Sokaktaki Deliler Neden -Hep- Birbirine Benzer?"

 

   

Sokaktaki deliler neden hep birbirine benzer?  Nedir onları birbirine benzer yapan?
Sokakta deliler görüyorum bazen. Sanki her birini gördüğümde o en son gördüğümü, bir kez daha görmüş gibi oluyorum neden? Meşhurdurlar yaşadıkları beldede; bir isimleri vardır herkesçe tanınan. Sararan saçları...  Önceki rengi ne olursa olsun! Sarı beyaz değişik bir renk. Saçta sakalda, yakın uzunluk ve karışıklık. Hepsini bir araya toplasan, kendileri bile şaşıracak kimin kim olduğuna. Acaba bir yerde, birbirlerine rastladıklarında düşündükleri nedir? Ne oluşuyor yüzümüzde onlardan birini gördüğümüzde? Doğuştan mı böyleydi? Sonradan mı oldu acaba?
 
Ne oldu da böyle oldu deriz muhtemelen önce. Ve neden burada acaba, yok mu deli de olsa bir bakacak kimsesi... kaderi neden sokaklar, kaldırımlar ve banklar?
Aynı bir kıyafet hep üzerlerinde sanki.
Renk değişmiş pantolonlar... Kendinden geçmiş üst baş... Bir deprem enkazıdır izlenişi sanki.
Sararan parmak uçları...
Sigara içer neredeyse hepsi. Düşündük mü neden?
Ve işleri yoktur... Haliyle kazançları da ama  sigaraları hiç eksik olmaz... O onların dostudur... Nasıl?
Dillerine takılmış hep birkaç kelimeleri vardır...  Her duruma karşı onları söylerler ardı ardına.Acaba tam o kelimeleri söylerken mi yitirdi aklını? Ve orda takılı mı kaldı?
 
Ve sen bir şey yapmadıkça çoğunlukla görmezler bile seni. Zarar vereni duyulmamıştır normallerin binde biri kadar! Hiç duyduk mu deli kapkaççıyı? Ya da bir çocuğu kaçıranı?
Evet bunları yapanda normal değil aslında ama onların meşhurluğu yokluk delilik hususunda, özlerindeki sapıklıkları eşrafça bilinmiyordur. Fakat onlar normaldirler, aramızdadırlar. Zararsız deliler ise; sokakta dışlanmışın en ileri noktasında ayan bir tablodadırlar. Neden?
 
Baygındır bakışları.
Dünyanın işini yapmış gibidirler...
Sen çalışmışsındır da onlar yorulmuş gibi.
Ağır hareket ederler... Bin düşünüp; bir yapar gibi.
Kokularını gizlemeye çalışmazlar... Senin aldığın kokudan yüzünün ekşimesini umursamazlar...
Sonradan olanların hikayesi hep tanıdıktır; neden?
“İki üniversite bitirdi.../ doktordu... / çok okumuştu... /çok akıllıydı... /kız kardeşine tecavüz edildi gözlerinin önünde üstelik... / sevdiği kızı başkasına verdiler...”
Halk dilinde midir bunlar yoksa gerçek midir? Uydurma mıdır, sığınma mıdır?
Delinin delirişinin ispatı mıdır? “Haaaa öyle mi olmuş...” deriz
“Vah yazık zavallıya” ardından...
Taş kaldırımlara mekan yatak tadında yatarlar...
Biri vardır; görev bilmiştir yılda bir kez onları yıkamayı. Suyu severler mi kim bilir?
Tırnakları şekil değiştirmiştir.
Bakırköy Ruh  ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ni, orada ki bakımı  tercih ederler mi sokaktaki özgürlüklerine?
Yerleştirsen kaçarlar mı? Benzerleri yok oralarda farkında mı? Sokaktakiler benziyor sadece birbirine. Kendileri belki de çok güzel bir dünyada yaşadıklarını düşünüyorlar. Belki de alaycı bir gülümseme içlerine bizlere... Normallere yani(!). “Ne yapıyor bunlar böyle her gün; git gel aynı yerlere... Taşın lezzetini bilmiyorlar, ne yapay şunların yatakları! Ve ne lezzetsiz uykuları... Bizim ne güzel güneşte gevşememiz kaldırımda... Kardaki izlerimiz hele... Yağmurda şemsiyesizliğimiz ya? Onu değişmeyiz hiçbir şeye”
Bir imrenme gözlerimde her onları gördüğümde bir de... hesapsız bir geleceği; bugün sokaktaki şu yaşamı...
Gördüm ben,  onlarında soğukta görülüyor ağzından çıkan nefesleri...
Gördüm ben çayı da seviyorlar
Gülümsüyorlar.
Hayvanları seviyorlar.
Düştüğünde sen “vah”lanıyorlar.
Senin hayretli karmaşık anlamlı anlamsız bakışlarını görmüyorlar!
Umurunda değilsin anla artık.
Paltolarının renkleri de aynı çoğu kez.
Kim boyuyor onları hep aynı renge... Elinde bir boya fırçası  ve bir boya fıçısıyla bir “sokak delisi boyacısı” da mı var yoksa belediyenin?
Canlarının çektiği yemek hangisi? Hangi şarkının melodisinde dinleniyorlar? Hangi filmi tekrar tekrar izlemek isterlerdi?
Hangi kadını görmek isterlerdi bir de dünya gözüyle?
Anneleri nerde? Bıçaklasalar da birbirlerini; dönüp sarılacak o yegane varlık kardeşlik duygusunu tattı mı hiç? Oynadı mı topaç? Kumdan kale yaptı mı? Yıktı mı  dokuz taşı bir vuruş ta hiç?  Şiirini sevdi mi hiçbir şairin?
Kızı ve oğlu olursa koyacağı bir isim düşündü mü?
Daha evvelden tanıdığı birini görünce tanıdı mı acaba, bir şey söylemek istedi de söyleyemedi mi?
Ayakkabılar? “Kimindi benden evvel?”diye düşündü mü yeni bir çift önüne konduğunda bir hayırsever tarafından...
Serbest bir taranma saçlarında; rüzgarın ellerinden.
Müthiş bir bronzluk yüzlerinde; güneşin doğuşunu çıplak izlemekten her sabah.
Tan yeri ne hissettirdi onlara seher vakitlerinde.
Gece ...  ya gece... evet gece!..
Susuyorum burada...
... sararmış saçları ve parmak uçları gözlerimde...
Sarılmayı özledi mi hiç birine sıkı sıkı... İstedi mi sarılmayı?
Ya da hiç bildi mi? Sarılmak deyince kollarını kendine mi sarıyor yoksa? Sarılmak onda bu mu demek yalnızca?
Soğuğunu mu aldı her gece taşların yoksa sıcağını mı verdi yatak kirası diye?
...
 
“Özgürlük”leri ...
Gördüm ağzından çıkan nefesi soğukta dedim ya...
Yaralandığında akan kanda kırmızıydı aynı damarlarımızdakinden.
Bindiğiniz minibüse az ilerde el ettiğinde ve binmek istediğinde şoförün azarı kızdırdı mı sizi? Yoksa duymadınız mı bile? Ani bir hareketle size yaklaşmaları korkuttu mu
hep?
Çocuklar da çığlık atıp korkuttu belki de bir düşünceye dalmışken onları... Deli olduğunu düşündüler bağıranların... Çünkü öyle sessizdiler...
Sokak delileri birbirine benzer, neden?
Sessiz... Ağır hareketli... Derinden sigarayı çekişleri... Aynı renkleri...
Yatışları çoğu kez yan... Yan yatırılmış bir kum saati misali...
Mekandan sıyrılmış zamandan sıyrılmış tepkiden sıyrılmış...
Bir huzur yüzlerinde...
Hesaptan muaf... Bugünden vazgeçmiş zevkle...
Şu an nerde o son gördüğüm özgür adam... Kim bilir?
                                                                                                                         
  
 Zeynep Kerim