*Arkadaşım İbo

  

İş arkadaşım İbo dik kafalıdır, neye canı sıkılsa Almanlara bağlar, tüm olumsuzluklar onların yüzünden, der. 35 yıldır Almanya’da olduğu halde tek kelime Almanca bilmez, 25 yıldır da aynı firmada işçi olmasına rağmen herkesle küstür, kimse ile barışık değildir. Sohbet sırasında ne konuşulsa ben de yaparım, ben bilirim, der ve sen ne anlatırsan anlat, Nuh der de peygamber demez...
Hatta kininden dolayı hiç bir Alman arkadaşı ismiyle çağırmaz,“Hey Alman!” der... Bir kaç defa kendisini ikaz etmeme rağmen bir türlü laf anlatamadım. İbo bildiğinden şaşmaz asla...

Firmada her yıl işyeri doktorumuz tarafından genel sağlık kontrolü yapılır ama kendisi gitmez, üstelik de şeker hastası olmasına rağmen “Niye gidecekmişim, bunlar değil midir anamızı ağlatan! Burada mahvolduk, bizi bunlar bitirdi, bir de doktorlarına mı gideceğim!” der...

İbo laf dinlemediği için kimseyle de yıldızı barışık değildir. Kimse de ona karışmaz. Hatta bazen kendi kendisine Almanlara mırıldanarak söver durur...
Bir gün, gece vardiyasında bir fırsatını bulup “İbo” dedim “Şeker hastalığına nasıl yakalandın?” İbo “Buraya ekmek parası için geldik arkadaş! Çalışacaksın, hem de çok... Mecburuz buna. Yoksa Almanlarla baş edemeyiz. Onun için firmadaki işimden kalan zamanımda yaklaşık 15 yıl da bir benzin istasyonunda çalıştım. Ancak ne olduysa bir gün kendimi halsiz hissettim. Adeta takatim kesildi. Mecburen kalktım doktora gittim. Doktor bana aşırı stres yüzünden şeker hastası olduğumu söyledi” deyince bu defa yine söze karıştım: “Bunda Almanlara kabahat bulmanın bir anlamı yok İbo. Bak doktorlara gitmiyorsun, istirahatını düşünmüyorsun. Sonunda da kendi elinle hastalık kapmışsın. Şimdi de kalkmışsın Almanları suçluyorsun” deyince İbo iyice kızdı: “Birader sana da bir şey anlatılmıyor ki! Sen de Almanlaşmışsın hemşerim! Almandan dost olmaz, bunu bil! Buradaki bu halimiz Almanların yüzünden” dedi yine...
İbo kızınca ben de fazla üstelemedim ve az ötedeki çalıştığım bandın başına döndüm. On dakika sonra İbo yine yanıma geldi: “Bak arkadaş, beni bir gün anlarsın. Almanların ne olduğunu da... Sen burada yenisin. Almanları benim kadar tanımazsın. Ben onları sırtımda taşıdım” dedi. “Olabilir” dedim “Ama düşüncende yanılıyorsun. Bir ulusun insanlarının hepsi kötü olamaz. Bir iki olumsuz kişinin yaptıklarını bir ulusa mal edemezsin! Bu haksızlık” dedim.
Ama ne İbo, ne de ben geri adım atıyoruz. Amacım İbo’yu girdiği yanlış yoldan döndürmek. Başka amacım yok tabi… İbo ise girdiği yanlış yolda ısrar ediyor...

Günlerden Cuma... Sabahleyin işe gittiğimde İbo’nun işe gelmediğini gördüm. Belki de uyuya kalmıştır, dedim kendi kendime. Bir saat sonra Alman Monika elinde kartondan bir kutu ile yanıma geldi. “Duydun mu, İbo’nun dün gece şekeri yükselmiş. Komaya girince hastaneye kaldırmışlar” deyince üzülerek geçmiş olsun dedim... Durumunu sordum. “İyi olduğunu söylediler” dedi Monika. Elindeki karton kutu ne, diye sordum. “İbo’yu ziyarete gidecegiz. Onun için herkesten en az 1 euro topluyoruz. Çicek ve çikolata alacağız” deyince ben de katkıda bulundum ve arkadaşlarla birlikte gitme sözü verdim...

Vardiya çıkışı otoparkta beş on kişi bir araya geldik ve İbo’nun yanına gitmek için hastanenin yolunu tuttuk. Yolda Alman iş arkadaşım Michael bana “Erdoğan, İbo’nun odasına girerken çiçeği sen al eline. Belki İbo elimizden almaz. Ne de olsa sen Türksün” deyince isteklerini geri çevirerek “Hayır olmaz! Çiçeği Monika alsın eline. Bir Alman arkadaşın vermesi daha uygun olur” dedim. Diğer arkadaşlar da fikrimi olumlu buldular. Amacımız İbo’yu arkadaşlarla barıştırmak ve İbo’nun önyargılarını yıkmaktı.
İbo’nun yattığı hastaneye vardık. Hastanenin danışmasına giderek İbo’nun hangi katta ve hangi numarada yattığını öğrendik. Monika elinde çiçekle ve ben önde diğer arkadaşlar da ardımda, odaya girdik... İbo gayet rahat bir şekilde yatakta uzanmış, elinde televizyonun kumandası, televizyon seyrediyor...
Merhaba İbo, dedim. Ardından Monika “Hallo” deyince İbo bize döndü. Yüzü sararmıştı. Sağ eliyle üzerindeki yorganı kaldırmaya çalıştı. Hepimiz şaşırdığını anlamıştık. Arkadaşlar da gülümseyerek bakınca İbo da gülümsedi. Sonra kendisini toparladı ve üzerindeki şaşkınlığı attı. “Buyrun arkadaşlar. Şöyle yatağın kenarına oturun” diyerek yer gösterince Monika elindeki çiçeği ve çikolatayı İbo’ya uzattı. Ardından ben hepimiz adına geçmiş olsun dileklerimizi ilettim İbo’ya ve “Çiçekle çikolatayı kabul eder misin?” diye sordum. İbo “Nasıl kabul etmem. Buraya kadar gelmişsiniz, başım üstüne” dedi. Ancak gözlerini televizyona çevirdi, bir iki kere yutkundu. Boğazında bir şeylerin düğümlendiğini anladım. Sonra gözlerinden gelen yaşları eliyle hafif silerek tekrar “Ya Erdoğan, inan senin bu kadar samimi olduğunu bilmezdim. Şimdi seni anladım. Sen kazandın dostum. Beni utandırdınız. Bundan sonra senin yanındayım. Hiç bir arkadaşı da kırmayacağıma söz veriyorum” deyince tüm arkadaşlar İbo’yu alkışlayarak en kısa zamanda kendisini tekrar yanlarında görmek istediklerini belirttiler. İbo’ya tekrar geçmiş olsun dedikten sonra hastaneden ayrılarak evlerimizin yolunu tuttuk...

*10-11 Agustos 2007 Tarihli Günlük Evrensel Gazetesinden.

  
  İrfan Erdoğan