Hani
türküler söylenir dağlara sızlanan, dağlarla dertleşip gerektiğinde sevince
koşan. Kiminde yanık bir ezgi, kiminde çiçeklerle oynaşan coşkulu bir bahar
sevinci dillenir. Türküler söylenir, dağı özüne katık yapmış olarak. Ve bu
türküler söylenirken dağlarla şahlanıp bir ucu ufukları yırtan türlü telden türküler.
Aynı kabarış, aynı zenginlik şiirlerde de
olagelir. Zaten türkünün söz pınarı da şiir değil midir? İster geleneksel halk
şiiri, ister günümüz şiiri olsun hepsinde dağ teması vazgeçilmez bir esinti; tıpkı
ırmak, deniz, gökyüzü gibi şairin duygularının ifadesinde önemli bir imgedir.
“Şiirde Dağ İzleği” adlı kitabım, bu konudaki ilgi ve merakımın bir ürünü
olarak ortaya çıkmıştı. Söz konusu incelememde ülkemiz halk ozanları ve günümüz
şairlerinin şiirlerindeki dağ imgesini yakından takip etme fırsatı buldum.
Dağlar yeryüzü coğrafyasında hele hele
Anadolu coğrafyasında çok önemli bir yere sahiptir. Dört bir yanı dağlarla çevrili
bir Anadolu, dört bir yanında bir ucu dağlara yaslanan bir hayat demektir.
Dolayısıyla sosyal hayatımızın önemli bir parçası olan edebiyat sanatında
dağların yerinin ne olduğunu ve olabileceğini varın bir de siz tahmin edin.
Bir yerleşim biriminin tasvirine başlayacak
olan yazar masmavi gökyüzü altında çiçekleri izlemeye alır, derelerin kaynağına
doğru yürür. İlerledikçe önce dağların etekleri dolanır yazarın, şairin eline. Sonra
baharlı, kışlı elbiseler giyinmiş, türlü renkle donanmış dağların sağında
solunda savrulur. Dorukları aman vermez karlı buzludur. Renkleriyle,
canlılarıyla ozanı çarpar, deliye döndürür.
Gine evvelbahar oldu
Dalgalandı cûşum benim
Dağlar yeşilden giyince
Durmaz akar yaşım benim
(Öksüz Aşık)
Dağların Anadolu coğrafyası ve bu
coğrafyadaki sosyal yaşam içerisinde önemli yeri olduğunu belirtmiştim. Bazı
yerde günlük yaşamın kendisidir. Bir dağın eteğinde ya da yüzeyinde yaşayan bir
insan birimi için dağ onun ekonomik yaşantısıdır da. Yemişini ondan alır.
Pazarlayacağı ürünü oradan çıkartır. Kervanlar oradan gelip geçer. Bir yerden
bir yere yol alacakların dolanarak yer eylediği, gerekirse tepelerini aştığı
yerdir. Aşığın dert yandığı, yavrusunu
yitirmiş bir ananın medet umduğu kimse gibidir.
Ben bu dağdan geldim geçtim
Boz bulanık suyun içtim
Ben yarimden ayrı düştüm
Gördünüz mü bakan dağlar
(Hasan Dede)
Kocasında dağım koca
Ağlayıp gözler dolunca
Şaşırıp yolda kalınca
Bir yanında yol olmaz mı
(Katibî)
Bazen
de ayrılıklara, özlemlere, gurbete ve sılaya karşı gönül yoldaşı yine dağdır.
Ölüm acısı, özgürlük sevinci, isyan yuvası, âşıkların sırdaşı, aşka dair
güzellemeler, benzetmelerdir.
Gece gündüz yalvarmıştım Süphan’a
Birden vuslat bulamadım sunama
Daha şimdiden geri beni kınama
Semaya erişmiş figanın dağlar
Ruhsat gibi karaları bağlarsın
Aşkın ateşi ile yürek dağlarsın
Benim ahvalime sen de ağlarsın
Var ise zerrece imanın dağlar
(Ruhsati)
Ozan gurbetlik acısını, sıla özlemini
dağlarla paylaşır. Onu gurbetten kurtaracak, sılasına kavuşturacak “mor bir
katar” misali olan dağlardır.
Çetin yaşam yeridir dağlar. Yolcuyu yolundan
eder, dumanlı başında yolcusu yolun şaşırır, dara düşer.
Yüce
dağlar ne kararır pusarsın
Aştı m’ola kömür gözlüm başından
Azıcık derdime dert mi katarsın
Alem sele gitti gözüm yaşından
(Karacoğlan)
Yiğit
atına binmese yakınır
Yüreğinde olan elbet çekinir
Kar yağar da dört köşesi yekinir
Yol vermez aşmaya yeli dağların
(Köroğlu)
Dağların kışı-yazı, güzü baharı… Her mevsim
ayrı duygular dillenir. Her mevsim onun derdi başka başkadır. Şair bu değişime
tercüman olur…
Mor
menekşe boyun eğmiş
Yapracığı suya değmiş
Yazın yeşil kemha giymiş
Kışın sade giyen dağlar
(Hasan Dede)
Kumrular dem çeker derelerinde
Dudular seslenir tepelerinde
Mart ile nisanın aralarında
Göğerir çayırın, çimenin dağlar
(Ali
İzzet)
Geleneksel halk şiiri dışında 20.yüzyıl
ortasından itibaren burjuva toplumun çelişkileri içinde yaşayan ozanlarda dağ
imgesi daha gizemli bir hal almaya, daha farklı anlamlarla bezenmeye başlar.
ardıç
katran köknar çınar çam meşe
mavi yeşil uğultusu dağların
bu dağlarda ceylan gezmez
kuş şakımaz bu dağlarda
dağ dediğin yürek yürek atmalı
solumak ciğer ciğer evreni
çam ardınca yaslanmalı
gürgen köknara
kartal kanat açar gibi kalkmalı dağlar
şafak vakti horona
(Hasan Hüseyin)
Şiir şairde fotoğraf karesine konan bir an
gibidir. An, şairde donmuş; şair o anı sözcüklerle dondurmuştur. O anda ne olup
bittiğini ancak edip eyleyen anlar. Okurlar ise dizelerde donmuş o andaki
imgeyi ancak yorum yaparak çözmeye çabalar. Bu çaba aynı zamanda okurun edebi
bir zevk edinmesidir. Dağın şairde o anda uyandırdığı yeğin duyguları elbette
ki tam anlamıyla açıklamak olanaksızdır. Anlama, açıklama çabasından geriye
ancak “anlatılmaz yaşanır” demek kalır.
alnını
dağ ateşiyle ısıtan
yüzünü
kanla yıkayan dostum
senin uyurken dudağında gülümseyen
bordo gül
benim yüreğimi harmanlayan isyan
olsun
(Arkadaş Z. Özger)
Çağı, toplumsal üretim düzeyi ne olursa
olsun isyancının yurdudur dağlar. Pir Sultan’ın, Köroğlu’nun, Dadaloğlu’nun
yurdudur. Çağlar değişir, sömürü sistemleri değişerek sürer. Yeni Pir
Sultan’lar, Dadaloğlu’lar çıkar. Dağlar yine onların en yakın yoldaşlarından,
sırdaşlarındandır. Arkasında dağlar vardır. Dağlarda var olmak isyan ateşinin
yanmaya devam ettiği anlama gelir.
Özengimi gerdim durdum
Beyleri mürvetsiz buldum
Ben sana arkamı verdim
Neyler bana paşa dağlar
(Köroğlu)
Ya
da;
Belimizde
kılıcımız kirmani
Taşı deler mızrağımın temreni
Hakkımızda devlet vermiş fermanı
Ferman padişahın dağlar bizimdir
(Dadaloğlu)
Başına bir hal gelirse
Dağlara gel dağlara
Seni saklar vermez ele
Dağlara gel dağlara
(Gevheri)
Günümüzde üretim yüzyıllar öncesine göre çok
gelişmiş ve değişmiştir. Buna bağlı olarak toplumsal ilişkiler de gelişmiştir.
Dolayısıyla bu değişimler edebi sanatı da etkilemektedir. Elbette ki özünde
aynı kalan şeyler de vardır; baskı, sömürü gibi… Oysa dağlardan, kırlardan
aşanlar belirli noktalarda –kentlerde- toplanarak ilişkilerini
çeşitlendirmişler, bir yerden başka bir yere yolculuklarını yeni açılan
yollarla, araçlarla kısaltmışlardır. Ama bu dağların yaşantımız içinde bir
önemi, bir sorunu kalmadığı anlamını taşımamaktadır.
Edebi soyutlamalarda yine dağların yeri
yazar ve şair için çok önemlidir. Şairlerimiz şimdi dağlara çok değişik
anlamlar yükleyebilmekte, dağları kendi iç dünyalarına, kendi bilinçlerine özgü
bir tema olarak kullanmaktadırlar. Geleneksel halk şiirinde dağlara yüklenen
anlam öyle açık ve öylesine de kolay anlaşılır içeriktedir. Çağdaş şiirde ise
dağlar tema olarak bir derinlik, bir sanatsal işlev yüklenmekte; okurunu
düşündürerek onun imgelemini zorlayıcı, daha karışık bir edebi tat
içermektedir. İşte bazı şairlerden örnekler:
Dağ başlarında
Taş gibi olmak güzel şey
Öyle sessiz ve öyle kendi halinde
Ama bundan daha önemlisi
Her gün biraz daha kayalaşmak
Halkınla birlikte, halk içinde
(A. Kadir Bulut)
Adımladım yamaçları
Destan oldum dağlarıma
Avuçladım toprakları
Gövde oldum dallarıma
(Ahmet Can Akyol)
Çukur yerlerde dağlar beklenirken
Nehirler zindanlara doldurulurken
Ve sabaha karşı kuşlar öterken
Sesler yükseldi dağlardan
(Adnan Yücel)
(…)
Yaran derine gitmiş
Filiz tutmaz, bilirim
Ama hesap dağlarladır
Umut dağlarda
(Ahmet
Arif)
(…)
Bir değil bin ışık parçasıdır
Yeryüzüne yağarken Zilanlar
Dağlar ürperir
Kanat düşürür kuşlar
(Şafak
Tamer)
İşte günümüz ya da kent toplumu döneminin
şiirinde dağ esintisinin girebileceği sayısız derinlik vardır. Her birinde özel
bir an, özel bir duygu ve imgelem yüklüdür. Bu ağırlık şiire ayrı bir okuma
zevki ve derinlik katarken, dağın da Anadolu insanın sanat hayatındaki yerini
hep koruyacağının bir göstergesi boyutundadır.
|