Yahya Kemal’in,
“Ne
zaman şair olduğunuza inandınız?” sorusuna, hiç tereddüt etmeden;
“Türkçeyi hissettiğim zaman!” yollu
yanıtından yola çıkarak, Tahsin Şimşek’in
“Sevgilim Şiir” adlı yeni şiir kitabının
bölüm başına: “De, hiç değilse sen de
bari / Al kınalı göğsü yaralı Türkçem” dizelerini ilk sayfaya özenle
kazıması tesadüfi değil diye düşünüyorum. Yabancı dil havarisi geçinen bunca
aymazın Türkçeye verdikleri zararı düşününce, Şimşek’in şiirleriyle içim biraz olsun ferahlıyor. Diline sahip
çıkmayan bir ulusun, ulus kimliğinden/tam bağımsızlığından söz etmek, sanırım,
hoşgörü sınırlarını zorlamaktan öteye gitmeyen hoşgörü budalalığından başka bir
şey değildir.
Şimşek,
hemen arka sayfaya attığı çentikle bir atasözüne nazirede bulunuyor. Neydi bu
atasözü:
“Gözden ırak olan gönülden de ırak olur.”
Peki, şair ne diyor:
“Gözden
ırak olan gönülden de ‘Irak’ olmuyor.”
Bu çok hoş bir ironi. Çünkü sözü bir
şiire getirecek şair.
Hadi sizlerle şöyle bir anılar denizinde geziye çıkalım. Kendi kendimize
ürettiğimiz oyunlara. En çok neleri severdik, yani hangi oyunları? Benim
anımsadıklarım şöyle: Güvercin taklası, uzun eşek, elim sende, misket/bilye,
çuval yarışı, yumurta yarışı, yakar top…hemen aklıma gelenler. Ha, sahi, bir de
kızlı erkekli oynadığımız ve birçok şarkıya/şiire konu olmuş “saklambaç”. Şimdi
diyeceksiniz ki saklambaç’ı neden tırnak içine aldın?! Çünkü irdeleyeceğim
konunun / vermek istediğim iletinin anahtar sözcüğü bu.
Bir ebe olur. Yüzünü bir duvara / ağaca
dönerek gözlerini kapatır, taraflarca daha önceden anlaşmaya varıldığı bir
sayıya kadar ebe sayar. Aynı oyunun içinde olan diğer oyuncular saklanır. Ebe
de sayımını bitirdikten sonra onları sobelemeye çalışır. Kimi önce sobelerse
ebe o olur. Bütün mesele sobelenmemekte; yani iyi gizlenmekte.
İşte, tam da oyunun burasında devreye
girmek ve oyuna müdahale etmek istiyorum. Şu an da Ortadoğu ülkeleri mecburi
bir saklambaç oyunu oynuyorlar / oynatılıyorlar. Çünkü diğer oyunlar dururken,
oyunun yönetmeni bu oyunun oynanmasını emrediyor. Oyunun sahnesi de Irak. Bir
süre sonra oyunun ipleri yönetmenden çıkarak figüranlara geçiyor. Yönetmen
sahneyi değiştirip daha lokal bir bölge olan Kuzey Irak’ı seçiyor. İşte asıl
kıyamet de burada kopuyor. Çünkü yönetmen makyaj odasını da buraya taşımak
istiyor. Figüranların istediği gibi her söyleneni yapıyor. Ancak oynanan oyun
sahnenin dışına taşıp, sınır ülkelerini zorlar oluyor. Ve bu sahnede oynanan
saklambaç oyununda “ebe”lik sürekli Türkiye’de kalıyor. Yönetmen tarafından
deniliyor ki: “Sen sürekli gözlerini kapalı tut, olup bitene aldırma, ben,
tamam oldu gözlerini açabilirsin dediğim zaman gözlerini aç!” diyor. Zaten
gözlerimizi açtığımız zaman da atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmiş olacağından,
gerisini anlatmanın bir anlamı bile kalmıyor.
Oyunun burasında şiir çıkageliyor
saklandığı yerden. Haklı olarak tüm bu olup bitene dayanamıyor. Ve şairin
dilinden dökülüveriyor bir şelale misali:
“…ve
sonra modern köleler tanıdım / Yaşam pınarlarını satan / Kültür sülüklerini
emzirirken / Göğüsleri utançtan mor mor / ‘Kara’dan da karanlık / Öylesi
karadul bir yaşam”(s.:8)
Ya da;
“…Yüzyılların
açı, o aç gözler /Babil, Samarra, Ninova’da şimdi / Güneş erken doğunca
Felluce’de / Ve telgrafın tellerine Tel-Afer’de / ‘Doğ’maktan doğurgan doğu
doğu/Bu direnç ülke”(s.:9)
Savaşın toplum ve bireyler üzerinde
bıraktığı olumsuz etkileri, tarihin sayfalarında gidip gelmelerle dillendiriyor
/ şiirleştiriyor Tahsin Şimşek.
Olaylara hem bölgesel hem de evrensel içerikli bakıyor. Dolayısıyla bu savaşta
kendi pozisyonunu da belirlemiş oluyor. Ulusların geleceklerini kendileri tayin
etmeleri noktasında gardını alıyor.
“…Işıl
ışıl Kemal Yeri ve bütün vatan / Tarihe çoktan doğdu o kor güneş / Hem de bütün
düşlerden önce / O’nu ilk ben gördüm Anafarta’da / Güvenmeyin hiç / Arkasız
değilim / Ben / Ben işte O / O Mustafa Kemal”(s.:13)
Kitaptaki
şiirler genellikle emek, emperyalizme karşı duruş, ezilenden yana tavır,
tarihsel bir sürecin anatomisi, kuşkular, direnç, örgütlü bir yaşam, halkın
sesi, vatan, ülke, barış vb temalar üzerine oturtulmuş. Zaten bu tematik
şiirler toplamını oluşturan dosya da ona haklı olarak “2006 Ş.Avni Ölez ‘Şiir Emeği’ Ödülü”nü getirmiş.
Bütün yoksulluk ve yoksunluklara karşın
bir ülkenin nasıl ayakta kalabildiğinin en çarpıcı örneğini “Cumhuriyet Kuşağı” adlı şiiriyle
veriyor Şimşek.
“…Yüreğimizi
hiç eskitmedik / Gecelerce iplik büküp / Kara dimiden donlar / Ak astarlı
işlikler diktik / Herkes kendine
terziydi / Cumhuriyet hepimize”(s.:19)
İşte, inanmışlık bu…
Tahsin
Şimşek, öğretmen kökenli bir şair. O
nedenle köy gerçeğine uzak biri değil. Bir Anadolu sevdalısı O. Kırsalın sesi.
Toprağın öfkesi. Fidanların neşesi.
Türkçemizi bugün içine
düştüğü/düşürüldüğü ablukadan şu dizelerle alıp çekiyor şair:
“…Aynasına
sırdır zamanın Türkçem /Göz göze gelir gelmez / Yaşam rengine keser uzam / ‘Türkçesi
varken’ / Devrim devrim dalgalan hey / Oğul, çağlar öte o sabahlara / ’ses
bayrağım’la uyan”(s.:27)
Birçok şairde olduğu gibi Tahsin Şimşek de bazı şiirlerini
birilerine adamış. Hasan Hüseyin, Hasan Mercan, Arife Kalender, Behçet
Necatigil, Ahmet Miskioğlu, Ali Dündar bunlardan yalnızca birkaçı. Bu adanmış
şiirleri biraz da şairin değerbilirliği olarak algılıyorum.
“Bak
Hasan Hüseyin / Her lokmanı bedenine yarayan / Beyin beyni boğum boğum /
Dönerkavşaklar kadar da işlek / Ve kim bilir hangimizi-kimi / Kaçıncı köprüden
geçerken itiverecek”(s.:30)
Günümüz yönetsel iktidarını oluşturan siyasetçilere de söyleyecek bir
çift sözü var şairin. Hani tebessüm ettirirken düşündüren cinsinden; ince bir yergi. Belki de “kara mizah” demek en doğru tanımlama olur.
“Hikmetinden
sual olunmaz ya hikmet-yar / -yâr bana bir eğlence- / Diz kırdık, el öptük,
nefes aldık ağzımıza (t)üf(k)ürttük / ’Burkanın gurkaları
yeşilordumuz / (kubbeler miğfer, minareler süngü) / Sözün ucu nereye mi kaçtı /
Parola: ‘7.4’ yetmedi mi? / İşareti: Türban / Aksi takdirde/Genel(ev)inizin o
‘üniversite’si(ni)… /- Eli maşalı Kasımpaşalı”(S.:39)
Kitabın ikinci bölümünde toplumsal
olaylardan biraz olsun sıyrılabilen Şimşek,
adeta aşka sığınıyor dizelerinde. Belki de bir nefes alımı mola bu. Zaten
şu dizeyle başlamış şair bu bölüme: “yüzgörümlüğü
isteyen o aşklar” .
“…Ufkumdan
hiç eksilme / Güneşim olduğunu bileyim, / Yaşamın sıcaklığını ver, / Ellerini
ver, gözlerini ver öpeyim”(s.:44)
“Özlem”
şiirinde bir başlığın satır aralarından seslenir şair.
“Dingin bir mavide yaşamalıyım / Adı yaşam olan bu düşü / Üstüme çatı
yapmalıyım / Bu şiir gülüşü / Yüreğime yuvasını yapan güvercinim”(s.:48)
Belki de kitabın en can alıcı dizesi bu:
“bir şiirin peşinde yaşlanmak”
Ne demişti şair kitabının adına: “Sevgilim Şiir”
Şiir,
aşk, sevgili: insanın başına bela mı bela her biri. Uğraş Allah uğraş. Ne
aşkı memnun edebilirsin, ne sevgiliyi, ne de şiiri. Yani sizin anlayacağınız
şairin işi oldukça zor! Üç asi militan…
Hadi gelin kitaba adını veren şiirle
noktalayalım bu yazıyı da:
“İki
ucu açık bir kalemdir yaşam / ‘mavi-kırmızı’ / Umudun altını çizmek için her
daim / Düşlere dalıvermesin diye mavi / Damladığı yerde katlanıvermiş / O bir
damla mürekkeptir / ‘şiir’ ile ‘ozan’ / ’Bakışım’ı hep bir sevgiliye denk düşen
her daim / Soyunmayı unutmasın diye şiir / Peki, bir şaire yöneltilen ilk soru
nedir ey hüzün /
–Yaşam denilen /
‘şiir’le ‘dil’ / hep böyle mi sevişir’ / ‘Hı’ de, Sevgilim Şiir, her daim ‘hı’”(s.:57)
O kadar kolay
mı “Hı” demek?
01 Kasım 2007, Bornova
Sevgilim Şiir
Tahsin Şimşek
Afrodisyas-sanat Yayınları, Eylül-2007
ISBN 978-9944-0988-0-9