Gelinliğini düşledi kadın… Eteklerindeki gelinciklerin hatıraları süpürdüğü bir yoldan geçti.
Duvağı açıldığında umutlarının sonsuza dek yitişini seyretti. Daha bir yok oldu!
“Akşamın hüznünü bölen gözlerini gördüm. Ne dediğini anlamakta güçlük
çekiyorum? -bitsin artık! Bitsin dediğin şeylerin bitmeyişini ister gibi baktın. Son cümleni de
kurarak karanlığa doğru uzaklaştın. ‘senden sonra…’ Boğazıma kadar düğümlendi hayat ve bensiz ‘sen’i düşündüm? Kucağımda
bir oyuncak ağlamaya başladım ardından” Her yer ıslanmıştı. Konfetileri yok oldu sevdalarının. Gelinliği başka
renk görünüyordu kadına. Duvağını çalmıştı gözyaşları. Ya ıslaklığın ardına
takılıp duvağını da almalı ya da gözyaşlarını unutup umut çiçekli bir elbise
giymeliydi üzerine. “Umutlarımı yitirmemişim sana dair. Sonsuza kadar savaşabilirdim
bendeki senle, belki ayakta durabilsen! Bu da ne böyle deliler gibi kendimle
konuşuyorum: Gelmeniistemiyorum bir
daha anlıyor musun beni. Hem de hiç! Hiç duymamalıyım, Hiç görmemeliyim bir daha ağlarken seni… Defalarca yaşadığım sahnelerin hiç bitmeyeceği krizine kapıldım.
Korkuyordum alıkonmaktan! Bu son olsun artık diyedua ediyordum. Sana bakınca ürküyorum” Kıpkırmızı oldu adamın gözleri. Çok bitkin ve solgundu. İki gündür
yemek yemediğini söyledi kadına. Kadın mutfağa doğru ilerledi. Arka bahçesinde
limon ağaçları olan bir evde yaşıyorlardı. Her sabah serçelerin uyandırdığı,
güneşin en kuytu yerlere ulaştığı bir ev. Kadın elinde tepsiyle içeri girdi. Usulca uzattı adama.
Adam gözlerini ayırmadan kadına bakıyordu. Ağlamak istemediği belliydi. Mimiklerini kontrol altına
alamıyor ve bakarken zorlanıyordu. Aslında ne yapacağını bilmeyen bir ifade
vardıyüzünde. Öylece Kadına baktı. Usulca başını çevirdi duvara doğru.
Kim bilir kaçıncıydı. Zor da olsa yemeğini bitirdi. Gerçekten iki gün hiçbir şey
yememiş gibiydi. Kadın ona doğru eğildi, peçeteyle ağzının kenarlarını
sildi adamın. Diliyle yavrusunu temizleyen anne aslan gibi özenliydi. Tepsiyi
alarak doğruldu ve bir süre gözden kayboldu. Elinde iki fincan kahve ve tahta
bir kutuyla içeri girdi. Kutu minik notlarla, mektuplarla doluydu. Adam her
sabah işe giderken minik mektuplar yazardı. Söyleyemediği ya da unuttuğu her
şeyi o kağıt parçalarında iletirdi kadına. Kadın bir bir düzeltti mektupları. Kağıtların arasından
ikiye ayrılmış ve tekrar yapıştırılmış resimler çıktı. Baktılar… Geceden kalma bazı notlarıokuyup gülümsediler. Bazılarını üzülmemek için görmezlikten
geldiler. Yıllar önceydi, bir sokak köpeğini aynı anda sevmeye
kalkınca elleri birbirine dokunmuş bir daha ayrılmamıştı. Saatler geçti. Öylece bir ağlayıp bir güldüler. -Sen hiç karşı bahçedeki tavus kuşlarının ağladığını
duydun mu çok korkuyorum seslerinden? -Onlar ağlamıyor ki Örselenmiş ellerini ovuşturdu adam. Titreyerek son sigarasını
yaktı ve duvara bakmaya başladı. Kısa bir süre sonra oturduğu yerde uyuyakalmıştı. Kadın birden gelintellerine sarıldı. Bir bir ayırdı çiçeklerinden ve ellerine doladı
ışıltıları. Çareler örmek ister gibiydi adama?
O kadar karışmıştı ki duvak kadınınboynuna dolandı. Kısa bir an duvağın
çekiştirdiği tarafa gitti. Aslında ne tarafa gideceğini o da bilmiyordu… Gelin tellerini sarmaya devam etti hiç yorulmadan.
Sakinliği sona ermek üzereydi. O kadar bitkin düşmüştüki ne yapacaksa bir hamlede olmalıydı. Bunu bir daha yapamayabilirdi. Aniden yerinden fırladı, gelinliğini
parçalayıpadamın üzerini örttü. Bir süre öylece kaldı. Adam hala uyuyordu. Kadın Yere doğru eğildi. Sakin
sakinbir şeyler topladı. Yorgunluktan gözleri kapanıyordu. Topladıkları bitmişti ki
olduğu yere yığıldı. Elleri iki yana düştüğünde gelincikler göründü. Son bir kez adama baktı: -acaba üşüyor mu? Gelincikleri
yere bıraktı. Adamın saçlarını okşadı. En sevdikleri şarkıyı söyledi ninni
yerine…