"Bursa’da
cezaevinde
Kapatmışlar
bir devi
Ellerini
ısıtsın yüreğimin alevi…"
İlginç İddialar
Ve Bir Tanıklık
Nâım’ın Bursa’ya ilk yolculuğu 1933’tedir.
Bursa Ağır Ceza Mahkemesinde “gizli örgüt kurmak”, ”İstanbul, Bursa ve Adana
gibi, amelenin yoğun olarak bulunduğu illerde bildiri dağıtmak”, ”duvarlara
yazı yazmak…” gibi iddialar öne sürülerek; devleti yıkmaya çalışıp ama sadece
yıkmakla da kalmayıp komünist bir düzen kurmaya çalışmak suçlarından idam
istemiyle yargılanır. O yıllarda Pirâye’ye şöyle seslenir:
“İhtiyar bir çınar ağacına
benzeyen gövdemin içinde her dem taze her dem kuvvetli ve her dem senin
ateşinle dolu, aşınmamış, pırıl pırıl bir yürek taşıyorum. Seni düşünürken ben
gençleşiyorum.”
1933 yılında toplam 25 mahkum jandarma
gözetiminde ve ikişerli kelepçeli olarak Bursa Adliye binasına girerler.
Heykel’deki Eski Bursa Adliyesi’nin önü ana baba günüdür. Nâzım, bir başka
şairle, Nail Vahdeti Çakırhan’la aynı kelepçeyi paylaşır. Bursa’daki mahkemeyi o
yıllarda henüz lise öğrencisi olan ve sonraki yılların ünlü gazetecisi ve
yazarı olarak karşımıza çıkan İsmet Bozdağ da izler. İsmet Bozdağ’ın
anlatımına göre; savcı elinde tuttuğu bir kağıdı (Enternasyonal bildirisini)
Nâzım’ın yüzüne sallar. Ve o sırada mahkeme başkanı, Nâzım’a: ”Bu beyannâmeyi
sen mi yazdın?” diye sorar. Nâzım: ”Hayır!“ diye yanıt verince: Mahkeme
başkanı: ”Kim yazdı ?” diye sorar. Nâzım: ”Enternasyonal yazdı.” yanıtını
verdiğinde, mahkeme heyeti: ”Sanığa soruldu. Cevaben enternasyonal denildiği
için müteakip celseye“enternasyonalin”
celbine karar verilmiştir…”
Bursa cezaevinde o yıllar 34
siyasi tutuklu varmış.
1933 yılındaki duruşmaya tanıklık
eden gazeteci İsmet Bozdağ, 1941 yılında bu kez temsilcisi olduğu Vatan
Gazetesi adına Nâzım’la ilgili haber yapmak isteyince belediyedeki işinden
olur. Ve bu olaydan sonra Bursa gazeteleri Nâzım’la ilgili haber yapmaya
çekinirler.
İlerleyen duruşmalarda daha da ilginç olaylar
yaşanmıştır. Bir sonraki duruşmada savcı, adı duruşmaya sonradan eklenen Kadri
isminde birinin üzerinde bulunan Karl Marks’a ait kitabı da Nâzım’ın yazdığını
iddia etmiştir. 31 Ocak 1934’te Bursa Ağır Ceza
Mahkemesi Nâzım Hikmet, Nail Vahdeti, Tosun Ömer ve Yonga Ömer hakkında beş yıl
mahkûmiyet kararı verir. Hapis cezası alan bu dört kişi 5 Ağustos 1934’te
cumhuriyetin onuncu yılı dolayısıyla çıkarılan af sonucu serbest bırakılır.
Nâzım, Harp
Okulu ve Donanma Davaları sonucu davaları yürütenlerin siyasal tutumları
nedeniyle 29 Ağustos 1938’de 28 yıl 4 ay hapis cezası almış ve bir iki
cezaevinde kaldıktan sonra Çankırı Cezaevine gönderilmiştir.
5 Aralık
1940. Anadolu’da bir bozkır sabahı… Nerde başlayıp nerde bittiği belli olmayan
bir rüzgar ve uzayıp giden yolun kıyısında aralıklarla öbekleşmiş, yarılmaya
karşı dirençli; dokusu sıkı ve sağlam akasyalar… Ve akasyalar gibi dirençli,
onlarca yüreğin, onlarca nefesin attığı Çankırı Cezaevi…
Sabahın erken saatleriyle birlikte
avluda bir hareketlilik başlar. Çankırı Cezaevi’nin nakil aracı bir iki marş
sesinin ardından çalışır ve yanaşır demir kapının önüne… Nâzım Hikmet,
kendisine verilen rapor gereği kaplıcalı bir kent olan Bursa’ya; bir başka
deyişle, duvarları arasında kesintisiz olarak on yıl yatacağı Bursa
Hapishanesi’nin beş yüz altı kilometrelik yolculuğuna o gün başlamıştır.
Bu arada belirtmem gerekir ki Nazım, Bursa’ya bir kez
kelepçesiz gelir ve kelepçesiz gider.
Bursa’da Kelepçesiz Bir Gün…
1936 Mayısının son Pazar günü Nâzım, bu kez Akşam Gazetesi’nin bir
muhabiri olarak Bursa’dadır. Bursa’da yoksul bir emekçi ailenin çocuğu olarak
dünyaya gelen ve geçirdiği sıkıntılı yılların ardından Akşam Gazetesi’nde
çalışmaya başlayan “Amcabey” tiplemesinin yaratıcısı Cemal Nadir’in sergi
açılışı yapılacaktır. Haber yapmayı hem arkadaşlık hem gazetecilik görevi
olarak gören Nâzım, soluğu Bursa’da alır. Bu, onun Bursa’ya kelepçesiz olarak
gelip kelepçesiz olarak gittiği son yolculuktur…
Nazım’ın, Bursa’daki yaşamı öyle
tanıklıklarla dolu, araştırdıkça öyle ilginç anılar karşınıza çıkıyor ki…
Bursa Kalesinde Orhan Kemal’le
Aynı Koğuşta…
Bin dokuz yüz kırk. Beş Aralık. Cezaevi
arabası, kuzeyde çınarları güneyde meyve ağaçlarını, pınarları ve Uludağ’ın
eteklerine serpilmiş Kızık köylerini geride bırakarak Bursa’ya yaklaşır… Bursa
Hapishanesi o zamanlar nüfusu yüz bin kişi olan şehrin dışına düşmektedir.
(Bugün Uluyol Caddesinde bulunan Yeni Adliye Binasının olduğu yer.)
Nâzım, Bursa Hapishanesi'ne girer girmez eline
kağıt kalemi alır ve Çankırı’daki dostu Kemal Tahir’e şöyle der;
”Bursa’dayım.
33 senesinden beri Bursa Hapishanesi’nin duvarları, pencereleri, malta boyları
değişmemiş. Ne eskimişler ne yenileşmişler. Hatta o zamandan kalma bir iki
mahkûma dahi rastladım… Oda arkadaşımın adı da Kemal. Senin adın gibi. Yalnız adı değil sana benzeyen, şiire
meraklı, senin gençliğin gibi…”
Nâzım’ın bahsettiği kişi, önceleri
şiire meraklı fakat Bursa Hapishanesi’nde onun yönlendirmesiyle öykü ve roman
yazmaya başlayan ve sonraki yıllarda “Arkadaş Islıkları, Gurbet Kuşları,
Yalancı Dünya, Hanım’ın Çiftliği, Bir Filiz Vardı, 72.Koğuş…” gibi kitapların
yazarı olarak karşımıza çıkan Orhan Kemal’den başkası değildir… Nâzım, Kemal’le
yakından ilgileniyor, Fransızca öğrenmesi için destek veriyor ve kendi
bilgisini onunla cüretkârca paylaşıyordu… Nâzım, Orhan Kemal’in şiirle
uğraşmasına, şiir yazmasına kızardı. Ona roman ya da öykü yazması yönünde
telkinde bulunurdu. Onunla Bursa Hapishanesi'nde kaldığı 1943 yılına kadar çok
yakından ilgilendi. Kendisi gibi haksızlığa uğratılmış aydınlara şöyle
seslendi:
“Yüklü yemiş dallarıdır
kollarımız,
silkeler durur düşman, silkeler
durur bizi.
ve yemişimizi daha rahat, daha
kolay toplamak için,
vurur prangayı ayağımıza değil, vurur prangayı
kafamızın içine...”
26 Eylül 1943‘te
Orhan Kemal, Bursa Cezaevi’nden tahliye olur. Memleketi Adana’ya gider. Gider
ama yüreği, canı Bursa’da kalmıştır. Ve yıllar sonra öğretmenini anımsar ve
sarılır kalemine…
"Günler
geçecek ekmek derdi çökecek omuzlarıma
Fabrika, makinalar tezgahım
Sana şeker kamışı, portakal yollayacağım
Karım yün çorap örecek, her hafta mektup yazacağız
Askere almazlarsa eğer
Unutabilir miyim seni
Tahtakurusu ayıkladığımız hapishane gecelerini
Ve radyoda şark cephesinden haber beklediğimiz
Müthiş anların küfrünü
Radyonun yanındaki duvara kurşun kalemiyle abus insan yüzleri çizmiştin
Unutabilir miyim seni hiç ?
Hala beton malta boylarında duyuyorum
Takunyaların sesini !
Unutabilir miyim seni ?
Dünyayı ve insanlarımızı sevmeyi senden öğrendim
Hikaye şiir yazmayı ve erkekçe kavga etmeyi, senden!"
Cezaevinde Yetişen Ressam: Balaban
Bursa Hapishanesi’nde Nâzım’la birlikte değişen bir şeyler olmuştur.
Önceleri ona yaklaşmayan hatta ondan korkan kimi mahkumlar onu tanıdıkça
yakınlaşmışlardır. Meydancı Bobi Niyazi’nin: ”Üstad geldi üstad!” demesiyle
Bursa’nın hemen yanı başındaki Seçköy’den Balaban’ın koğuşu canlanır. İbrahim
Balaban hısmını öldürdüğü için 1942-1945 ve 1948-1950 yılları arasında Bursa
Cezaevi’nde Nâzım’la birlikte yatar. Onunla ilk kez cezaevi berberinde
karşılaşır. Şairden resim tekniğini öğrenir. Sadece resim tekniğini öğrenmekle
kalmaz, Nâzım’dan sosyoloji, felsefe ve ekonomi-politik dersleri alır. Vatan
gazetesinde Nâzım’ın da desteğiyle şu haber çıkar: ”Cezaevinde yetişen ressam.”
Ve yıllar sonra “Şair Baba.” diye çağırdığı Nâzım için: ”Bir güneşti ve ben o
güneşin içinden doğdum.” der.
“İşte seyreyle gözüm, işte insan/
Dağın, taşın, kurdun efendisi/ İşte poturunda yamalar
İşte karasaban/ İşte sağrılarında kederli, korkunç oyuklarıyla
öküzleri…”
Balaban, şimdi dünyaca tanınan
ünlü ressamlarımız arasında olup yaşamını halen İstanbul’da sürdürmektedir.
1940’lı yılların başında cezaevi
müdürü Nâzım’ın dayısı olan Ali Fuat Cebesoy’un (General) yaveri Tahsin
Akıncı’dır. Bu nedenle Nâzım’a müsamahalı davranır. Hatta Bursalı gazeteci İsmet Bozdağ’a göre şairimizin
haftada bir gün Çekirge’deki Hayat Oteli’nin
kaplıcasına gitmesine o izin verir.
”Bir güneşti ve ben o güneşin
içinden doğdum.”der.
FAİK
BERCAVİ (FAYEK), NAİL, TORNACI, AHMED, UFAK ALİ, BULGAR GAVRİTCH VE DİĞERLERİ…
FAİK BERCAVİ (FAYEK) 1933 yılında
yıl sonu tatilinden yararlanarak eski bir aile dostu olan yaşlı karı kocayı
ziyaret için Bursa’ya gelir ve geldikten iki gün sonra Bursa Emniyet
Müdürlüğüne bağlı polislerce gözaltına alınır.Beyrut doğumlu İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde okurken Nazım’ın adamı olmak savıyla
tutuklanır.1938 yılında gazeteciliğe başlar.2.Dünya Savaşında Hitler Faşizmine
karşı Bulgaristan,Romanya ve Ukrayna’da savaşır.1959’da Fransa’ya yerleşir.Çeşitli
ülkelerde elliye yakın resim sergisi açar.
Ve Nazım için şöyle der:
“Yaptıkları ve yaşamı,
duygularına, yazılarına tastamam uyan bir şair. İnsanlık yönü; şiirlerindeki
derinlik, insancıllık ve içlilik kadar engindi.”
FAYEK,26 Nisan
1934 yılında beş yıl ceza aldıktan sonra şunları söyler:”Sağ olasın Bursa şehri
buraya geldik. Fakat bir türlü bırakıp gidemedik.”
“Dalgın dalgın Bursa sokaklarında dolaşıyordum. Böylece
Yeşil Cami’ye kadar geldim. Oradaki talebe kahvesinin bir köşesinde yer bulup
oturdum. İçimde ne yas ne sevinç vardı. Sanki uzun çok uzun yıllardan beri
burada yaşıyormuşum gibi bir duygu genç varlığımı kaplamış bulunuyordu.”
“Hayatım boyunca Bursa’ya gidip bu yerleri
tekrar görmeyi ne kadar istemiştim. Her karar verişimde bir engel çıkmıştı ve
ben Bursa’yı bir daha göremedim...”
KOCA GAVUR BULGAR GAVRİTCH
Hakkında ihbar yapılıp da tevkif
edilenler Nazım’ın teşkilatı diye algılanıyordu. Halbuki içlerinde Nazım’ı
tanımayanlar, adını bile o ana kadar duymayanlar vardı. Gözaltına alınışı bir o
kadar komik. İçeri almaya neden bulamayınca emniyet yetkilileri Gavritch’in
evine geliyor ve küçük kızına şeker verip “söyle bana sen kimsin deyince küçük
kız, babasıyla eve gelen misafirlerden duyduğu o sözü söylüyor(komünist) ve
gözaltına alınıyor…
NÂZIM HİKMET
YETİŞTİRMESİ TAHRİKÇİ TUTUKLANDI!
Yıl 3 Ekim 1947.Bursa’da yayınlanan “Doğru
Gazetesi” nde birinci sayfadaki haberin başlığı şöyledir: ”Nâzım Hikmet’in
Yetiştirmesi”. Haber şu şekilde devam eder: ”Mudanya’da adam öldürdüğü için yedi
yıl yatıp çıkmış Cepneli Halil Cengiz, tahrikçilik yaparken bir kahveci
tarafından yaralandı. Adı geçen kişinin Bursa Cezaevi’nde Nâzım Hikmet’in
yetiştirmesi olduğu anlaşılmış ve tutuklanmıştır.”
Sonraki yıllarda yukarıdaki gibi
çok olay yaşanır Bursa’da. Cezaevine orman kesmekten girmiş, adam öldürmekten
girmiş, bir çok mahkumun dışarı çıktıktan sonra benzer gerekçelerle saldırıya
uğradıkları ya da göz altına alındıkları görülür.
BURSA KIZ ÖĞRETMEN
OKULU ÖĞRETMENLERİNDEN CEZAEVİNİ ZİYARET
Yıllar önce, adını şu an
hatırlayamadığım Bursalı bir gazeteci bana: ”Nâzım, cezaevi bahçesinde
dolaşırken sürekli ‘Ninna yarim ninna’ türküsünü söylermiş. ” demişti. Yine
aynı türküyü söylediği bir sabah, üstelik cezaevinde bazı mahkumların ona selam
vermekten çekindiği ; Bursa basınının onun hakkında yazı yazmaktan kaçındığı
bir dönemde 1944 yılının bir Pazar sabahı cezaevinin demir kapısı açılır. Şu an benim de görev yaptığım ve o zamanki
adıyla” Bursa Kız Öğretmen Okulu” (Bursa Kız Lisesi) öğretmenleri, Nâzım’ı
ziyarete giderler. Nâzım, Pedagoji
öğretmeni Şevki Bey ve Nebahat Sütunç başta olmak üzere on kişilik öğretmen
grubuna dokuma atölyesini, kendi koğuşunu gezdirir; kanaryası Memo’yu
tanıtır. Nebahat Sütunç, Nâzım’ın o yıllardaki odasını şöyle tanıtır: ”Tabandan
oldukça yüksekte demir parmaklıklı pencere, kapının karşısındaki duvara
paralel, haki battaniye ile örtülü karyola, karyolanın sol karşısında önünde
bir tahta iskemle bulunan tahta kare masa üzerinde bir yazı makinesi.
Karyolasının başında annesi tarafından yapılmış iki yağlı boya tablo. Kapının
karşısındaki duvarda kırmızı kalemle işaretlenmiş Orta ve Doğu Avrupa haritası.
Her gece 22.30 radyo haberlerini dinler, Hitler ordusunun girdiği yerleri
işaretler, sonra yatarmış.
Birlikte çaylar içilmiş sohbetler
edilmiş ve ayrılık vakti gelmiştir. Bursa Kız Öğretmen Okulu öğretmenlerinin o
gün oraya gitmesini ve Nâzım’la tanışmalarını sağlayan Şevki Bey, Nebahat
Sütunç’un anlatımına göre yeni ders yılı başladığında okuldaki görevinden büyük bir olasılıkla
alınmıştır...
Hapishane İşliğe Dönüşüyor
Onunla birlikte
Bursa Hapishanesi bir işlik haline gelir. Tayyare biçimini andıran cezaevinin
üçüncü katında sol taraftadır koğuşu. Koğuşunun penceresinde karanfil ve ıtır
saksılar, masada Kemal Tahir’in verdiği daktilo; duvardaki kafeste kanaryası ”Memo”.
Nâzım, Bursa Hapishanesi’nde
mahkumların resmini yapar, el işi sandık, tepsi, oymacılık, dokuma tezgahı
kurup dokuma işiyle uğraşır; tül perde üretip cezaevi müdürünün izniyle bu
ürettiklerini dışarıda satar. Başta annesi Ressam Celile Hanım olmak üzere
Kemal Tahir ve VÂ-NÛ’lara Bursa Hapishanesi’nden yazdığı mektuplarda
bunlardan bahseder. Ve onlardan hapishanede üretilen bu eşyaların satılması
için yardım ister.
Bursa’da tercüme yapar, öyle ki Milli
Eğitim Bakanlığı ondan Tolstoy’un “Harp Ve Sulh” kitabını para karşılığı
tercüme etmesini ister. Bursa’da kaldığı süre içerisinde yazdığı şiirleri, ”Mazhar Lütfi,
İbrahim Sabri, Nurettin Eşfak” takma adlarıyla 1938-40 yılları arasında “Yeni
Edebiyat”, 1938 ve aralıklarla
1946 yılları arasında “Ses”, 1943-44 yılları arasında
“Yürüyüş”, 1946 yılında
“Söz” ve “Yığın”, 1946-48 yılları arasında
“Baştan”, “Yeni Baştan” dergilerinde
yayınlanır. Kendisi o yılları şöyle anlatır:
“Bursa Hapishanesi’nde
çalışıyorum, tercüme yapıyorum. Manzaraları işliyorum, sevgililerimi düşünüyorum. Tepeden tırnağa hasret, tepeden
tırnağa ümitten ibaret bir halde. Bazan yüreğimde yüzlerini bile görmediğim
milyonlarca insanın acısı, ümidi; bazen bir tek kadının yumuşak, sıcak
dudakları…”
Yine o yıllarda Bursa Hapishane
müdürünün kızı Şehnaz Hanım, Nâzım’ın bazı şiirlerinin dışarıya duyurulmasında
önemli katkılar sunar.
Nâzım, ülkesinde ve dünyada
yayınlanan dergileri, gazeteleri takip eder. Bursa Hapishanesi’nde kaldığı süre
içerisinde yüzlerce kitap okur. Okuduklarını beraber kaldığı mahkumları
küçümsemeden onlarla paylaşır. Başta Kemal Tahir olmak üzere diğer aydınlarla
çevresiyle paylaşır. Ülkemizde Türk ve dünya edebiyatıyla ilgilenenlerin
Nâzım’ın, cezaevinden, arkadaşlarına
yazdığı mektuplardan elde edecekleri çok şey vardır.
Bir sonraki Bölümde: Hitler’in Yenilgisi ve
Hapishanedeki Casus!