Bilindiği
gibi “gençlik” ve “edebiyat”,
topluma yön veren, belirli bir önem ve değer taşıyan iki kavram. Konumuz
gençlik ve edebiyat olduğuna göre, bu iki temel kavramın açılımlarını, buluşma
ve kaynaşma noktalarını saptayarak yola çıkmak en doğru yöntem olarak görünüyor
bana. Hemen belirtmeliyim ki bu
çalışmadaki düşünceler, eleştiriler ve önerilerin hepsine “bence” diyerek
başlamaktayım. Anlattıklarım, sunduklarım ve ileri sürdüklerim “bana göre”dir,
kendi bakış açımı dile getirmektedir. Bu bağlamda dile getirdiklerimin tümü
katı ve değişmez gerçekler değildir; hepsinin üzerinde tartışılabilir ve farklı
görüş açılarıyla yeni açılımlara ulaşılabilir.
Gençlik,
psikoloji biliminin verilerine göre çok özel ve farklı bir dönemdir. Bu yaşam
döneminde çocukluktan bedensel olarak sıyrılan genç, ruhsal anlamda da
gelişmekte, içinde derin çalkantılar ve çelişkiler yaşamaktadır. Büyümek de
doğum gibi sancılarla gerçekleşen bir süreçtir. Bu sancıların çoğu gencin iç
dünyasını alt üst eder. Bir arayış ve yaşamı keşfetme dönemi olan gençlik
çağında, kişi bir birey olmanın zorlu yolculuğuna başlar. Gençlik dönemini
bölümlendirmeye çalışırsak, genel olarak ilköğretim döneminden başlayarak
ortaöğretimde süren yani 12-17 yaş grubu "ilk gençlik dönemi" ve ardından gelen üniversiteye denk düşen
dönemlerle hemen sonrasını kapsayan dönem "gençlik dönemi" olarak
tanımlanabilir. Bu süreç 24-25 yaşlarına kadar uzayabilir. Gençlik için tiyatro
çalışmaları yapan A. Ertuğrul Timur’a göre “Gençlik
karmaşıktır. Gençlik psikolojisi farklılıklar içerir. Aşkla dolu olan da,
öfkeyle dolu olan da, kompleksler içinde kıvranan da, gereğinden fazla gözü pek
olan da, barışa methiyeler dizen de, elinde bıçakla, silahla gezen de vardır bu
dönem içerisinde. Gençlik her tür duygunun abartılı yaşandığı ve yansıtıldığı
dönemdir. Ve gençlik gerektiğinde tepkisini göstermekten de sakınmayan bir
kuşaktır. Çabuk ikna olmaz, eğlenceli metin arasına sıkıştırılan doğrudan
mesajları draje olarak içireceğiniz şekilde düz bakmaz, sorgular, eleştirir,
reddedebilir. Bu durumda gençlik oyunu yazmak, sahnelemek (“ve
gençlik edebiyatı yapmak”) elbette kolay
değildir.” (Nasıl Bir Gençlik
Oyunu, Nasıl Bir Dil)
Gençlik
kavramını buluşturmaya çalışacağım diğer önemli kavram ise edebiyat kavramı.
Edebiyatın, çağlar boyunca yeryüzüne gelmiş ne kadar yazar ve şair varsa o
kadar da çok tanımı yapılabilir. Ancak, genel geçer bir tanımlama yapacak
olursak her şeyden önce edebiyatın bir sanat olduğunu vurgulamak gerekir. Bu
genel tanıma göre; duyguların, düşüncelerin ve düşlerin söz ve yazı yoluyla
etkili ve güzel bir biçimde anlatılması, dile getirilmesi sanatıdır edebiyat.
Gençlerin edebiyatla tanışması kuşkusuz öncelikle okul öncesi ve ilköğretim
birinci kademesini kapsayan çocukluk döneminde başlamaktadır. Çok küçük
yaşlardan itibaren dinleme ve okuma yoluyla masal, söylence, anı, bilmece,
fıkra, öykü, şiir gibi yazınsal türlerle tanışan çocuk, okuma sevgisini
kazanır, dilin güzelliklerini sezmeyi öğrenir. Gençlik çağındakilerin edebiyatla
ilişkisini çocukluk dönemindeki edebiyat ilişkileri belirlemektedir. Bu temel
sağlam atılmışsa genç, okumaya, düşünmeye, düş kurmaya, araştırma, sorgulama ve
yorumlamaya devam edecektir.
Gençlik
Çağında Yazınsal Yapıtlara İlgisizliğin Nedenleri ve Çözüm Önerileri
Çocuk kitapları yoluyla okuma
zevki ve edebiyat sevgisi kazanamamış çocuğun gençlik döneminde kitapla ve
edebiyatla ilişkisi çoğu zaman mesafeli, sınırlı ve zorunluluklara dayalı
biçimde sürmektedir. Sağlam temelle başlayan birçok genç de ne yazık ki eğitim
kurumlarındaki yöntemsel sorunlardan dolayı okumaktan ve edebiyattan
uzaklaşmaktadır. Üstün Dökmen’in yaptığı bir araştırmaya göre lise öğrencileri
kitap okumama nedenlerini şöyle belirliyorlar: “Kitapların pahalı oluşu,
yorgunluk, derslerden ve ÖSS çalışmalarından vakit bulamamak, TV seyretmeyi
yeğlemek, arkadaşlarla söyleşinin daha keyifli olması…” Okul ders
programlarının çok yoğun olması, ÖSS hazırlık çalışmaları, kurslar,
dershaneler, özel derslerin gencin zamanının önemli bir bölümünü alıp götürmesi
ne yazık ki üzücü bir gerçektir. Ayrıca okuldaki Türkçe ve edebiyat derslerinde
yöntemin daha çok bilgi aktarmaya ve ezberlemeye dayalı olması, dilbilgisinin
(gramerin) önemli yer tutması öğrenciyi edebiyat keyfinden uzakta tutmakta;
genç, bu dersleri not alınıp geçilmesi gereken birer zorunluluk olarak
görmektedir. İlköğretimde temel gramer verildikten sonra artık daha sonraki
yıllarda bunun üzerinde ısrarla durulmasının, kuru bilgilerin ve gramerin
yazınsallıktan koparılarak aktarılmasının anlamı bulunmamaktadır. Bilindiği
gibi yazınsal estetiği belirleyen unsur yalnızca gramer değildir. Öncelikle bu
yaklaşımın terk edilmesi gerekir. Türkçe ve edebiyat kitaplarındaki metinlerin
önemli bir kısmı da günümüz gençliğine seslenememektedir. Edebiyata, edebiyat
tarihi gözlüğü ile değil, metin çözümlemesi ve eleştirel okuma gözlüğüyle
bakılması gerekmektedir. Anlama, yorumlama, irdeleme, sorgulama, düşünme,
düşlemleme edebiyat eğitiminin temel amaçlarından olmalı; genç, dilin
güzelliklerini yazınsal metinler içinden süzerek almalı, bunu yüreğinin içinde
duyumsamalıdır. Albert Camus’nün belirttiği gibi “Okumak, insanın yüreğini çiçeklendirir.” Derslerde metin inceleme ve yorumlamanın ağırlık taşıması genç
yüreklerin çiçeklenmesini sağlayabilecektir. Okullardaki edebiyat eğitiminde
yaratma-üretme bağlamındaki dersler ön planda olursa, kompozisyon derslerine
gerekli önem ve ağırlık verilebilirse bu durum gencin edebiyata sevgisini daha
güçlü kılacaktır. Dersi daha ilginç hale getirecek yöntem ve tekniklerin
geliştirilmesi, atölye çalışmalarına yer verilmesi de bence önemli bir çaba
olacaktır.
Zorunlu olarak okutulan ve
genelde 100 Temel Eser listesi içinde bulunan kitaplarla ilgili okuma
çalışmalarında da gençlerin eleştirel okumaktan, yorumlamaktan uzak bir
biçimde, kitap özetleme yaptıkları gözlemlenmektedir. Sistem içinde, sınav
koşuşturmaları nedeniyle okumaya gerekli zamanı ayıramayan genç, hazır kitap
özetlerinden, internet sitelerinden yararlanarak ya da iyice kısaltılmış olan
klasiklerden okumalar yaparak sadece not alıp sınıf geçmek amacıyla edebiyata
yaklaşmaktadır. Klasikler konusunda durum oldukça düşündürücüdür. Genelde kötü
çeviriler ya da komprime haline getirilmiş kitaplarla okuma yapılmaktadır.
Çünkü bu kitapların hem sayfa sayısı az hem fiyatı çok ucuzdur. Genç, bilinçli
yönlendirmelerden yoksun kalırsa bu tarz klasikleri okuyacaktır doğal olarak
Metin Celal, Cumhuriyet Kitap Eki’ndeki bir yazısında (20.07.2006-Sayı: 857)
piyasada en az 27 çeşit Savaş ve Barış’ın bulunduğunu, bir çevirinin 112 sayfa;
başka bir çevirinin ise 2168 sayfa olduğunu; Don Kişot’un 41 çevirisi olduğunu
en ucuzunun 2.5 en pahalısının 55 YTL olduğunu belirterek ilginç bir tablo
ortaya koyuyor. 100 Temel Eser yaşamla buluşmayan, çağın dışında kalmış, ya da
çocuğun yaş düzeyine uymayan kitapları da içermektedir. Hazır listeler, sonuçta
öğretmeni de öğrenciyi de yaratıcılıktan uzakta tutmakta; dar bir çerçeve
içinde bırakmaktadır. Yaratıcı olmayan bir okuma tarzı, genci düşünmekten ve
yaşamı sorgulamaktan uzaklaştırmaktadır.
Edebiyat eğitiminde metin odaklı
çalışmalar yapılmalı, kitaplar okunup sınıfta tartışılmalı; haftada en az bir
saat okuma dersine ayrılmalıdır. Kitaplarla ilgili tanıtma yazıları
yazdırılmalı, gencin kitapla ilgili öznel görüşlerine de kulak verilmelidir.
Olanaklar ölçüsünde kitabın yazarı ile öğrenciler buluşturulmalı, gençlerin
kitabın atmosferi içinde doğrudan yaşaması sağlanmalıdır. Atölye çalışmalarıyla
gençler yeni ürünler yaratmaya yönlendirilmeli; atölyedeki başarılı ve
nitelikli yapıtlar okul dergisinde ve yerel dergilerde yayımlanmalıdır.
Öğrenciye dili ve edebiyat sanatını sevdirecek drama etkinliklerine, şiir
dinletisi ve tiyatro çalışmalarına da gereken önem ve değer verilmelidir.
Tiyatro da edebiyat sevgisinin başka bir boyutunu oluşturur. Ayrıca görsel
sanatlar; resim, sinema, fotoğraf, karikatür vb.’den yararlanarak gencin
yazınsal yaratıcılığa açılması sağlanabilir. Test mantığıyla da edebiyatın
sevdirilmesi mümkün değildir. Paragraf, yapıtın bütünü değildir. Sadece
paragrafı irdeleyerek yapıtın ruhuna ulaşamayız.
Her şeye karşın, edebiyat
eğitiminde geçmiş yıllara göre epeyce yol alındığını düşünüyorum. 1970’li
yıllarda lisede okurken edebiyat sınavlarında yalnızca şiirdeki aruz
kalıplarının sorulduğunu; metinlerdeki Arapça ve Farsça kelimelerin anlamlarını
durmadan ezberlediğimizi anımsadığımda, düşüncelerimdeki iyimserlik dozunun
arttığını rahatlıkla belirtebilirim.
Edebiyat eğitimi, edebiyat tarihinin boyunduruğundan kurtarılmalı;
edebiyat, yazma, okuma, konuşma, ifade etme sanatı olarak değerlendirilmelidir.
Edebiyat eğitiminde yeni yaklaşımların bu doğrultuda olması sevindiricidir.
Okullardaki edebiyat eğitimi
açısından durum böyleyken, bu konuda anne babaların tutumu da çok önemlidir.
“Roman okumayı bırak da derslerine çalış!” söyleminin bırakılması gereklidir
artık. Bu konuda İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun sözünü anımsatmak istiyorum: “Gençler ders kitabı yerine roman okuyorlar
diye yakınıyorlar. Keşke roman okusalar, roman hayatı öğretir.” Anne babaların da yeterince okumadığı, popüler
kültürün ve medyanın egemen olduğu günümüz koşullarında, çoğu evde gazete bile
okunmaması, TV’nin tüm yaşam alanlarında belirleyici olması, görünen bir
gerçektir. Bu konuda anne babanın bilinçlendirilmesi; toplumun sosyoekonomik
durumunun iyileştirilmesiyle paralel giden bir konudur. Toplum ilerledikçe,
anne babaların ve dolayısıyla gençlerin entelektüel düzeyi de yükselecektir.
Gençlere
Yönelik Yazınsal Yapıtlar ve Nitelikleri
“Gençlik Edebiyatı”
Gençlik
ve Edebiyat genel
başlığı altında yer alan çok önemli bir kavram daha var; o
da gençlik
edebiyatı. Gençlik edebiyatı, okur kitlesi gençler olan
ve gençlere yönelik
yazılan yapıtlardan oluşmakta. Eski dönemlerde yazılan yapıtlarda;
örneğin 12.
yüzyılda Yusuf Has Hacib’in yazdığı Kutadgu Bilig’de
çocuk yetiştirmenin önemi
dile getirilir. Aynı dönemde Edip Ahmet tarafından yazılan
Gerçeklerin
Eşiği(Atabetü’l Hakaayık), Ahmet Yesevi’nin
Hikmetler’i gençlere verilen
öğütlerle doludur. Keykavus’un yazdığı Mercimek
Ahmet’in 15.yüzyılda çevirdiği
Kaabusname’de de çeşitli öğütler verilmektedir.
Ayrıca ünlü düşünür Gazzali’nin
“Ey Oğul”, Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın
“Marifetname” adlı eserlerinde çocuğa ve
gence felsefi yönden yaklaşılmıştır. Bütün bu yapıtlarda
çocuk ve gence
dışarıdan bakılmıştır. Genç, öğütlerle yaşama
hazırlanarak, toplumun istediği
hale getirilmeye çalışılmış ve dolaylı olarak bir nesne durumuna
indirgenmiştir.
Bizde çocuğun bir birey, başlı
başına bir insan olarak algılanması, Batı’daki kültürel modellere uygun olarak
gelişmiş, aydınlanma çağının çocuk ve genç anlayışı bize de yansımıştır.
Tanzimat yıllarında J. J.Rousseau’dan Namık Kemal tarafından yapılan Emile
çevirisi önemli bir kilometre taşıdır. Bu dönemde yazılan romantizm etkisindeki
romanların kahramanları gençlerden oluşur. Onların dünyası anlatılır. Namık Kemal, Zavallı Çocuk adlı tiyatro
oyununda genç kızların istemedikleri kişilerle evlendirilmemesi, gençlerin eş
seçiminde özgür olmaları gerektiği mesajını verir. Aile içinde gencin söz hakkı
bulunması gerektiğini dolaylı da olsa sezdirir. Namık Kemal’in birçok yapıtı
genç ve aile üzerinden toplumu yeniliklere açar. Bu dönemde dünya
klasiklerinden ilk çeviriler yapılmıştır. İbrahim Şinasi La Fontaine’den
fablleri çevirmiştir.La Fontaine’in fabllerini çocuklar için yazmadığı, hatta
çocukları küçümsediği bir gerçekken, bizde bu fabller çocuk ve genç edebiyatına
dahil edilmiştir. Ayrıca Robenson Crusoe, Sefiller, Gulliver’in Gezileri ilk
olarak bu dönemde çevrilmiştir. Jules Verne’den Seksen Günde Devrialem, Balonla
Beş Hafta Seyahat, İki Sene Mektep Tatili, Gizli Ada, Arzın Merkezine Seyahat…
kitapları dilimize kazandırılmıştır.
Servet-i Fünun Edebiyatı döneminde Tevfik Fikret, yapıtlarıyla çocuk ve
gençlere özel bir önem vermiştir. Çocuklar için yazdığı şiirlerden oluşan
Şermin adlı kitap, bu konuda ilk örneği oluştururken, gençler için kaleme
aldığı Haluk’un Defteri, felsefi düşünce ya da toplumsal görüşleri çocuk ve
genç yazınında işleme konusunda da ilk örneği teşkil eder. Tevfik Fikret, bu
yapıtında gençlere özel bir toplumsal misyon yükleyerek, ülkenin yarınlarını
kurmada bilimi, aklı, pozitivizmi temel almaları gerektiğini dile getirir. Bu
dile getirmede öğütleyici tutumunun yanı sıra teşvik edici, yüreklendirici ve
özendiricidir. Milli Edebiyat döneminin en önemli adlarından olan Ömer
Seyfettin’in öyküleri, dilindeki sadelik nedeniyle yıllarca ilkokul
öğrencilerine çocuk kitabı olarak okutulmuştur. Bu öykülerin bir kısmının;
sözgelimi Bomba, Beyaz Lale, Başını Vermeyen Şehit, Diyet, Topuz’un içerdiği
şiddet ve cinsellik unsurları nedeniyle çocuk edebiyatına dahil edilmesi çok
zordur. Ömer Seyfettin öyküleri arasında, içerdiği mizah, çocukluk anıları, boş
inançlar, günlük yaşamın ilginç yönlerini işleyen Yüksek Ökçeler, Keramet,
Türbe, Perili Köşk, gerçekten çocukların dünyasına seslenebilmektedir.
Çocuklara uygunluk açısından bence, başlı başına inceleme alanıdır Ömer
Seyfettin öyküleri.
Çocuğun ve gencin edebiyatta
daha fazla önem kazanması kuşkusuz Cumhuriyet Dönemi ile gerçekleşmiştir. Bu
dönemde eğitime verilen özel önem doğrultusunda çocuk ve gençlere yönelik
birçok yapıt göze çarpmaktadır. Bazıları doğrudan gençler için yazılırken, bazı
yapıtlar da geniş bir genç okur kitlesi tarafından benimsenmiş olduğu için
gençlik edebiyatına dahil olurlar. Bu
konuda bence en tipik örnek Reşat Nuri Güntekin’in yazdığı Çalıkuşu’dur. Yazar,
yetişkinler için yazdığı bu romanında genç kız dünyasını o denli başarılı bir
biçimde işlemiştir ve o dünyaya o denli iyi sokulmuştur ki genç kız okurlar
arasında en sevilen romanlar arasında yer almıştır ve Çalıkuşu hâlâ genç kızlar
tarafından ilgiyle okunmaktadır. Necdet Neydim ülkemizde genç kız edebiyatına
(okurları genç kız; kahramanı da genç kız olan romanlara) ilk örnek oluşturan kitaplar arasında önce
Halide Edip Adıvar’ın yazdığı Handan’a (1912)
ve daha sonra da Çalıkuşu’na (1922)
yer veriyor. (“Genç Kız Edebiyatı” s. 27) Bu arada gençlik edebiyatı
içindeki ana damarı gören Necdet Neydim’in, roman, öykü, şiir gibi yazınsal
türlerin asıl okurlarının genç kızlar olduğunu, ülkemizdeki okur sayısının
önemli bir kısmını genç kızların oluşturduğunu dile getirdiğini belirtmek
istiyorum. Bu olgunun sosyal, geleneksel ve ekonomik nedenlerini de irdeleyen
Necdet Neydim, yerli ve çeviri yapıtlar yoluyla ülkemizde oluşan genç kız
edebiyatı birikimine ve potansiyeline de dikkati çekiyor. Yıllar önce ilkokulu
bitirdiğimde, annem ve babamın bana artık genç kız olduğumu belirterek Çalıkuşu
romanını armağan edişini hatırlıyorum. O romandan sonra Harp ve Sulh adıyla
Savaş ve Barış’ı, Samih Tiryakioğlu’nun muhteşem çevirisiyle, büyük bir ilgiyle
okumuştum.
İlk
Gençlik Kitaplarının Özellikleri
Gözlemlediklerim ve okuduklarım
ilk gençlik çağındaki kızlarla erkeklerin birbirinden farklı kitaplara
yöneldiklerini gösteriyor. Bunda elbette toplumsal koşullandırmaların büyük
payı var. Şöyle ki; ilk gençlik çağındaki kızlar, duygusal konuları işleyen
öykü, şiir ve romanlara, ev ve okul yaşamını anlatan kitaplara yönelmektedir.
Erkekler ise serüven, gezi, fen, doğa, tarihi kitaplar, kahramanlık, makineler,
robotlar, bilgisayarlar, bilim adamlarının yaşamı, spor gibi konularda yazılmış
kitaplara ilgi duymaktadır. Toplum erkeklere, cesur, atılgan, dışa dönük,
güçlü, tuttuğunu koparan, duygusal olmayan bir profil sunarken, kızlardan da
tam tersine uysal, sakin, yumuşak, munis, sevecen bir yapıda olmasını, etken
değil de edilgen bir konumda kalmasını beklemektedir. Toplumun bu beklentileri
ve aile içindeki koşullanmalar ilk gençlik çağında gençlerin okudukları
kitapları da az çok belirlemektedir. Zehra İpşiroğlu da bu konuda şöyle
söylüyor: “Kızları geleceğin ev
kadınları, erkekleri ise iş adamları olarak daha küçük yaşta belirli rollere
iten böylesine bir yaklaşım, kadın-erkek eşitliğini savunan çağdaş düşünceye
ters düşmektedir.” (“Okumayı
Öğretme”, s.54)
Aslında her iki cinsin
buluşabildiği yazınsal alanlar da söz konusudur. Örneğin fantastik edebiyat
yapıtlarına kızlar kadar ve erkekler de ilgi duymaktadırlar. Son zamanlarda
gençliğin okuduğu kitaplar arasında tarih, mitoloji ve arkeoloji unsurları
içeren roman ve öykülerin yer alması da ilginçtir. Gençlerin korku türüne de
özel bir ilgi gösterdikleri, özellikle Stephen King’i baş tacı ettikleri de bir
gerçek.
Bu arada gençlerin çok az şiir okuduklarını gözlemliyorum. Attila
İlhan, Nazım Hikmet, Edip Cansever, Özdemir Asaf, Murathan Mungan en sevdikleri
şairler. Şiir okuyanların çoğunun sıra dışı gençler oldukları, daha derinlikli
bir duyuş ve düşünüş tarzı ile yaşamı irdeledikleri dikkatimi çekiyor.
Gençlerin çoğu şiir okumasa da şiir yazmaya özeniyorlar. Şiir okumadan, şiirsel
birikimi içselleştirmeden şiir yazmanın kişiyi daha özgün kılacağını düşünen
gençler çoğunlukta ne yazık ki…
Gençlerin okuma dünyasını
çoksatanlar da önemli ölçüde belirliyor. Bu listelere göre kitap okuyan ve
sürekli olarak çok satanlar listesini izleyen gençler de var. Bu beğenide aile
içinde özellikle annelerin model alındığı ve anne-kız özdeşleşmeleri
gözlemlenebiliyor. Ayrıca, kitap seçiminde arkadaş etkisi de görülmekte. Kitap
seçimi konusunda öğretmenlerin çok dikkatli ve iyi bir yönlendirici olabileceğine
daha önce de değinmiştim.
İlk gençlik çağındaki gençler,
kendi sorunlarını, kendi yaşantılarını dile getiren roman ve öykülere
yöneliyorlar. İşlenen konular arasında, ergenlik sorunları, ilk aşkların
karmaşık duygusal yaşantıları, beden-ruh dengesinin kurulamayışı, ebeveyn ve
öğretmenlerle yaşanan sorunlar, arkadaş grupları ve arkadaş ilişkileri,
geziler, hobiler, müzik, tiyatro, resim ve diğer sanatlar, spor ve özellikle
futbolun anlatılması, sınav gerginlikleri, uyuşturucu kullanımı, ilk cinsel
deneyimler, taciz vb. olaylar ve travmalar, kız ve erkeklerin birbirlerini
tanıma süreçleri, bilgisayar, cep telefonları, internet dünyası, bilgi çağının
yansımaları, savaş ve göçler, gençlerin giysi ve marka tutkuları, sınıfsal
farklar nedeniyle yaşanan sıkıntılar, bu sıkıntıların çalışarak, okuyarak…
telafi edilmesi ve aşılması, kız çocukların dar çevrelerde törelerle
mücadelesi, intihar ve suç olgusu, şiddet; aile içi baskı ve şiddet, psikolojik
travmaların tedavileri, arkadaş çevreleri, marjinal gruplar, farklı giysi,
davranış ve inançlar… gibi sayılamayacak kadar çok konudan hareket edilerek
gençlere yönelik yazınsal yapıtlar oluşturulabilir.
Eğitim sisteminin dışında kalma
korkusu, yazarları didaktik eserler vermeye zorlamaktadır. Çocuk ve genç edebiyatı
yapıtının bir okul olmadığını unutmamak gerekir. Dolayısıyla didaktik olmadan
yazınsal metin oluşturmak durumundadır gençlik yazarı. Tiyatro yazarı A. Ertuğrul Timur gündeme
takılıp kalan ve sürekli öğütler veren bir oyunun gence seslenemediğini dile
getirerek şöyle söylemektedir:
“Uyuşturucu ya da öğrenci kavgaları bir olgu değil sonuçtur. Gençliğe
alternatifler sunmayan, yeterli sosyalleşmeyi sağlamayan, eğitim verirken
kültürel açılımlar sağlayamayan, bunalımlarını çözmeyen ve gereken polisiye tedbirleri
alamayan sistemin sonucudur. Siz uyuşturucu ya da gençler arasındaki
çatışmaların ne kötü olduğunu anlatan bir düzine oyun yapsanız da gençler
‘Aaa! Hadi şu tiyatroda uyuşturucunun
ne kötü bir şey olduğunu, bir kere bulaşınca kurtulmanın ne kadar zor olduğunu,
kıvrana kıvrana acı çekildiğini anlatan bir oyun varmış gidip izleyelim de bu
beladan biraz daha uzak duralım’ demeyecektir. Siz bu oyunlara ancak Milli
Eğitim müdürlükleri tavsiyesi ile okullardan otobüslerle öğretmenlerin
refakatinde seyirci taşıyabilirsiniz, başka şekilde değil. Bu tür oyunlar
faydalı olabilir mi? Olabilir. Öğrenci oyundan içi burkularak ve acı gerçeği
bir kez daha görerek çıkar. Ama bu oyun gençliğe alternatifler sunmayan,
yeterli sosyalleşmeyi sağlamayan, eğitim verirken kültürel açılımlar
sağlayamayan, bunalımlarını çözmeyen ve gereken tedbirleri alamayan sistemi
düzeltmeyeceği için yine de çözüm olmayacaktır.” Bu düşüncelerini dile getirdikten sonra da şöyle devam
ediyor: “Tiyatro yazarı, yönetmeni, oyuncusu, izleyicisi ile bağımsız ayrı bir
unsurdur; kendi etikleri, kendi doğruları, kendi kuralları içinde kendi
içindeki dinamikleriyle ve sanatsal kıymetini koruyarak üzerine düşen görevi
"kendisi olarak" bunlardan bağımsız olarak zaten yerine getirebilir.
Aksi ise zorlama olur ve tiyatroyu tiyatro olmaktan genci tiyatrodan
uzaklaştırmaktan başka hiçbir işe de yaramaz.” (Nasıl Bir Gençlik Oyunu, Nasıl Bir
Dil)Yazarın tiyatro ile ilgili bu görüşlerini genişletmek; gençlik öyküsü ve
romanı yazanları da kapsayacak biçimde yorumlamak da mümkündür bana
kalırsa.
Son olarak, gençliğe yönelik yapıtlar yazmak için gençlerin
dünyasını iyi tanımak, o çalkantıları yüreğin içinde duyumsamak gerekiyor,
diyebilirim. Yazar, çok iyi bir empati gücüyle ergen ve genç psikolojisinin
derinliklerine dalarak o zorlu dünyaya seslenebilen yapıtlar üretebilir; bu
yapıtlar yoluyla da gence yani ufuklar açabilir. Bunu gerçekleştirmek için de her şeyden önce yüreğinin sevgi
kapılarını ardına kadar açmalı, anlayış ve seziş gücünün doruklarına çıkmalı;
gencin dünyasını, yapıtının sayfalarında yaşatabilmelidir.
|