I Düğümü çözülemez zaman yığını içinde peronunda oturmuşum da günlerden bir gün geçen trenlerin seyrindeyim ki onlar dizelerdir, zamanlardır yerinde durmayıp sarsılan; kapağı
açık bir piyanonun tokmakları gibi koşa
koşa başlangıcı ve bitimi tokmaklayan. Yürüyüp giderler, gözleri kapalı, sonbahar güllerinin zaferine doğru hızlanmanın getirdiği güvensizlikle göz
uçlarıyla ortalığı süzen yolcular, onlar ki ayrı odalarda uyuyan gecenin konukları, izlerine işlenemez, bilinmez neden söverler kıskandıkları zaman duydukları hırsla, zamanın
geçmesinden korkar gibi, sıkılarak, oldukları gibi görünme günlerinin sayılı olduğunu bilmekten, sıkılarak insanlıklarından, onun dayanılmaz
hizmetçiliğinden
II Geçiyor trenler ve onlarla birlikte
yıllar da... fakat
hayat asla. Hayat, neşeli bir kötülük, dostça ölüme götüren haz verici bir hastalık. Bunu biliyoruz, durdurulamaz olduğunu da, işte bu yüzden zevk almalı,
hissetmeliyiz onu, yerimizi vermeli, yol açmalıyız ki gidecekler gitsin onların umut taşan yüz ifadeleri o cahilleri minibüse binmek için iten, Lizbon'a giden, bizim yıllar önce öğrendiğimiz gibi aslında o hiçbir yere gitmek olmayan. Girip
çıkıyor trenler perona, birinin
peşi sıra, birbirlerinin yerini alarak ardı
arkası kesilmeksizin, Julia'nın Temmuz ayında yaptığı gibi, akşamın
mutlu sonla bitmesini sağlayarak bunalmış
hayata gülmekten hâlâ
bilinmez gizemlerle dopdolu, Türk
tutkularıyla, kaçak öpücüklerle. ortalarda
yokken Lizbon'un kışı
.