Karanlıkta

 

Gözleri odanın tahta kapısına yapışmış; çekip alamıyor. Gece hiç olmasın diye bütün gün dua ediyor. Yanıtlarını bulamadığı sorular, sıvaları dökülmüş duvarlara çarpıp, beyninin tam ortasında şimşek gibi çakıyor. Odadaki pis kokuyu adlandıramıyor. Yattığı yerden doğrularak sırları dökülmüş kırık aynada kendini seyrediyor.    Bunların hepsi Döne! Bir, iki, üç, beş… Aynanın içinden  ona bakıyorlar; “Hanginiz ben?” diye soruyor. “Hanginiz ben?”  Yanıt gelmiyor. Çığlıkları yeri göğü inletiyor da, sesini duyan olmuyor…

Babası ne zaman ölmüştü anımsamıyor. Açlık sefillik yemiş bitirmiş umutları…

Amcası Cafer, onları evine alıp annesine imam nikâhı kıyıyor. Döne henüz on beşinde. Ana kız tarlada çalışıyorlar. O, sabahtan başlıyor demlenmeye. Gözlerine hapsediyor Döne’yi. Gözleri pis bakıyor Cafer’in; lağım gibi…

“İç” diyor. “Abıhayat bu! İç ki güzelleşelim.” Çay bardağındaki kan kırmızı suyu Döne’ye uzatırken, Hacer’i mutfağa yolluyor. Döne’nin yüreği ürkek bir ceylan, pır pır. Amcasının kaba hoyrat elleri, kardan arı teninde arsızca dolanıyor. Minik kır çiçeğinin üstünde pislik, bir at sineği Cafer! Çığlıklar yükseliyor içinden…

Her gece aynı karabasanla uyanıyor kan ter içinde. Sonra çekiyor küf kokulu yorganı ayağının ucundan ta başına kadar. Ortalık zifiri karanlık. Yine adım sesleri; pat pat pat… Gacurrr gucurrr açılıyor tahta kapı. Göz gözü görmüyor. “Ana?”  diyor ürkekçe yorganın altından. Ses veren yok! Bir karaltı dolanıyor odada. Yüreğindeki kuşlar göğüs kafesini zorluyor. Nasırlı bir el yorganı delip Döne’nin tenine ulaşıyor. Çığlık çığlığa bağırmak istiyor; Sesi çıkmıyor… sesi çıkmıyor… çıkamıyor.

Döne umarsız. Anası bir şey biliyor mu? Bu soruyu ona hiç soramıyor… Bir keresinde; “Annenin kalbi dayanmaz! Kedere, üzüntüye gelemez, dikkatli ol!” dediydi köyün doktoru. Ya bir gün duyarsa? Gerçekten de kalbi dayanmaz göçüp giderse bu dünyadan?

Cafer’le bir başına kalmak! Düşüncesi bile ürkütüyor. Kendini odaya kapatıyor. Günlerce...

 

Cafer, iyice zıvanadan çıkıp hırsını Hacer’den alıyor.

—Karı olamadın ana ol, de get çıkar kızını ininden!

Hacer umarsız, dayanamayıp gidiyor tahta kapıya; “Kızım, kınalı kuzum aç kapıyı.” Yalvarıyor. Döne açıyor kapıyı. Gözleri, annesinin gözlerinde asılı kalıyor. Hacer bakıyor, görmüyor… Görüyor, bakmıyor. Kızın yüreğinde fırtınalar kopuyor. Hacer’in her yanı mosmor. Çürümedik yer kalmamış yüzünde, bedeninde. Sarılıyorlar ana kız birbirilerine, daha önce hiç sarılmadıkları kadar.  “Kaç git buralardan kurtar kendini.” diyor yorgun kalbi son kez vururken göğüs kafesine. Çığlıkları yeri göğü inletiyor da, sesini duyan olmuyor…

“Anam biliyor, anam biliyor, anam biliyormuş!” Tespih oluyor bu cümle diline... 

                                               

Tahta kapıya ilişiyor gözleri. Gözlerini söküp alıyor kapıdan. Yatağını döşeğini yığıyor ardına. Gelemeyeceksin bir daha, gelemeyeceksin! Geceyi beklemeye başlıyor, korktuğu kömür karası geceyi.

Karanlık kök saldığında pencereyi aralıyor. Dışarıyı dinliyor çıt çıkarmadan. Yüreğinde kanat çırpan kuşların sesine, gece böcekleri yanıt veriyor. Yıldızlar kaybolmuş gibi; tek tükler. Bir yıldız kayıyor. Son kez bakıyor tahta kapıya… Gecenin içinde kayboluyor.



“Eskişehir Sanat Derneği 2007 yılı Öykü Yarışması” birincilik ödülü.

Daha fazla bilgi


Yarışmada ödül alan diğer öyküler:


Filiz Bilgin "Koşu"
Kezban Şahin Taysun "Tüccar Pri"
Hande Baba "Çeyiz Sandığı"
Merih Günay "Güvercinler"

  Buket Akkaya/  2007