Ünlü
Polonyalı bilim kurgu yazarı Stanislaw Lem meslekdaşlarından birkaç on yıl önce
1964’te yayımlanan summa techonologiae adlı kitabında Phantomat, hayalmatik adlı
sanal gerçeklik yaratan bir makineden söz etti. Phantomat’ın içinde yeni bir
hayat seçmek mümkündü.
İnsan
böyle bir şeyi arzu eder mi?
Düş
otomatı bize sufistlerin daima aradıkları şeyi vermekteydi. Materyal dünyadan
ve ölümlülükten sıyrılma. Sonsuza dek sanal bir âlemde varolmak.
Uyusam
uyanmasam derler sıkıntıda olan kimseler. Bunla ölüp gitmekten çok rüyalara
dalıp eskisinden çok daha olumlu bir gerçekliğe, daha keyifli, katlanılır bir
hayata ulaşma özlemini kastederler.
Tanrım
beni baştan yarat isteğinin şarkılara, romanlara ve operalara konu olmuş çok
güçlü bir duygu olduğu unutulmasın.
Matrix
filminde Anderson böyle bir imkânı kırmızı ve mavi haplar yardımıyla elde
edecektir. Uyku tanrısı Morpheus kendisine hapları uzatır. Maviyi alırsa eski
mutlu sorunsuz, ama sanal olan hayatına dönecektir. Kırmızı hapı yutarsa
gerçekliği adım adım tanıyacak ve insanların yeniden normal hayata kavuşmaları
için mücadele edecektir. Tabii ki kırmızı hapı seçer. Neo bir seçilmiştir. Bir
tür Mesihtir. Kurtarıcıdır. (Öyle midir gerçekten?)
Simülasyonlar
niçin büyük bir titizlilikle planlanır? Bu
mükemmellik arzusu neyi amaçlamaktadır. Kusursuz bir dünya
mümkün müdür?
Matrix filminden iyi tanıdığımız ajan Smith bir
sahnede şöyle der: “Birinci Matrix’in
içinde kimsenin acı çekmediği, herkesin mutlu olduğu mükemmel insani bir dünya
olarak tasarımlandığını biliyor muydun? Sonuç bir felaket oldu.”
Matrix sonuçta insanların bir koza içinde yaşadığı,
hayalinde işe gittiğini, sokaklarda yürüdüğünü, aşık olduğunu, savaştığını
düşündüğü sanal bir dünya. Bunu yapanlar da bilgisayarlar. İnsanın kozaların
içindeki enerji kaynağı olarak kullanılması, çalıştırılması yani, Matrix
programının hedefi değildi. Hedef mükemmel bir dünya yaratmaktı.
Kimbilir kaçıncı kez insanlığın mükemmel bir dünya
arayışı hüsranla sonuçlanmakta.
Şimdi
zamanımıza çoğumuzun kırmızı hap kürü yaptığını düşündüğü anlara bir bakalım.
İngiliz felesefecisi John Gray Matrix filminin çağrıştırdığı durumlar üzerine
çok ilginç bir deneme yazmıştır. Zamanımızı çok iyi değerlendiren bu denemeden
önemli bulduğum 7 önermeyi buraya aldım.
1 - Şu sıralar politikaya inanç önemli ölçüde yokolmuş
ve teknoloji dönüştürülmüş dünya rüyasını tek başına ifade eder hale gelmiştir.
Çok az kimse refahın daha adil bölüştürülmesiyle açlık ve fakirliğin bertaraf
edileceğine inanmaktadır. Politikayla ne Irak’ın işgalini engelleyebildik, ne
de açlık sorununu.
2 - Anenevi şekilde süren sosyal kontrol bitip
gittiğinde cürümle mücadele için yerine video kameralarını ikame ettik.
Terörizme destek veren ülkelere karşı akıllı bombalar, hayal kırıklığı ve
depresyon gibi insani tepkilere karşı prozak. Çevreye kafayı takmamak için de
walkman ya da MP3.
3 - Matrix insanın daha iyi bir dünya için doğallıktan
uzaklaşmış istek ve arzularının en gelişmiş teknolojiyle kaçtığı bir rotadır.
4 - Matrix kendini sonsuza kadar yenileyebilecek
şekilde inşa edilmemiştir. Er ya da geç kader ya da zaman nedeniyle yokolup
gidecektir.
5 - Matrix
üzerine yapılan yorumlardan birinde sistem içinde arıza yaratacak bir kaynağa
değinilir. Bu insani serbest iradedir. Kozada yaşayanlar bir sanrı içinde
yaşarlar. Ama bir kez bunun sanrı olduğunu keşfederlerse karşı çıkabilirler.
6 - Aslında gerçekliğin,
problemlerimizin çoğunun çözümsüz durduğu bir pazarı yoktur.
7 - Matrix
filmleri teknolojik sihirin harika bir sanat ürünüdür. Eğer bir mesajları
varsa, bu teknolojinin sihir olmadığıdır. Teknoloji gerçekte insan hayatını
değiştiremez.
Matrix
filminde Morpheus’un hovercraftındaki asilerden biri olan Cypher zamanla insan
ve makine arasıhdaki bitmez tükenmez savaştan yorulmuştur. Bu gerçeği hiç
bilmediği, kozasında mutlu hayatını sürdürdüğü anları özlemektedir. Sonunda
aşırı yorulur ve ajan Smith’le bir anlaşma yapar. Neo’nun yerini ele verecek,
bunun karşılığında sorunsuz eski durumuna, mavi hap yuttuğu zamanlara
dönebilecektir. Arkadaşlarına ihanet eder. Çok kayıplar verdirir ve kendi de
telef olur gider.
Lem
insanların rüyalar âlemini kargaşa ve kavgalarla dolu gerçek dünyaya tercih
edeceklerinden korkmaktaydı.
Bu
korkuyu simgeleyen Cypher, ihaneti karşılığında sadece eski konumuna dönmeyi
isterken, bildiği gerçekliği de tümden unutmak ister.
Bu
mümkün müdür?
Şu
anda dünyanın her yerinde kitlesel medya tarafından oluşturulmuş illüzyon içinde
yaşamayı seçenler vardır. Bunlar sanıldığı gibi tümden mavi hap yutanlar
değildirler.
Zamanımızda
mavi hap konumunda kalmak iyice zorlaşmıştır. Kitle iletişim araçları bizi
yamulmuş, anlamı dönmüş de olsa gerçeklikle bombalarlar. Bu nedenle
kursaklarımızdan geçen artık kahverengi bir haptır. Cypher hapıdır. Yaşanan
illüzyonun gerçek olmadığını, sonsuza kadar devam etmeyeceğini biliriz, ama mış
gibi yaparız. Bir sabah mış gibi gerçekliğine uyanacağımızı hayal eder dururuz.
Cypherlık yaparak gerçekliği görmezden gelmeye çabalarız. Markalı giysiler,
yeni bir araba, hızlı bir bilgisayarla kaçış yolunda tutunmaya çabalarız.
Sonra
bir an gelir, illüzyon çöker ve kaba gerçeklik acımasızca üzerimize abanır.
Başta
savaş ve çevre felaketleri olmak üzere bir çok acil sorun bize kırmızı hap
sunmak üzere sırasını beklemektedir.
Külyutmazlık formatı kaçınılmazdır yani.