Kalkınma Sözlüğü

-Önsöz-

 Wolfgang Sachs

  
Geride bıraktığımız ve artık sona ermek üzere olan son kırk yıla kalkınma çağı denilebilir. Kalkınma çağının ölüm ilanını kaleme alma vakti gelmiş bulunuyor.

Savaş sonrası dönemde gelişmekte olan ülkelere bir yönelim vermiş olan ‘kalkınma’ fikri, denizcilerin yollarını bulmasını sağlayan yüksek deniz fenerleri gibi eskimiş olarak fakat dimdik ayakta duruyor. Sömürgecilik bağımlılığından kurtulduktan sonra Güney’in demokrasileri de, diktatörlükleri de, kalkınmanın, kendilerinin en önemli esin kaynakları olduğunu ilan ettiler. Aradan kırk yıl geçtiği halde devletlerin ve vatandaşların gözleri hâlâ eskiden olduğu kadar uzakta ışıldayan bu kalkınma fenerine sabitlenmiştir: bu amaca ulaşmak için harcanan bütün çabalar ve verilen her kurban meşru kabul edilmiş olduğu halde, bu göz alıcı ışık artık yavaş yavaş karanlığın içinde gerilemeye başlamıştır.

Kalkınmanın deniz feneri İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra inşa edildi. Avrupalı sömürgeci devletlerin çökmesinden sonra ABD, kurucu babalarının vasiyet ettiği ‘yol gösteren fener’ olmak görevine dünya çapında bir boyut kazandırma fırsatı buldu. Kalkınma fikrini ABD ortaya attıktan sonra bütün ülkelere kendisini izleme çağrısında bulundu. Bundan sonra Kuzey ile Güney arasındaki ilişkiler bu kalıba uygun olarak sürdürülecek; ‘kalkınma’ cömertlik, rüşvetçilik ve Güney’e ilişkin politikaların özelliği olan baskının karışımı bir genel çerçeve içinde gerçekleşecekti. Yaklaşık yarım yüzyıl boyunca gezegen üzerinde iyi komşuluk, ‘kalkınma’ kavramı ile birlikte düşünüldü.

Ancak günümüzde deniz fenerinde artık derin çatlaklar oluşmuştur ve bu fener yıkılmak üzeredir. Kalkınma fikri entelektüel ortamda yıkıntı haline gelmiş bulunmaktadır. Hayaller ve düş kırıklıkları, başarısızlıklar ve işlenen suçlar kalkınmanın sürekli yol arkadaşları olmuşlardır. Bunların hepsinden aynı masalı duyarız: kalkınma gerçekleşmiyor. Öte yandan, kalkınma fikrini bir mancınık gibi yükseklere çıkarmış olan tarihsel koşullar da ortadan kalkmıştır ve artık kalkınmanın modası geçmiştir. Ancak hepsinden önemlisi, bu fikri bayrak gibi dalgalandıran umut ve arzuların artık tükenmiş olmasıdır: kalkınma artık eskimiş bir fikirdir.

Orada öylece durmakta olan yıkıntı bir sınır taşı gibi manzaraya hâkim konumdadır. Bir yığın kuşkuya ve huzursuzluğa karşın kalkınma konusundaki lafazanlığa, sadece resmi açıklamalarda değil; halk hareketlerinin beyanlarında da rastladığımız için artık bu zihniyetten kurtulmanın zamanı gelmiştir. Bu kitabın yazarları, beyinlerimizi yeni buluşlar için temizlemek amacıyla artık nefes alıp vermeyen bu fikre isteyerek ve kesin olarak elveda diyorlar. Yıllar boyunca biriken teknik raporlar, kalkınmanın gerçekleşmediğini göstermektedir; yürütülen çok sayıdaki siyasi araştırma, kalkınmanın adaletsizliklere yol açtığını kanıtlamıştır. Bu kitabın yazarları kalkınmayı teknik bir uygulama ya da bir sınıf çatışması olarak değil insan aklının bir tasarısı olarak incelemektedirler. Çünkü kalkınmanın toplumsal-ekonomik bir çabadan çok daha fazla bir şey olduğu artık anlaşılmış bulunmaktadır. Kalkınma, bir gerçeği biçimlendirme anlayışı, toplumları rahatlatan bir masal, tutkuyu dizginlerinden boşaltan bir hayalden başka bir şey değildir; ama algılar, masallar ve hayaller, deneye dayanan sonuçlardan ve akıl yürütmenin vardığı sonuçlardan bağımsız olarak yükselir ve alçalırlar. Algılar, masallar ve hayaller yanlışlıkları ya da doğrulukları kanıtlanmış olduğu için değil; umuda gebe oldukları için ortaya çıkar ve yok olurlar ya da bunların çözümlenmesi gereken konu ile ilgili olmadıkları anlaşılır.

Bu kitap ile kalkınmaya ilişkin inançların, bu inançların tarihsel gelişimlerinin ve kaçınılmaz sonuçlarının eleştirel bir dökümü sunulmakta ve böylece bu inançlarla ilgili algısal ön yargıların, bu inançların tarihsel bakımdan cahilce olduğunun ve hayal gücü kısırlığının gün ışığının aydınlatıcılığıyla açıklığa kavuşturulması amaçlanmıştır.  Bu kitapta yeni bin yıla girmekte olan insanlığın önünde duran ciddi sorunlara cesurca yanıtlar verebilmek için kalkınma inancından kopma çağrısında bulunularak insanın hayal gücünün özgürleşmesi sağlanmaya çalışılmıştır.

Harry S. Truman’ın 20 Ocak 1949’da başkan seçildikten sonra yaptığı konuşmada Güney yarımküresini ilk kez ‘kalkınmamış bölgeler’ olarak tanımlamasıyla başlayan bu özel tarihsel döneme, biz, kalkınma çağı adı verilmesini öneriyoruz. Bu ‘geri kalmışlık’ yaftası tuttuktan sonra hem Kuzey’in ateşli müdahalecileri için hem de kendine acıyan Güney’liler için bir bilgisel dayanak sağladı. Ancak bu yafta nasıl bir anda doğduysa daha sonra gene aynı şekilde bir anda yok olabilir; kalkınma çağı, çöküş dönemine girmiştir. Çünkü kalkınmanın dört temel dayanak noktasının aslında üzerine bindirilen yükü kaldıramayacak kadar zayıf olduğunu tarih kanıtlamıştır.

İlk olarak, Truman’a göre ABD’nin, öteki sanayileşmiş ülkelerin yanında toplumsal evrim tablosunun en tepesinde yer alıyor olması doğaldı. Günümüzde ise bu üstünlük önermesi kötüleşmiş ekolojik koşullardan dolayı kesinlikle paramparça olmuştur. ABD’nin hâlâ kendisini öteki ülkelerden daha ileri hissediyor olmasına karşın, yarışın bir cehennemle sonuçlanacağı çok açık. Teknoloji, yüz yılı aşkın bir süredir insanı, terden, zahmetli işlerden ve gözyaşından kurtaracağı vaadinde bulunmaktadır. Günümüzde, özellikle zengin ülkelerde, bu umudun basit bir hayalden başka bir şey olmadığı herkesin titizlikle sakladığı bir sırdır.

Unutulmamalıdır ki, sanayiyi temel alan toplumsal sistemin ürünleri hemen hemen hiç paylaştırılmamaktadır ve günümüzde, dünyanın bir milyon yılda biriktirebildiğini bir yılda tüketilmektedir. Öte yandan bu şahane üretkenliği, üretilen devasa boyutlardaki fosil enerjinin beslediği bilinmektedir. Yeryüzü, kazılarak sürekli olarak yaralanmaktayken, üzerine sürekli olarak bir zararlı maddeler yağmuru düşmekte ya da atmosfere zararlı maddeler yükselmektedir. Bütün ülkeler sanayileşme örneğini ‘başarıyla’ izlemiş olsalardı bugün çöp ya da atık deposu olarak kullanmak üzere beş ya da altı gezegene ihtiyacımız olurdu. Bundan dolayı ‘gelişmiş’ ülkeleri model almak hiç doğru değildir; bu ülkeler, insanlık tarihinin belirli bir anında, büyük olasılıkla, doğru yoldan sapmış ülkeler olarak görüleceklerdir. İlerlemenin yönünü gösteren ok kırılmıştır ve önümüzde parlak bir gelecek görünmemektedir: gelecek, içinde vaatlerden çok tehditler taşımaktadır. Bir hedefe yönelme duygusu sönüp giden insandan, kalkınma gibi bir fikre inanmasını bekleyebilir miyiz?

İkinci olarak, Truman, ABD’nin kesinlikle birinci sırada yer alacağı huzurlu bir dünya düzeni tasarımını sunabilmek için kalkınma fikrini ortaya atmıştır. Kapitalist olmayıp da sanayileşmiş ilk ülke olan Sovyetler Birliği’nin etkisinin yükselmesi; Truman’ı komünizmle mücadelesini sürdürebilmesi için sömürgelikten kurtulmuş ülkelerin bağlılığını sağlayabilecek bir gelecek tasarımı ortaya atmak zorunda bırakmıştır. Kalkınma, kırk yıl boyunca siyasi sistemler arasındaki rekabetin silahı olmuştur. Artık Doğu-Batı çelişkisi duraklamıştır ve Truman’ın küresel kalkınma projesi kaçınılmaz sonucuna ulaşarak ideolojik gücünü yitirmiştir ve siyasi bir enerjiden de yoksun kalmıştır. Tarihin hurdalığı, dünya çok merkezlileştikçe, içine atılacak ‘Üçüncü Dünya’ kategorisini beklemektedir. Bilindiği gibi bu kategori, 1950’lerde Fransa tarafından iki süper devletin uğrunda savaşa hazır olduğu bölgeler anlamında kullanılmıştır.

Son zamanlarda yeni kalkınma çağrıları geç de olsa gündeme girmiştir. Öte yandan Doğu-Batı ayrımı, zengin-yoksul ayrımı içinde erimektedir. Ne var ki, böyle bir ortamda kalkınma projesinin karakteri tamamen değişir: önleme, kalkınmanın amacı olarak ilerlemenin yerini alır; artık uluslararası gündemin en önemli konusu zenginliğin yeniden paylaşımı olmaktan çok risklerin yeniden paylaşımıdır. Kalkınma konusunun uzmanları, uzun zamandan beri vaat edilen sanayi cenneti konusunda omuz silktiler, fakat göçmen selini engellemek, bölgesel savaşları durdurmak, yasa dışı ticareti ortadan kaldırmak ve çevresel felaketlerin önünü almak için de ellerinden geleni yapmaya çalıştılar. Bu uzmanlar, günümüzde de bütçe açıklarını belirleyip açıkları kapatmakla uğraşmaktadırlar ama Truman’ın kalkınma vaadi artık tepetaklak olmuştur.

Üçüncü olarak, kalkınma dünyanın çehresini değiştirdi ama bu değişiklik istenen tarzda olmadı. Truman’ın projesinin gezegen boyutunda bir hata olduğu artık ortaya çıkmıştır. Nitekim Kuzey ülkeleri 1960 yılında Güney ülkelerinden 20 kat daha zengindiler, bu rakam 1980 yılında 46 kata çıkmıştır. Montezuma’nın Cortez’i kucağını açarak karşılamak gibi bir hatası nasıl ölümcül bir sonuç doğurduysa, rakiplere dünya ölçeğinde ‘yetişmeye’ çalışmak da ölümcül bir yanılgıdır dersek abartma yapmış olur muyuz acaba! Birçok Güney ülkesinin gaza basmış olduğu elbette doğrudur ama Kuzey’in bu ülkeleri çok geride bırakmış olduğu da bir hakikattir. Bunun nedeni açık: bu tür bir yarışmada zengin ülkeler diğerlerinden her zaman daha hızlı ilerleyeceklerdir. Zira zengin ülkelerin savunusunu yaptıkları en gelişmiş teknolojiler zamanla değerini yitirir. Zengin ülkeler eskitme yarışmasının dünya şampiyonudurlar.

Bu ülkelerde toplumsal kutuplaşma da vardır; gerçek gelirlerin düşmesi, sefalet ve umutsuzluk gibi olumsuzlar bu ülkelere yabancı değildir. Geleneksel insanın modern insana dönüştürülmesi seferberliği başarısızlığa uğramıştır. Eski tarzlar iflas etmiştir, yeni tarzlar ise hayata geçirilebilir olmaktan uzaktır. İnsanlar kalkınma kilitlenmesine yakalanmışlardır. Tohum almak zorundaki köylünün parası yoktur, çocuklu bir kadının köyündeki başka bir kadından ya da bir hastaneden yardım alma imkânı yoktur; kentte kâtiplik yapma becerisi olanlar maliyetleri kısma önlemlerinden dolayı kapıya konmaktadır. Bu insanlar, sığınmak istediği ülkeden ret yanıtı almış, gidecek yeri olmayan göçmen gibidirler. ‘İleri’ sektörün kabul etmediği ve eski tarzlarla ilişkileri kopmuş olan bu insanlar kendi ülkelerinde göçmen gibi yaşamak zorunda kalmakta, geleneksel olanla modern olan arasındaki tehlikeli bölgeye girmek zorunda bırakılmaktadırlar.

Dördüncü olarak, daha başından kalkınmanın yanlış yorumlanmış bir teşebbüs olduğu kuşkuları artmaktadır. Aslında korkulması gereken kalkınmanın başarısızlıkla değil, başarıyla sonuçlanmasıdır. Tamamen kalkınmış bir dünya acaba nasıl bir dünya olurdu? Bilmiyoruz, ama sıkıcı ve tehlikelerle dolu bir dünya olacağı kesin. Kalkınma yoluyla belirli bir gelişmişlik düzeyine gelmeye çalışacak devletler birbirleriyle kıyasıya bir rekabet içinde olacaklar ve dünya bunun yaratacağı sıkıntıları ve tehditleri yaşamak zorunda kalacaktır. Tuaregler, Zapoteco-lar ya da Rajasthaniler, farklı ve mukayese edilmesi gereksiz yaşama tarzları içindeki topluluklar olarak değil; gelişmiş ülkelerde başarılmış olanlara sahip olmayan topluluklar olarak görülmektedirler. Gelgelelim, bu toplulukların tarihsel görevinin gelişme olduğu ilan edildi. Başlangıcından itibaren kalkınmanın gizli bir gündemi vardı: dünyanın batılılaştırılması.

Sonuç, farklılıkların büyük ölçüde kaybedilmesi oldu. Dünyanın her tarafında bayağılaştırılmış mimari, giysiler ve günlük kullanım için üretilen nesnelerin görüntüsü sanki gözlerimize saldırmaktadır. Dillerin, geleneklerin ve özel jestlerin yarattığı çok renkliliğe artık hemen hemen hiç tanık olmuyoruz; arzuların ve düşlerin tek tipleştirilmesi ise toplumların bilinçaltında çok derinlere yerleştirilmiştir. Piyasa, devlet ve bilim en değerli evrenselleştirici güçler haline geldi. Reklâmcılar, uzmanlar ve eğitimciler hükümranlıklarını acımasızca genişlettiler. Montezuma’nın çağında olduğu gibi, fatihlere sıcak karşılama törenleri düzenlendi, ancak bütün bunlar, fatihler için kendi zaferlerini kutlamaktan başka bir anlam ifade etmedi. İnsanın düş gördüğü ve eylemde bulunmasını sağlayan zihinsel alanın büyük bir kısmını Batı’nın imgeleri işgal etmiş bulunmaktadır. Kültür alanında geride bırakılmış olan tek kültürlülüğün geniş saban izleri, bütün tek biçimli kültürlerde olduğu gibi, hem çırılçıplak kalmıştır hem de tehlikelidir. İnsan olmanın sayılamayacak kadar çok çeşitliliği yok edildi ve dünya maceradan ve sürprizden yoksun bir yer haline getirildi. “Öteki”, kalkınma ile birlikte ortadan kalkmıştır. Öte yandan, yaygınlaşan tek biçimli kültür, endüstriyel ve büyümeye yönelmiş toplumlar için yaşama şansı olan seçenekleri aşındırdı ve insan soyunun, yaratıcı yanıtlarla farklılıkların var olacağı bir gelecekle kucaklaşma yeteneğini felç etti. Kültürel evrim potansiyeli son kırk yıl içinde çok düşmüştür. Yok olmamış kültürel evrim potansiyelinin, varlığını kalkınmaya rağmen korumuş olduğunu iddia edersek sanırım abartmış sayılmayız.

Kalkınma fikrine hayat vermiş olan tarihsel koşulların çoğu Truman’ın azgelişmişlik kavramını icat etmesinden kırk yıl sonra ortadan kalktı. Kalkınma, günümüzde amip gibi şekilsiz ve kökünden sökülüp atılamayacak bir kavram haline gelmiştir. Kalkınma kavramının sınırları o kadar belirsizdir ki hiçbir şey ifade etmemektedir. Ancak kalkınma fikri insanda iyi niyetlilik çağrışımı yaptığı için her yere yayılmaktadır. Bu fikri IMF ve Vatikan, silahlı devrimciler, saha çalışması yapmakla görevli Samsonite ayakkabılı uzmanlar ayakta alkışlamaktadırlar. Kalkınma kavramı içerikten yoksundur ama elbette bir işlevi vardır: kalkınma her türlü müdahalenin yüksek bir amaç adına kutsallaştırılmasına yarar. Bundan dolayı birbirine düşman olanlar bile aynı bayrak altında birleşirler. Bu kavram öyle bir ortak zemin yaratır ki, sağ ve sol, seçkinler ve halk örgütleri kendi savaşlarını yürütürler.

Bu kitabın yazarları gibi bizim de niyetimiz kendi kendini yenilgiye uğratan bu kalkınma konusunu iyice açıklığa kavuşturup insanlığın gündeminden çıkarmaktır. Öte yandan, hayatlarını kalkınma konusunda çalışarak kazanan görevlilerin yaptığı işlerin kavramsal temellerinin yanlışlığını ortaya koyarak bu profesyonelleri iktidarlarından etmeyi umut ediyoruz. Öte yandan, halk girişimleri içinde yer alanların karşısına çıkıp kötürüm hale gelmiş olduğu halde kalkınma fikrinden yana davranan bu insanları bu konuda ikna etmekten memnuniyet duyacağız. Kalkınmanın en önemli konularına ilişkin makalelerimizi yayınlamaktaki amacımız çağımızın düşüncesine sınırlar koyan bir takım bilinçsiz yapıların gerçek yüzlerini açığa çıkarmaktır. Kalkınmacılık sonrası dönemi anlamayı amaç edinmiş bir yaratıcı çabanın bu sınırlılıkların üstesinden gelmesi gerektiğine inanıyoruz.

Kalkınma konusuna ilişkin tartışmaların temelinde bazı önemli kavramlar yer almaktadır. Yoksulluk, üretim, devlet ya da eşitlik gibi kavramlara göndermeler yapılmaksızın kalkınma konusunda konuşabilmek imkânsızdır. Bu kavramlar, ilk olarak çağımızda, Batı’da ön plana çıkmışlar ve bundan sonra dünyanın geri kalan kısmı için tasarlanmışlardır. Bu kavramların her biri Batı’ya özgü dünya görüşünü güçlendiren bir zımni varsayımlar kümesinin cisimleşmiş halidir. Kalkınma kavramı bu varsayımları o kadar geniş bir alana yaydı ki herkes hakikati Batı’lı gibi algılama tarzına sarıldı. Gelgelelim, bilgi, iktidarını, insanların dikkatini belirli noktalara yönlendirerek uygular; bazı hakikatlerin şeklini değiştirerek onları ön plana çıkarır, çevremizdeki dünya ile ilgili diğer tarzları unutturur. Kalkınmanın toplumsal-ekonomik bir çaba olarak kesinlikle başarısızlığa uğradığı bir anda beyinlerimiz üzerindeki egemenliğinden kendimizi kurtarmak son derece önemli bir iş haline gelmiştir. Bu kitap, bize, hakikatin kalkındırılması modeli üzerinde bir kez daha uzun uzun düşünme ve var olan kalkınma anlayışını benimsemişsek gözlüklerimizin sadece renkli değil kirlenmiş de olduğunu kabul etmemiz çağrısında bulunmaktadır.

Bu entelektüel gözden geçirmeyi kolaylaştırabilmek için her bölümde incelenen konuya ilişkin önemli kavramların arkeolojisine değinilmekte ve bu kavramların etnosantrik, hatta şiddeti de içeriyor olmasına dikkat çekilmektedir. Kitapta yer alan makalelerde son kırk yıl içinde kalkınma konusunda yürütülen tartışmalarda her bir kavramın işlevlerindeki değişiklikler de ele alınmıştır. Bu bölümlerde her bir kavramın algılamayı nasıl süzgeçten geçirdiği, hakikatin bazı yönleri ön plana çıkarılırken bazı yönlerine nasıl hiç yer verilmediği, Avrupa tarihinin akışı içinde koşullara uyarlanmış olan uygarlıkla ilgili bazı özel tutumların temelinde, bu, kalkınma fikri önyargısının yer aldığı ortaya konulmaktadır. Son olarak, her makalede, başka bir makaleye bir pencere açılmaya çalışılmış, dünyaya başka bir tarzda bakılmasını sağlamak hedeflenmiş, Batılı olmayan kültürlerde kalkınmaya rağmen varlığını sürdüren zenginliklere ve nimetlere bir göz atma olanağı verilmeye çalışılmıştır. Makalelerin hepsi okunmaya değer. Çünkü uzmanlar da yurttaşlar da bu kitabı okuduktan sonra bu eskimiş kelimeyi (kalkınmayı-ç.n.) kullanmaya cüret ederlerse teklemek, duraksamak ya da kahkahalarla gülmek zorunda kalacaklar.

Bu kitabın arkadaşlık ilişkilerinin ürünü olduğu söylenebilir. Bu kitap, bizim, herkesten önce birbirimize verdiğimiz bir armağandır. Alanları ve ilişkileri farklı olan bu kitabın yazarları, yani bizler, bir yıl boyunca düzenli olarak buluşup birbirimizle sohbet ettik, günlerce ya da haftalarca aramızda tartıştık, değişik yemekler hazırladık, çevrede gezdik, çalıştık ve kutlamalar düzenledik. Belirsizliklerimizi paylaştık, inançlarımızı savunduk; zaman zaman şaşırdık, zaman zaman aklımıza gelen belirli fikirlerden etkilendik; kişiye özel davranışlarımızı tartıştık ve birbirimizden esin aldık. Yavaş yavaş ve bazen de rastlantısal olarak konumuza ilişkin ilginç kaynaklara rastladık ve bunlar bireysel çalışmamızda yararlı oldu. Bizim de başımıza geldiği gibi meslek-dışılaştırılmış aydınlar, hayatı dostluklarla ve ortak taahhütlerle çoğaltırlar. Aksi halde akademik olmayan böyle bir çalışma sürdürülebilir kılınamazdı. Özellikle belirtmem gerekir ki, çoğumuzu bir araya getiren ve yıllar boyunca düşüncelerimizi harekete geçirmiş olan Ivan Illich’in entelektüel çekim gücü olmasa bu kitap gerçekleşemezdi. Bu kitabın planlarını 1988 yılının sonbaharında Barbara Duden’in Pennsylvania’da State College’daki ahşap evinin verandasında otururken hazırladık. Bundan önceki bir hafta boyunca hararetli tartışmalar yapmıştık. Bu tartışmalarımıza zaman zaman soğan kesmek ve şişe kapakları açmak için de ara verdik. 

Christoph Baker ve Don Reneau’ya çevirilerdeki yardımlarından dolayı teşekkür ederim. Birçok danışma toplantımızı gerçekleştirdiğimiz Pennsylvania State University’deki Science, Technology and Society Programme’ın verdiği kurumsal destek ve editoryal çalışmalarımı sürdürdüğüm Almanya’da Essen’deki Institute for Cultural Studies’in verdiği destek bizim için çok önemli ve yararlı olmuştur. Bu kurumlara da minnet borcum var. 

 

Eser Adı: Kalkınma Sözlüğü
Editör: Wolfgang Sachs
Kitabın genel anlamda türü: Sözlük

Yayına Hazırlayan: İsmet Erdogan
Kapak Tasarım: Ali İmren
Cilt Bilgisi: Dikişli Sıvama Cilt
Kağıt Bilgisi: Avrupa Enzo (Kitap Kağıdı )
Basım Tarihi: Ocak 2008
Sayfa Sayısı: 500
Kitap Boyutları: 13.5/21

İletişim

Adres: Menekşe 2 Sokak No: 16/8 Kızılay Ankara
Tel: 0312 418 32 41 Fax: 0312 418 32 87


Yazarlar:

Gustava Esteva, Wolfgans Sachs, C. Douglas Lummis, Maranne Gronemeyer, Gérald Berdthound, Ivan Illich, Majid Rahnema, Arturo Escobar, Barbara Duden, José Maria Sbert, Jean Robert, Vandana Shiva, Claude Alvares, Harry Cleaver, Serge Latouche, Ashis Nandy, Otto Ulrich

Tanıtım metni:

"Yetenekli ve aykırı fikirli bilim insanları, KALKINMA, YARDIM, İLERLEME ve Yirminci Yüzyıl’ın diğer hayati tehlikeleri gibi konularda onlarca yıldır yürütülen beyin yıkama faaliyetine karşı çok etkili bir panzehir sunmaktadırlar"

                                                                                    SUSAN GEORGE 

A Fate Worse Than Debt’in yazarıGeride bıraktığımız son kırk yıla ‘kalkınma çağı denilebilir. Güney, bu süre içinde kalkınma adına Kuzey’e yetişmeye çalıştı, uzmanlar yakın ve uzak köylere üşüştüler, milyonlarca insan ise ücretliler ve tüketiciler haline geldi.
Gelgelelim, ‘kalkınma’nın toplumsal-ekonomik bir çabadan çok daha fazla bir şey olduğu artık anlaşılmış bulunmaktadır. Kalkınma, bir gerçeği biçimlendirme anlayışı, toplumları rahatlatan bir efsane, tutkuyu dizginlerinden boşaltan bir görüntüden ibarettir. ‘Kalkınma’, bu kitapta dünyaya özel bir bakış tarzı olarak incelenmektedir.
Bu öncü derlemede kalkınmanın dünyanın en güzide eleştiricilerinden bazılarının, savaş sonrası dönemde kalkınma konusunda yürütülen tartışmalarda kullanılmış önemli kavramlar hakkındaki fikirleri yer almaktadır. Her bir denemede bir kavram, tarihsel ve antropolojik açıdan ele alınmakta ve bu kavrama ilişkin bireysel önyargılar açıklığa kavuşturulmaktadır. Bu kavramların tarihsel bakımdan eskimişliğini, entelektüel açıdan da kısırlığını ortaya koyan yazarlar, Avrupa merkezli kalkınma fikrine kesin olarak elveda deme çağrısında bulunmaktadırlar. Yazarlar, günümüzde insanlığın önündeki çevresel ve etik sorunlara cesaretle yanıt verebilmek için hem Kuzey’deki hem Güney’deki insanların akıllarını kurtarabilmek için bunun acilen gerçekleştirilmesi gerektiğini belirtmektedirler. Bu makaleler, kalkınma konusunda çalışan uzmanların, halk hareketlerinin ve bu konunun öğrencilerinin konuya, öncekinden farklı bir açıdan bakmalarını sağlayacaktır.  Kalkınma fikrinin kültürel tarihi konusunda buradakinden daha fazla bilgi edinmek isteyenler için her makalenin sonuna açıklamalı bibliyografyalar eklenmiştir.


  
  Wolfgang Sachs