Öykünün Almancası için:
Milano
Grand Hotel…
O
devrin değil sadece, bütün devirlerin dev oteli…
Halı kaplı koridorlar... Koridorlarda kadife perdeler...
Ocak
ayının sonları yaklaşmış.
Ayın 26. günü.
Saat 21.30
Yatağına yatmayı sevmeyen ihtiyar, söylene söylene perdenin yanındaki püsküllü
halata doğru ilerliyor. İki kez çekiyor halatı. Oda özel suit olduğu için, zil
de özel. Az sonra Alfonso oflaya puflaya yukarı gelip, “Buyrun Senyor…”
diyecek.
Alfonso da yaşlı.
Tek işi, ona hizmet.
O kim mi ki?
Giuseppe Verdi...
İtalyan operasının yetiştirdiği en büyük besteci.
Yaşarken de bu sıfatı hep taşıyacak ve bu konuda asla alçakgönüllülük
göstermeyecek bir dahi... Her dahi gibi biraz da deli...
Piyanosunun kapağı yıllarca hiç kapanmamış.
Kendisi İtalyan ama piyano Alman.
Hiç tartışma çıkmamış bugüne kadar aralarında.
Mussolini ve Hitler henüz ortalarda değiller.
Yeni yüzyıl başlayalı tam bir yıl olmuş.
İnsanlar coşkuyla girmişler 1900’lere ama değişen bir şey olmamış.
Hâlâ savaş var ve hâlâ aşk var.
“Aşk” diye söyleniyor Verdi… Kar yağışı başlamış; oda sıcak.
Alfonso kapıyı çalmasa, kim bilir daha neler geçecek aklından…
Bastonuna dayanarak gidiyor kapıya.
Bastonu güçsüzlükten değil, güçten kullanıyor aslında.
Alfonso sessizce bakıyor efendisine.
Verdi güçlü bariton sesiyle, “Çay!” diyor.
Alfonso cevabı ezbere bilerek, “Çörek de getireyim mi?” diye soruyor.
Verdi'nin burada, “Getir ama hafifçe ısınmış olsunlar,” demesi gerekli. Ama
demiyor. Keyfi yok.
“Hayır,” diyor, “Getirme.”
Konuşma uzun sürmüyor.
Son günlerde iyice içine kapanmış.
Üç gündür odasında.
Hiç sokağa çıkmak istemiyor. Hatta La Scala da Falstaff(1) oynanıyor. Ama
kafasının kaldırmayacağı kesin. Ne de olsa 88 yaşında. Son operası Falstaff'ın
galası yapılalı 8 yıl olmuş.
Emma...
O muhteşem galadan aklında kalan tek güzel şey.
Soprano Emma Zilli...(2)
O güzel, o çekici kadın…
Kadınlardan yana şansı çok açık olmasına rağmen, içinde yara olarak kalan son
kadın.
Ona seksen yaşında aşkı ve heyecanı yeniden tattıran soprano.
Ama kısa süren bir heyecan.
Giuseppina, yani karısı hayatta daha.
Ona ihanet etmeye niyeti yok.
Ama ya bu güzel tomurcuk duygular neden?
Kafasından atıyor bu düşünceleri ve Emma'ya bir mektup yazıyor:
"Emma...
Her zamanki gibi inanılmaz ve göz kamaştırıcıydınız...
Kostüm seçiminde bizzat bulunmanız terzileri biraz kızdırmış olsa da, içten içe
size iyi ki oradaymışsınız diyorum. Kostüm seçimindeki zarafetiniz kadar, doğru
tonları ve naturel çıkışlarınızı
(opera severler anlayacaklardır) Edoardo(3)'ya kabul ettirmeniz de, uzaktan
izleyen benim için çok eğlenceliydi.
Falsftaff'ın üçüncü temsilini hatırlıyor musunuz? Hepinizle vedalaştığımda her
biriniz, özellikle de siz ve Pasquo(4) çok duygulanmıştınız. O vedalaşmanın
benim için ne demek olduğunu bir düşünün. Bu, sanatçılar olarak bir araya
gelemeyeceğiz bir daha, anlamına geliyordu.
Tutto e finito!
Çay
geliyor.
Kapıyı çalmıyor bu kez Alfonso; aralık bırakıp gitmiş zaten.
Son anda vazgeçer diye bir-iki sıcak çörek getirmiş.
Piyanonun biraz ilerisindeki, Verdi'nin çalışma masasına bırakıyor tepsiyi.
Göz ucuyla bakıyor etrafa, yeni nota var mı diye.
Yok.
Sekiz yıl içinde, bir-iki küçük ağıt dışında bir şey yazmamış maestro.
Sessizce geri çıkıyor.
Verdi gözlerini dikmiş, dışarıda yağan kara bakıyor.
Emma
Milano'da sıçrayarak uyanıyor.
Angela
uyuyor.
Provalar çok ağır geliyor son günlerde.
Hasta hasta çalışmaktan yorulmuş.
Falsftaff tekrar başladığından, onda da oynamak zorunda.
İçinde bir huzursuzluk var.
Rüyasında maestro’yu görmüş.
Aralarında, 8 yıl öncesinden kalan bir bağ var.
Grand Hotel'de düzenli olarak onu ziyaret ediyor.
Çay içip sohbet ediyorlar.
88 yaşındaki bu aksi ihtiyar, bir tek ona gülümsüyor.
Hiç soru sormuyor üstelik.
Bu platonik aşk 8 yıl önceki ilk provadan beri devam etmekte.
Ve 9 Şubat 1893 günü, bu büyük ustadan çıkmış olan aryaları, ona bakarak
söylüyor.
Verdi, her zamanki vakur tavrıyla, en son locada oturmuş, ondan gözünü
ayırmıyor.
Karşısında hiç hata yapmadan söyleyen bu kadını yıllar önce tanımadığından
pişmanlık duymuyor.
Her şeyin zamanı, gerçekleştikleri an çünkü, erkeni yok bazı şeylerin.
Emma sıçrayarak uyanıyor ve giyiniyor.
Grand Hotel'e gidecek.
Maestro son günlerde iyi değil.
Şalını atıp omzuna, fırlıyor evden.
Angela hâlâ uyuyor.
Piyanonun
başına geliyor Verdi.
Yorgun elleri tuşların üzerinde geziniyor.
Tuşlar yavasça düşüyor ama tınılar zayıf.
Çalmıyor, sadece dokunuyor.
Nefret ettiği bir-iki tuş var nedense.
Ama bunu belli etmiyor tuşlara.
Nabucco'dan bir melodi çıkıyor elinden.
Verdi'yi Verdi yapan operası.
Bir iki başarısız opera denemesinden sonra kimsenin ona güvenmediği yıllar…
İtalya'nın birleşmesi…
Zor günler…
1840.
İlk karısının ve iki çocuğunun bir yıl içinde farklı zamanlarda ölüp gitmesi.
Evinden çıkan son tabut karısının.
Margherita.
O terra adio.
Elveda gökyüzü.
Ve bir gün Merelli ile karşılaşması…
Merelli eline zorla Nabucco'nun librettosunu tutuşturuveriyor.
La Scala onarımda; savaştan zarar gören kısımlarında inşaat var.
Açılış için Otto Nicolai’a gidiyorlar, anlaşamıyorlar.
Merelli, Giuseppe'ye bir şans verilsin istiyor.
Ve Verdi eline zorla tutuşturulan bu librettoyu okuyor ve gülümsüyor.
İşte aradığı bu.
Oturuyor notaların başına.
Sefalet içinde.
Yayıncılar yüzüne bakmıyor.
Kendine güveni sıfır.
Aldırmıyor, başlıyor.
İlk prova günü La Scala’da.
Solistler kasıtlı olarak kötü söylüyor gibiler.
Orkestra, sanki çalmak için değil de, tadilatın gürültülerini bastırmak için
oradaymış gibi davranıyor.
Ama o esirler korosu girince işin içine, bir anda çekiç sesleri duruyor.
Koro isteksizce eline aldığı notaları, coşkuyla sese dönüştürüyor.
İşte bu, başarının ilk adımı.
Artık Giuseppe Verdi efsanesi başlıyor.
Ve karısı olacak soprano, sahneden ona bakıyor:
Giuseppina
Strepponi.
Tok bir sesle “Güzel,” diyor.
“La Scala tekrar operayla tanışacak.”
Emma
kardan sırılsıklam bir şekilde lobiye giriyor.
Resepsiyondakiler onu tanıyorlar.
Dört yıldır gelen tek kadın.
Üstelik çok güzel bir kadın.
Kimseye bir şey demeden merdivenlere yöneliyor.
Güçlü bacakları merdivenleri tüketiyor.
Kapı her zamanki gibi kilitli değil.
Kilitli olmasa da kimse içeri girmeye cesaret edemez.
Önce hafifçe tıklatıp giriyor içeri.
Verdi ağır ağır dönüp bakıyor ona.
Şaşırmış değil.
“Seni bekliyordum,” diyor.
Emma gülümsüyor.
“Biliyorum. Bu yüzden geldim.”
“Islanmışsın.”
“Araba bulamadım. Kar yağıyor.”
Odada, Emma'nın, temsil çıkışlarında üzerini değişebilmek için bir küçük dolabı
var. Hemen koşuyor içeriye. Kapıyı bile kapatmadan soyunuyor. Piyano başından
görüyor onun çıplaklığını Verdi. 88 yaşında bile olsa, tatlı bir heyecan
kaplıyor içini. Gülümseyip dönüyor yağan kara. O an aklına bir melodi geliyor.
Libretto ilk defa kendine ait.
Ah bella Emma...
Piyanonun başına nota kâğıdını getiriyor.
Emma kuru bir şeyler giymiş, saçlarını kurulamış, darmadağın bir şekilde yanına
geliyor.
“Ne yapıyorsun?”
“Bir arya. Sana...”
“Bana mı?”
Emma gülümsüyor. Ona ilk defa bir şey yazacak Verdi.
Ne zaman bir parça yapsa ya da opera bitirse, saat kaç olursa olsun kırmızı
şarap içtiğini anlatmış ona Verdi bir zamanlar. Bir süre onu izliyor. Sonra
sessizce odadan çıkıp aşağıya, mutfağa iniyor. Alfonso garsonlarla kâğıt
oynuyor. Emma çok iyi bildiği mutfaktan küçük mahzene iniyor. Bir şişe kırmızı
şarap alıyor. Uzaktan Alfonso’ya gösterip gülümsüyor.
Merdivenler.
Oda.
Verdi çalışmakta.
Her kahramanına âşık olan bir adam o.
Viyoletta, içindeki hüzün. Ölen karısı.
Leonora, çocukluk aşkı, hiç kavuşamadığı.
Azucena, annesi.
Piyanonun sesi bütün otele yayılıyor.
Otelin dışına taşıyor.
İhtiyar adam sarsılıyor parmaklarının vuruşlarından.
O gece kediler
yarasalar
ve uygun adım yürüyen kalabalık bir
ordu gibi
Hızlı
ve düzenli yağan kar taneleri
eski otel perdeleri
kanepeler
battaniyeler
koridordaki halılar
şamdanlar
mumlar
Verdi dinliyorlar uzun süredir ilk kez.
27
Ocak 1901
Artık yeni bir gün başladı.
Saatin 12'yi vurması bir forte ana
gelmiş olacak ki, duymadı kimse.
Verdi son notayı yazıp kalemi bıraktı elinden.
O ana kadar hiç konuşmadan, hatta gözünü bile ayırmadan onu seyreden Emma,
elindeki toprak şarap kadehini getirdi maestro’ya.
Maestro’nun sesi yorgunluktan hırıltıya dönüşmüş.
“Sıra sende Emma,” dedi.
Şarabı sanki 17 yaşında bir delikanlının açlığıyla dikip bitirdi.
Emma’nın
huzurlu
ince
koloratür sesi piyanoyla birlikte başladı söylemeye.
İki sayfa hüzün.
O gece
duyan
bütün
canlı ve cansız
varlıkların
içine işledi melodi.
Parçanın sonunda bir kreşendo.
İşte bitti.
Verdi yerinden kalktı.
Şarabın durduğu masaya gitti.
Bastonu uzakta kalmıştı.
Ama bacakları çok güçlüydü.
Şarap koydu kendine.
“Doğumgünün kutlu olsun Emma.”
Emma ne demek istediğini anlamıyor Verdi'nin.
“Bu parça senin.
Sende kalsın,” diyor.
Emma büyülenmiş bakışlarla kadehini alıp onun yanına geliyor.
İlk kez ona bu kadar sarılmak istiyor.
Kararsız kalıyor.
Dönüp gidiyor, biraz daha şarap alıyor.
İçinden şarkısını bir daha söylemek geçiyor.
Cesaret edemiyor.
Verdi bir kadeh daha almış.
“Yorgunum Emma,” diyor.
Yatağına uzanıyor.
Emma da onun yanına yatıyor, elinde kadehi.
Sessizlik…
“Emma... Sana bir masal anlatacağım,” diyor hırıltılı bariton sesiyle,
“Ama ne bu masalı kimseye anlat,
ne de
bu aryayı söyle bir daha.”
“Tamam,” diyor Emma.
Dinliyor sessizce Verdi'yi.
Masal
başlamıyor.
Anlatılacak masal
88
yılın bütün anılarıyla
son bir nefeste çıkıp gidiyor.
Emma
şaşırmıyor.
Biliyordu sanki gelirken.
İlk kez sarılıyor, ona âşık olan, kendisinin de farklı bir aşkı tattığı bu
bedene.
Şalını alıyor üzerine.
Notaları topluyor.
Sessizce çıkıyor odadan.
Ocak ayının 27’si.
Yeni yüzyıl bir besteciyi yitirmişken, karların üzerinde yürüyor.
Aryasını içinden bile mırıldanamıyor.
1-Verdi’nin
80 küsur yaşındayken bestelediği ilk ve tek komik operası
2-Dönemin
ünlü sopranolarından
3-Dönemin
orkestra şeflerinden
4-Dönemin
sopranolarından
*Okuduğunuz öykü sanatçının "Madam Darla'nın Paris Yakınlarındaki Hanı" adlı kitabından alınmıştır.
... Soğuk bir Nisan günü kör ve ihtiyar bir kemancı,
morarmış elleriyle keman çalıp dileniyormuş. Yanına uzun boylu, çok şık iki adam
gelmiş. Birisi ihtiyarın paltosuna dokunarak, "kimse para vermeye yanaşmıyor
değil mi?" diye sormuş. "Noel her şeye yeter evlat ama soğuktan kimse
penceresini açmayı akıl etmiyor," demiş yaşlı adam. Şık ve zayıf adam, "o zaman
pencereler açılıncaya kadar devam et," demiş.İhtiyar güçsüz sesiyle,
"imkanım olsa müziğimi Tanrı'ya duyurmak isterim," demiş. "Duyuralım o zaman,"
diyen zayıf adam almış kemanı adamın elinden ve çalmaya başlamış. O eski keman
bir anda bambaşka bir ruha bürünmüş. O açılmayan pencereler tek tek açılmış.
Sokağa paralar yağmış. Zayıf adamın yanındaki genç, paraları toplayıp yaşlı
adamın keman kutusunun içine atmış.Ve son notayı çekmiş zayıf adam.
"Bereketli bir gün," demiş. "Artık evine gidebilirsin. Ne istersen al, ye, iç ve
Noel'in tadını çıkar.""Şaşkın ihtiyar, adın ne senin evladım?" diye
sormuş. "Bir kadeh de senin için içeceğim." Zayıf adam, "Paganini," demiş ve
yürümüş...