdır ve aşılamamıştır henüz. Aynur Demirdirek'in  "Osmanlı Kadınlarının Hayat Hakkını Arayışının Hikâyesi" diğeriyle bir bütünlük arz etmektedir. Jale Parla'nın "Batılılaşma Sorunu"na, baba-oğul ilişkisi bağlamında, epistemolojik analizlerle bakan çalışması unutulmazlar arasındadır. Nükhet Esen'in, Zehra Toska'nın, Mübeccel Kızıltan'ın, Tülay Gençtürk'ün gölgede unutulan imzaları güneşe çıkarma gayretlerine şapka çıkarılmalıdır. Ve "Sosyal Bilim" terbiyesinden nasiplenmiş birçok bilim insanının ışığında ilerlediği için, açık ve net bir şekilde görecektir.

Protestoyu da farklı bir yere koyamayacak olan bu hilkat garibelerinin; söylediklerini tekrarlamayan insanları, özellikle, öncelikle kadınları saf dışı bırakmalarına bu yüzden işte, şaşmamak gerekmektedir.

Müzik ve dişil protesto ilişkisi söz konusu edilip, hazırlanacak bir gadre uğrayanlar listesi; kelime takibindeki gücünü müzikte de sergileyen dinleyicinin karşısına, ilkin, Sümeyra Çakır’ı çıkaracaktır hiç kuşkusuz.

Asırlardır sesini yükseltemeyen; korunarak ve kollanılarak var olacaklarını sanan kadınlardan oluşan koro, bam telinden halleşmeye; o, bağlamasını eline aldığı an başlamışlardır.

Aydınlanma'nın nadide malzemeleriyle (Hümanizm, Rasyonalizm, Determinizm’den başka, Oryantalizm ve Konformizm de eklenmelidir bu zincire) hazırlanan aşureyi tatmayan Sümeyra Çakır; erkekliği her daim ön planda tutacak olan, yeni Ulus-Devlet’in; makbul, mümtaz, hayalperest, mütereddit, babalarının gözbebekleri Feride'lerle bir telden mırıldanmadığı için; "Dilhayat Kalfa"ların, "Adile Sultan"ların sızlanışlarına da kulak kesilerek oluşturmuştur bu topluluğu.

Gözünü dünyaya açtığı, Pomakça’nın (Kalan Müzik) anısı önünde saygıyla eğilme adına, paylaşmadı mı; "Pomak Göçmenlerde Müzik ve Pesna" adını taşıyan albümü, dinleyenleriyle? Rüzgarlarının estiği topraklardan, yüz yıl öncesine ışıldak tutarak çıkan; Ulus-Devlet'in milliyetçi depremleriyle "Musiki İnkılabı" zorlamasıyla katastrofa uğramayan sanatçı, Ana Fatma'nın haramzadeliğe pirim vermeyen çocuklarının acılarına, Zazaca eşlik etmekten de alıkoyamayacaktır kendisini.

Sadece sabahların değil tüm zamanların sahipleri -anahtar ve kilit erkekten ve erkekçe düşünenden biran önce alınmalıdır- kadınların, tarihle kirlenmiş yüzlerini, dostluğun ebruli çiçeklerini deren elleriyle yıkayan enternasyonalist Sümeyra Çakır; yerini Gülbahar Uluer'e bırakarak, gömülecektir sonsuzluğa.

Ruhi Su'nun dizinin dibinde notasyon öğrenen sanatçıya -ustasından hareketle "dişi" sıfatının yakıştırılması, çığır açmış olsa da- kadının erkeksiz düşünülmediğine, istenildiğinde çoğaltılabilecek basit bir örnektir.
Grup Yorum'un, "Sıyrılıp Gelen"iyle; Kerbela Çölü'nde, "Can verip kam alarak..." dirilenlerin, mazlumluğa yenilmeyen maduniyet ile bezeli otobiyografilerini; çığlıklarını doruklara, çaresizliğin değil, paylaşıldıkça, sözü edildikçe çoğalacak umudun sekiz rengiyle, Ana Fatma'nın çocuklarını yeniden yanına alarak halefine sergilediği sadakat için örnek, bir değildir. Hasan Hüseyin'in imgeleriyle bembeyaz kağıtlara ucu sipsivri kağıtlara döken sanatçı; grup psikolojisinden arınır arınmaz ihbarda bulunmayı da ihmal etmeyecektir; yalnızca dinleyenlerine değil elbette.

Kuyu birden dolup taşmamıştır; Gülbahar Uluer, kalabalıkların yapayalnızıdır aslında. Yerinde yersizlik icat eden bir muhacir; bir oyunbozan olarak "Kör gecelerinizin fahişesi üstelik bir de eşcinselim" diye seslenecektir artık; değerden değersizlikler devşiren; eğitilerek eğitimden, kültürlenerek kültürden kilometrelerce uzaklaşılmasına neden olan çok yüzlü yüzsüzler yığınına.

Ulus-Devletleşme'nin götürülerinden biri olan sunileştirilmiş Sünnilikle şah çekercesine, Mevlana Dergahı'na yanaşarak, nahifliği, sertlikle, keskinlikle harmanlayan sanatçı, deryadil, deryaneval bir anakaranın zeminini yeniden, doğallığa, içtenliğe ve Sümeyra Çakır'ın uyarılarına dikkat kesilerek hazırlamıştır.

Müziğe; 1971 yılında; henüz, Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi'nde, Fizik Mühendisliği Bölümü son sınıf öğrencisiyken amatörce başlayan Selda Bağcan'ın da Sümeyra Çakır'ın belirlediği yola sadık kalmaya çalıştığı; ancak protestoyu, 199Olar'ın sonunda ve 2000ler'in başlarında yaptığı albümlerde; sosyal demokratlıktan sosyal bürokratlığa ışık hızıyla sıçrayan argümantasyonla okumaktan geri durmadığı, yine de her şeye rağmen, türkülerle hayat bulan özgür ve demokratik geleceğe güvercinler uçurmaktan bıkıp usanmadığı da unutulmamalıdır.

Senem Diyici’yi, Nükhet-Neşet Ruacan'ı, Nilüfer Verdi'yi -İzhar, kadın sorunlarına duyarlı bir kadını tanıtmıştır Caz dünyasına- müjdeleyen albümleriyle; Yunus Emre'den, Karacaoğlan'dan, Aşık Veysel'e mistisizmi caz esintileriyle kucaklayarak yorumlayan; Behçet Aysan'ı -bu 2 Temmuz 1992 doğumlu Anka Kuşu'nu- da es geçmeyen diplomat babasından en çok, "siyaseten doğruluk "u öğrenmiş Esin Afşar'ı protestoyu estetize eden tavrıyla karşılamak gerekmektedir. 

Grup Yorum'da isyan ve protesto ateşini alevlendiren bir sanatçı da İlkay Akkaya'dır.
Kolektif bilince hemcinslerinden ve yoldaşlarından daha fazla inanan -Kızılırmaklar' a dökülmenin, haklı gururuyla dolup taşarak alır eline mikrofonu- bir başına, bazen koşturup- türkü ve deyişleri, sanki hızlı çekim yaparak geçimini sağlayan işinin acemisi bir yönetmenin uyarılarına uyarak, marş havasında, içlerindeki derinliğe vakıf ettirmeden söyleyen- enstrümanlar Şam'dayken O Halep ara sokaklarında sırra kadem basar; bu uyumsuzluk Uluer'in çalışmalarında zorlanılsa da hissedilmemektedir- şiir bestelerini yorumlarken, her ikisinin de poetikasının hakkını veren, kendisiyle yapılan röportajlar da kadın sorunuyla, Feminizm'in üstünü örtmeden alakadar olduğunu sıklıkla vurgulayan Akkaya'nın bu ifadeleri bile düzenek içerisinde durdurulmaması için yetmiştir hatta artmıştır bile.

Türkülerin doğasını anlamlandıramayan ses mühendisleriyle mesai tüketip, neden çok problemli bir albümüyle Unkapanı Endüstrisi'ne; Reggae'nin ete kemiğe büründüğü coğrafyaya; Bob Marley'le onun kadınlar konusundaki görüşlerini paylaşmadan yürürken kendisini çuvaldızlayarak soran Nilüfer Akbal ise, ikinci çalışmasıyla bir öz yoklamasına girişmiştir.
Sesini bölge bölge dolaştırsa da, kimi kez bir kız kardeşin -Miro'ya yeniden can katan ve ablasının tasasına ortak olan da bizzat odur- şakrak bir yeniyetmenin, devrim savaşçısının kimi kez diline dil katsa da otantizmin, peşini bırakmayan Nilüfer Akbal'ın kadınlara bakışı; Akkaya'nınkiyle aynı teorik düzlemi paylaşmaktadır.

Avazını Munzur Suyu'nda durulayan, deneysel çalışmalarla yüklü albümleriyle otantizmi boyutlandıran, Kürtçe ve onun alt katmanlarında bulunan dillerle zaafa düşmeden -bu durumu yaşamamasında ona katkılarını esirgemeyen orkestranın payı inkar edilemez-, Türkiyelileri halay çekmeye ve  ağıt yakmaya çağıran Aynur Doğan'ın da adı geçmelidir bu isimler arasında.

2007'de dinleyicisiyle nihayet buluşturduğu ikinci albümü "Bulutlar Geçer"le, doğup büyüdüğü Orta Anadolu'nun; üzerinden kara bulutlar geçen; Ertaşların , Çekiç Alilerin, Ahmet Gazi Ayhanların, Bayram Aracıların, Hacı Taşanların hazırlayıcıları kadınları anlatan, Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu çıkışlı-"Hardasan" da Kafkasya'daki hemcinslerinin yükünü paylaşmıştı; adları Fadike olmuş Gülsüm olmuş ne gam; birdir akıbetleri -Feryal Öney'in buğulu sesinde de şahit olunur protestoya.
"Sıyrılıp Gelen isimli çalışmasıyla -Grup Yorum; "İleri"den itibaren, estetikten yoksunluğu, ciddi bir geriliği yaşamaya başlamıştır ve kadın sorunlarını da değillemeyen Komünal aynasını, bu çalışmasıyla, kıyasıya eleştirdiği militarizme teslim etmiştir -Müzik Dünyası'na merhaba diyen, bu sene; Diyarbakır'daki kadın örgütü Ka-Mer'in desteğiyle "Nettim Size yi çıkaran -getirisinin, medya duygusal cazgırlığına malzeme olmadan, bu kuruluşa bağışlanacağını açıklamıştır sanatçı-Ayşegül Yordam Tansal, Kalan Müzik'ten çıkan" Anadolu" Ninnileri" ile-albümü hazırlayan Melih Duygulu; dişil dil için sergilediği, çok kimlikli saygıdan dolayı kayıtlardadır artık-birlikte dinlenebilecek olan çalışmasıyla, "Yüksek Yüksek Tepelere" nin, "Fırat Kenarında Yüzen Kayıklar" ın gerçek sahiplerine; Sırma Günaydınlara, Saniye Canlara selamını göndererek protesto etmiştir, Güldünyalara diken saplamayı kendisine görev bilen erkek egemen sistemi.

Selamın geçmişe sağ salim gönderildiği ortadadır ancak; günümüz Türkiye'sinin diploma sahibi, tesadüfen demokrat, ilerici, muhalif, erkek cephesindeki yerlerini çoktan almış-tesadüflerle yoğrulu bir hayatları olmasaydı -bu cephedeki yerlerini üstelik çarçabuk, alırlar mıydı acaba?- hemcinslerine ulaşmadığı ise gün gibi ortadadır.
Çoğu, doğdukları yerden kaynaklandığını sanırlar; demokratlıklarının, muhaliflik ve ilericiliklerinin; başka noktalar, onlar için -ardalanını sorgulamadan; Rosenberg'ten, Pound'a, Celine'e, faşizmin kirli çamaşırları sergisini düzenleyen Frankfurt Okulu'na ulaşmadan vurmuşlardır damgayı- Faşist, gerici, yobaz ve muhafazakar-koruyup savundukları dişe dokunur ne vardır sahi?-kaynamaktadır fokur fokur.

Enternasyonalistliklerine toz kondurmazlar ama; gelin görün ki, muhabbeti koyultacakları insanlara ilk yönelttikleri soru "Sen nerelisin?" olur her daim.
8 Mart'ta cadılar doldurur alanları fikirlerince; kuru gürültü yapmaktır işleri güçleri; babalarından, ağabeylerinden, güdümlü bacıların, biricik kızların, öğrendikleri sadece budur; kadın, hakkını arasın, kim karışıyormuş ona, haddini bildikten sonra yani; değil mi ama?
Yukarıda adı geçen başta olmak üzere; Pazartesi, Amargi, Ka-Der, Kasaum, Mor Çatı, Kırkörük; 9'undan sonra; yan gelip yatan, ne oldum delisi kız kurularının temerküz kampıdır illa ki; sevgililerinin kollarında tabelalarına bile bakmaya gerek görmeden terk ederek oraları, sırra kadem basarlar kör karanlıklarda; bağırlarına taş basarak, feryat figan, hayat merdiveninin çürük basamaklarında ilerler bu naçar kalmışlar; tercümanları ise; uyuyakalırlar çoğu kez çalışma masalarında; gözleri kimin, neyin için görmez olmuştur sanki?
Dünyayı kurtarmaktır tek dertleri; Msn adreslerine iliştirdikleri Che yardımcı olacaktır Onlara kesinlikle; Zetkin, Delphy, Millet, bir sürü ıvır zıvır da kim oluyorlarmış Allah aşkına?
Kendilerini bile aşamadıklarını zamanla; burgacına kapıldıkları kapitalizm anlatacaktır onlara; soluk ışıklı fenerlerinin sahipleri, babaları ve ağabeyleri gibi.
Şiir ayrılmaz parçadır hayatlarında ama; Nazım Hikmet'i, Can Yücel'i, Cemal Süreya'yı, Enver Gökçe'yi tebrik kartlarından; Arkadaş Zekai Özger'i, Attila İlhan'ı dinledikleri albümlerle tanıyacaklarıdır.

Emel İrtem; niçin "ayaklar başta, başlar ayakta" diye haykırır; enstantaneleri niye mekan tutar Deniz Durukan; Nilgün Marmara hangi sebepten müntehirdir; Zeynep Köylü şiir sunmak için aylarca neyi bekler; Çiğdem Sezer, Ayten Mutlu gibi yüzyıl şairleri; neden, erkekçe, girişmezler mücadelelerine; saplanıp kaldıkları eril müfredattan mı alacaklardır bilgilerini acaba?

Enternasyonalliklerinde Anna Ahmatova'yı, Gabriella Mistral'i aramak ahmaklık değil de ne olur; Nazım Babaları'na, Neruda'dan, Mayakovski'den geçmeden gidemeyen bu; yığınların deforme elemanlarının?

Yeşilçam'ın "Küçük hanımefendileri"yle hayallerini süsleyen hemcinslerine gülüp geçerler ama; Yılmaz Güney'i bir de, Seçil Büker ile, Asuman Suner ile  yaşatmak akıllarının köşelerine gelir mi ki acaba?
Cahide Sonku'nun cinnet geçirerek öldüğünü bilemezlerken, Thelma ve Louise'deki, Sanık'taki performansları sorgulamanın ne alemi vardır şimdi?
Sudan komedileri izlemek için tiyatro tiyatro gezenleri ayıplarlar kınarlar ama; stund-up şiir mimarı ağabeylerinin kaleme aldıkları oyunlarda, başrolü ve ön koltuğu tabii ki kimselere kaptırmazlar.
Brecht'e AST'tan ya da bir yerlerden işte, yabancı değillerdir; Katherina Blumm'un onurunu Nazi asilzadeleriyle çiğneyenler onlar değiller midir; bir düşünmeleri gerekmez mi?

Kadınların katıldıkları savaşları yitirmediklerini, dizginlerini ellerinde tutan erkek büyükleriyle bellemişlerdir; Franca Rame ve asi taifesiyle değil.
Dik başlılık için bile babalarının ve ağabeylerinin startını beklerler adeta; göğüsledikleri tutsaklık halatıdır yalnızca.
Hayatı dümdüz, büyükleri istediklerinde -Hande Öğüt, Semra Topal, Senem Kale, Selen Vargün dişil dil Don Kişotluğu yapadursunlar bakalım- eğri yaşayan bu güruha 1 Mayıs arifesinde bilinç yükseltme aşısını Necla Akgökçe değil, yine evlerinin ve sokaklarının erkekleri yapacaklardır; onlar varken, ne güne duruyor başkaları?

Feridelerin 1980ler'e adları konulamayarak geldiklerini; Suat Derviş -öncesinin arkeoloğu Yaprak Zihnioğlu' dur; genç Cumhuriyet'i milat alarak başlatır kazısını-, Sevgi Soysal, Leyla Erbil okumadan görenler ve yine onlardır.
Hrant Dink'in cenaze töreninde "Hepimiz Hrant’ız, Hepimiz Ermeni’yiz" sloganı ata ata yürüyen ama karısının mektubunda Didar Şensoy'u, Rosa Luxemburg'u, Emma Goldman'ı hissedemeyen, alanı boşaltıp evlerine gittiklerinde televizyon aracılığıyla ruhlarını da açık ve ortak pazara teslim eden, evet yine onlar olacaklardır.

12 Eylül'le gelen depolitizasyon ortamında, Beyaz Türklük düşüncesini, Oryantalizm ile çifte kavuran yapı; adını; babalarından ve ağabeylerinden, merhamet dolaylarının nağmelerini dinlemedikleri müddetçe, gırtlağını yırtarcasına haykıran kadınları -Mine G.Kırkkanat'ın da bu yapının içdizaynırı olduğunu vurgulayan Asena Günal'ın yapının bileşenlerini dura dinlene deştiği yazısına mim koyulmalıdır- tanıtmıştır birer birer.
Onların muhalif versiyonu olan hemcinsleri, geçmişi böyle öğrenip bugüne geldikleri içindir ki, bu topraklar üzerinde icra edilen Dişil Protest Müzik; iç hesaplaşmalara girişemeyecek.çapını genişletemeyecek, her gün biraz daha kan kaybederek geleceğe erkek eliyle hazırlanan solanahtarlı porteler bırakmak zorunda kalacaktır.  
 
 
İthaf:Cemali gül şairimin yoldaşlığı güç kattığı için bu yazı dipdiri ve çok yönlü
Özlem Yoldaş'a ve onun deryadil, deryaneval belleğine ve yüreğine
 
  
  Mehmet Akif Ertaş