"Kolay, Kolay İnsanların İşidir!"

                  



 
"Tipik bir mayıs akşamı. Havanın ılıklığına bakıp, ince giysiler giyer ve şemsiyenizini almadan çıkarsanız, tiyatro çıkışı yağmurdan sırılsıklam; tanıtımlara inararak oyun izlemeye gidiyorsanız, gülmekten katılmış bir halde eve dönme olasılığı oldukça yüksek.
 
Tiyatro Frankfurt'un bu sezon ilk olarak sahneye koyacağı oyunun adı; " Pardon Yani!." Ünlü güldürü ustası Kandemir Konduk'un Tiyatro Frankfurt için kaleme aldığı bir derleme.
 
Sanatla yakından ilgilenenlerin özellikle Almanya'da önyargılı olmamaları beklenemez. Oyunun oynanacağı gün Türkiye kaynaklı bir haber seyirci sayınızı yarıya düşürebilir. "Vatan Kurtaran Şaban"lar televizyon seyrederekten tüm gün çareler üretir ve sorunu 3000 kilometre uzaktan çözerler(!) Zaten milli bir maç oynanacağı ya da bayram günlerinde herhangi bir etkinlik yapmaya kalkarsanız yandınız.  Yağmur ya da kar da etkier bizim sanatseverimizi(!) Vazgeçiverilir…
 

 
"Amatör tiyatroların kaderi" lafına başladığı günden bu yana karşı çıkan Kamil Kellecioğlu, yine ne yapıp edip, Offebach şehrinin en iyi tityatro sahnesi olan 175 yıllık, aynı zamanda deri işçiliği ile bir zamanlar ünlü Offenbach şehrinin görkemli binalarından biri olan, Ledermuseum Offenbach'ın tiyatro saolonu oyun için kiralamış.
 
Daha yoldan geçerken binada Türklere ait bir şeyler olduğunu farketmemek olanaksız. Kapının önünde oldukça kalabalık bir grup. Ne yapıtıklarını -sanırım- yazmaya gerek yok ama tahmin edemeyenler olabilir: Türk gibi sigara içiyorlar.
 
Şaşırmıyorum.
 
Girişte sıramızı bekliyoruz. Önde genç bir grupla gişedeki bayan arasındaki konuşmaları dinlemek zorundayız.
 
- Kusura bakmayın, inanın başka bir olasılığımız yok. Zaten 50 sandalye ilave edildi.
- Ama biz ta Köln'den geliyoruz.
- İnanın çok üzgünüz. Oyun 22 Mayıs günü tekrar oynanacak. Ona gelirsiniz.
- Yani 3 kişilik…
- Hanımefendi salon 260 kişilik. 50 tane de sandalye ilave ettik.
 
Şaşırıyorum.
 
Girişte yer alan kafeterya dolu. Tiyatro salonunun kapısından içeri bakıtığmda ise alışılagel(me)miş bir kalabalık. Olamaz! Salon dolu!..
 
Şaşırıyorum.
 
Ön sıralarda yerimizi alıyoruz. Oyun gene alışılagelmiş bir şekilde gecikerek başlıyor.
 
Şaşırmıyorum.
 
Sinemada alışılgelmiş alt yazı tekniğinin tiyatroda ilk uygulamasını gerçekleştiriyor Kamil Kellecioğlu: "Üst yazı." Teknik donatım gayet iyi. Çeviri oldukça kötü; dil uyumluğu zayıf. Ama bu bir ilk. Mutlaka daha iyileri olacaktır diyorum ve bu olanaklarla bu kadarı bile büyük başarı diyor;
 
Şaşırmıyorum.

 
Oyun, tam anlamıyla Türk toplumunu iyi analaize etmiş, kimin nelere güleceği değil, herkesin neye güleceği üzerine kaleme alınmış. Dolaysıyla salonun yarısı değil, hepsi gülme krizinde. Epizotlar  önceleride yapılan kısa açıklamalar, oyun hakkında ip uçları veriyor. Açıklamalar yapılırken oyuncular sahnede hareketsiz beklemekte. Seyirvciyi oyundan koparmamak için çok güzel bir yöntem. Sahne dekorlarını değiştirilme eylemi de hızlı bir şekilde, karartılmış sahnede yapılmakta. Perde kapanmadan hazırlandığı için seyirci gözünü sahneden ayırmıyor.  



 
Türkiye'nin en eski tiyatro, tv dizisi yazarlarından bir olan Kandemir Konduk; "Yazar (senarist) bu işin çekirdeğidir. Yönetmen ise suyu ve güneşi... İkisinin uyumlu bileşiminden güzel ürünler elde edilir" der. Oyun "Nabza göre şerbert." Yurtdışında yaşayan Türkleri yakından ilgilendirecek epizotlar monte edilmiş. Bu seyircinin oyunla bütünleşmesini sağlıyor. Yönetmenin de yurt dışında yaşadığını ve bu toplumu yakından tanıdığını eklersek neden oyunun bu kadar güldürdünü, ilgi gördüğünü anlamak olası.
 
Şaşırmıyorum.
 

 
- Alo…
- İki gün önce oyunun sahnelenmesinden vaz geçecekti.
- Neden ki?
- Oyunda önemli bir rolü olan Mesut Puar kalp klizi geçirdi. İki arkadaşımız zorunlu nedenlerden dolayı yurt dışına gitmek zorunda kaldı. Bu  kısa süre içinde üç oyuncunun rollerini ezberlemesi ve ekiple prova yapması gerekiyordu.
- Kolay, kolay insanların işidir. Önemli olan zoru başarmak. Sen bunların üstesinden gelebilecek bir yapıya sahipsin. Bu tür aksaklıklarla ne ilk ne de son karşılaşman bunlar. Dünyanın en zor işlerinden biri ekip çalışmasıdır. Hele hele bizim toplumumuzda.
- Tüm bunlara karşın nasıl buldunuz oyunu?
- Oyun, hem de Almanya gibi bir yerde 310 kişi karşısında oynanıyorsa, tüm ekip özverili bir şekilde çalışıp senin de  çabaların/ azmin neticesinde bu salonu dolduran kişileri gülmekten kırıyor ve herkesi "İyi ki gelmişiz" dedirtebiliyorsa…
- …
- Eğer vaktin varsa sana yıllar önce bilgisayarıma kayıt ettiğim bir metni okuyayım.
- Dinliyorum…



*"18 Kasım 1995 günü keman sanatçısı Itzhak Perlman, New York'ta, Lincoln Center'daki Avery Fisher Salonu'nda bir konser vermek üzere sahneye çıktı.

Eger herhangi bir Perlman konserinde bulunmuşsanız bilirsiniz ki onun için "sahneye çıkmak" hiç de küçümsenecek bir başarı değildir.

Çocukluk yıllarında çocuk felcine yakalanmış olan Perlman'in her iki bacağında da destekleyici aletler vardır ve ancak kol değneği yardımıyla yürüyebilmektedir. Onu sahne üzerinde her defasında sadece bir adım atabilmek suretiyle acı içinde ve yavaş yavaş yürürken görmek unutulmayacak bir görüntüdür.


Ağrılar içinde ama ihtişamla yürümektedir, sandalyesine erişinceye kadar. Sonra oturur; yavaşça koltuk değneklerini yere koyar, bacaklarındaki aletlerin klipslerini açar, bir ayağını geriye iter, ötekini öne uzatır. Daha sonra yere eğilerek kemanını alır, çenesinin altına koyar, orkestra şefine başıyla işaret verir ve çalmaya başlar.


Şu zamanda değin, izleyiciler bu rituale alışmışlardır. O, sahnenin bir ucundan sandalyesine doğru ilerlerken sessizce otururlar. Bacaklarındaki klipsleri açarken inanılmaz bir sessizlikle beklemektedirler. Çalmaya hazır olana dek beklerler.


Ancak o konserde bir şeyler ters gitti. Daha ilk birkaç satırı çalmıştı ki kemanın tellerinden bir tanesi koptu. Telin kopma sesini duyabilmek mümkündü, salonun bir ucuna tabancadan fırlayan kurşun gibi gitmişti ses. O sesin ne anlama geldigi konusunda yanılmak imkansızdı. Ve bunun akabinde ne yapılması gerektiği konusunda da...


O gece orada olan insanlar kendi kendilerine şöyle düşündüler: "Anlamıştık ki, yeniden ayağa kalkması, atelleri yeniden takması, koltuk değneklerini alması yavaş yavaş sahne arkasına gitmesi ve ya yeni bir keman bulması ya da yeni bir tel takması gerekecekti"


Ama o öyle yapmadı. Bunun yerine bir dakika kadar bekledi gözlerini kapadı ve sonra şefe yeniden başlaması için işaret verdi. Orkestra başladı ve o kaldığı yerden devam etti. Ve daha evvel hiç görülmemiş bir tutku, güç ve saflıkla çaldı. Elbette herkes bilmektedir ki senfonik bir eseri sadece 3 telle çalmak imkansızdır. Bunu ben de bilirim, sen de bilirsin, herkes bilir.


Ama o gece Itzhak Perlman bilmeyi reddetmişti. Onu parçayı kafasında molüde ederken, değiştirirken ve yeniden bestelerken görebilirdiniz. Bir noktada, telleri nerdeyse yeniden tonlamışçasına sesler çıkarmaktaydı kemandan, daha evvel hiç vermedikleri sesleri vermelerini sağlamak için...


Bitirdiğinde salonu olağanüstü bir sessizlik kapladı. Ve akabinde seyirciler ayağa kalktı ve tezahürata başladılar. Oditoryumun her yanından inanılmaz bir alkış patladı. Hepimiz ayaktaydık bağırıyor, ıslık çalıyor, alkışlıyor, yaptığını ne kadar takdir ettigimizi, beğendiğimizi anlatacak her türlü hareketi yapıyorduk.


Gülümsedi, yüzünden akan terleri sildi, yayını kaldırarak bizi susturdu ve böbürlen değil ama sessiz, güçlü, dingin bir tonla söyle dedi: "Bilirsiniz, bazen de sanatçının görevidir, elinde kalanlarla ne kadar daha müzik yapabileceğini bulmak..."

Bu ne güçlü bir cümledir. Duyduğumdan beri aklımdan çıkmıyor. Ve kim bilir? Belki de bu bir yasam tarzıdır - sadece sanatçılar için değil hepimiz için. Burada, tüm yaşamını bir kemanın 4 teli ile müzik yapmak üstüne kuran ve birden bire, bir konserin ortasında kendini sadece 3 tel ile bulan bir adam vardır.

Öyleyse o da 3 tel ile müzik yapmayı seçer, ve o gece yaptığı, sadece 3 telle yaptığı müzik, daha evvel yaptığı, 4 teli varken yaptığı her şeyden daha güzel, daha kutsal, daha unutulmazdı...


O zaman belki de bizim görevimiz, yaşadığımız bu sallantılı, hızla değişen, ürkütücü dünyada kendi müziğimizi yapmaktır; önce elimizde olan her şeyle; ve daha sonra bu artık imkansız olduğunda, sadece elimizde kalanlarla..."














Itzhak Perlman'ın gösterdiği performans büyük bir başarıdır ama yabanda yaşayan sanatçılarımız "Tek telle" bile konserler vermekte olduğunu düşünürselk...

Ben, tüm gün biryerlerde ekmek parasını çıkartmak için uğraşan, geri kalan zamanını ailesi ve tiyatro için harcayan… 17 kişilik bir oyunu en zor şartlarda sahneye koyan… Oynadığı her oyunda salonu doldurmasının bilen ve oyun sonunda ayakta alkışlanan birini, Itzhak Perlman görse; "Benimki de iş miymiş?" diyeceğinden eminim.


Bundan bir sene önce Kamil Kellecioğlu için bir yazımda, Don Kişot yakıştırmasını
yapmıştım. Evet o gerçek bir Don Kişot, hem de Sancho Panca'sı olmayan.


 



*Jack Riemer; Houston Chronicle




  


  
 Nida Öz - Kamil Kelleçioğlu
 H@vuz Yayınları'ndan Yayımlanmış Kitaplar