“Omuzlarımda kâinatı taşıdım
İçinde hepiniz vardınız
O kadar çok anlattım durdum,
Ne farkında oldunuz, ne anladınız”
demiş
‘Siz’ adlı şiirinde, Hakkı
Özkan…
Kaldırın başınızı yerden. Hâlâ
yapabileceklerimiz var. En azından bundan sonra… ‘Anlamak’ için ‘anlatmak’ için
yine de geç kalmış sayılmayız. Ümitsiz dönemlerinde ‘Şaire’ adlı şiirinde
seslenmiş kendisine “(…) Umutsuz olma şair / Umutsuzluk sana göre değil”
Yazdıklarından güç almış, sıkı sıkı sarılmış yaşama…
Yapıtlarından
güç alma sırası da bizde artık…
Hakkı Özkan 73 yıllık ömrüne onlarca
şiir, öykü, roman ve çocuk kitabı sığdırmış, edebiyatımızın göz ardı edilmiş
yazın emekçisi…
O
da pek çok yazar gibi, yapıtlarını yayımlatamayınca, kendi imkânlarıyla
bastırıp, okurlarına ulaştırma yolunu seçmiş. Özellikle son dönemlerinde
Ortaköy’de bir masa üzerinde sergilediği kitaplarını okurları için imzalamış…
Adı
günümüzde gençler arasında pek bilinmese de -çocuklar zaten tanımıyor- edebiyat
dünyasında kendisine, dişiyle, tırnağıyla kazıyarak bir yer edinmiş.
En
çok bilinen kitaplarından birisidir Grevden
Sonra… 1975 yılında Milliyet Roman Yarışması’nda mansiyon almıştır, bu
romanıyla Hakkı Özkan.
Yıllar
önce tesadüf eseri bir sahafta bulmuştum ilk baskısını… Şimdilerde ise Grevden Sonra, yeni baskısıyla yeniden
kitabevlerinde… Hakkı Özkan’la
1972 yılında Ankara’da tanışan Yaba Yayınları sahibi Aydın Doğan’ın bir armağanı
bu kitap, edebiyatseverlere…
Kitabın yeni baskısı da çok ilginç
bir döneme denk geldi dersek yalan olmaz…
Grevden
Sonra, basın - yayın
dünyasında yaşanan bir grevin romanı…
Bugünlerde
ise 25.000 işçinin katıldığı 44 gün süren Telekom grevi yaşandı.
Sizce
de ilginç değil mi?
İşçi
konulu, hele hele işçiler tarafından yazılan şiir, öykü ve romanın mumla
arandığı günümüzde, bir basın emekçisinin yaşadıklarını heyecanla okuyacağınıza
inanıyorum.
Grevden Sonra’nın yeni baskısı
nedeniyle kitabı yayımlayan Yaba Yayınları Genel Yayın Yönetmeni Aydın
Doğan ve Hakkı Özkan’ın
“Bu ev seninle yaşar / Bu ev seninle var / Bu ev sensiz sadece dört duvar” diye
seslendiği eşi Süheyla Özkan ile görüştük.
• Sayın Doğan, Hakkı Özkan’la dostluğunuz
nasıl başladı?
1970’li
yıllarda bir Ankara güzünde, İçaydınlık’ta tanışmıştık. Ancak burada biraz
ayrıntılara girmem gerekir. Mahallemizin bir ara sokağı olan Çakıltaşı
sokağında kitaba boğulan, sahafiye özelliğinde bir kitabevi açıldı.
Mahallenin kitap kurtlarından olduğum için kitapçıyla çabucak dost olduk.
Böylece Kitapçı
Selim Sabit Pülten ağabeyin öncülüğünde benim işleteceğim Pulcu Kitabevi’ni açtık (sonra adı ‘Aydın Kitabevi’
oldu). İçaydınlık’taki o küçücük dükkânımız, mahallenin sanat edebiyat
sohbetleri yapılan tek dükkânı konumuna geldi. Bir gün Selim ağabey,
yanında ak saçlı biriye dükkâna geldiler ve adamı benimle tanıştırdı. O ak
saçlı adam Hakkı Özkan’dı.
Anlaşılması için biraz daha gerilere gidelim: Selim ağabey İstanbul’da Set Kitabevi
Yayınlarını sürdürürken iflas etmiş, zorunlu olarak mahallemize göçmüş, mahalle
kitapçılığına başlamıştı. Fakat, önceliğinde daha çok yayıncılığı vardı. Kısacası Selim Sabit ağabey iyi kitaplar basmış, iyi
diziler oluşturmuş bir yayıncı geçmişine sahipti. ‘Yeni Türk Yazarları’
dizisinde Hakkı Özkan’ın
Bakışların adlı bir öykü kitabını
basmıştı, yanılmıyorsam Özkan’ın ilk yayıncısıydı. Ben o kitapla Hakkı Özkan’ı
ve hikâyeciliğini tanıdım. Onu tanımakla bir dost kazandım ve bu dostluk son
yıllarına kadar sürdü. Bu ilişkiyi kısaca Grevden
Sonra’nın önsözünde anlatıyorum. Güler yüzlü, insan sever bir kişiliğe
sahibolan Hakkı Özkan,
bildiğimiz halk insanından biriydi. Emekçi insanlara özgü tavrını yitirmemiş,
onca kitaba imza atmış, ödüller almış olmasına rağmen böbürlenme nedir bilmzdi.
Yazar çoğunluğunda gördüğümüz kaprisi onda göremezdiniz. Yani kahramanları
gibi, sıradan insan olma özelliğini yitirmeyen, küçük mutlulukları büyüten bir
kişilikti. Bir örnek vereyim; konuğu olduğum bir gün Acıbadem’deki evinden
çıkıp, dolmuşla sahile, sahilden vapurla Sirkeci’ye geldik. Yol boyunca
çalışmalarından ve yapacaklarından söz etti. Nil Yayınevi’nde kitapları
çıkıyordu, o gün bir çocuk
kitabı dosyasını da Milliyet Yayınları’na verecekti. Sirkeci’den Babıali’ye doğru yürüyoruz. Yol boyunca hiç
selamlaşmadıysa on kişiyle selamlaştı. İnsanın içini ısıtan insandan insana ‘Hakkı abi’li selamlar sürdü.
Ayaküstü haberleşir, dünden kalma konular yinelenir gibi, yeni bir günün
muştusu gibi. Bu sokak kültürü her insanda yoktur ama Hakkı Özkan o sokakların
yerlisiydi. Hayatla kaynaşmıştı.
• Edebiyat dünyası,
söylendiği gibi vefasız mı? Hakkı Özkan hak ettiği
ilgiyi, sevgiyi görebildi mi?
Ne Hakkı Özkan ne de onun gibileri
böylesi bir ‘edebiyat’ pazarında ilgi görmediler görmezler. Çünkü öteden beri
edebiyatı ticarileştiren kesimler hep suyun başını tutmuşlardır. Hakkı Özkan gibilerini çok
önemsemezler, değer vermezler, üstelik onları hakir görürler. Emekçi yazarların
geçim kaygıları olmuştur hep. Yoksulluk içinde hayatını sürdürürken, bir yandan
içini ılıtan sanatını sürdürür. Birileri görmese de o sanatın yakasını
bırakmaz. Hak ettikleri ilgiyi görmezler, ancak kendi sınıfından insanların
ilgisi, sıcaklığı yine de
onları mutlu eder. Bir bakıma Hakkı Özkanlar için pek de
önemi yoktur ‘popüler’ olmanın, baş köşelere zirvelere çıkmış olmanın. O içinde
birikenleri kâğıt üzerine döküyor ya, yüksektekilerin çok satması, reklâm
edilmesi çok da umrunda değildir. Zaten isteseler de olamazlar, bu bir yapı
sorunudur. Bulunduğu sınıf bile uygun düşmez.
Açıkçası
nankör bir alandır edebiyat dünyası. Vefasızdır evet. Örneğin şu günlerde
ortalarda çok görülen, sözü edilen Can
Öykü Antolojisi var. ‘90 yazar 90 öykü’ diye yayınevinin 25.yılı nedeniyle
çıkarmışlar. İyi, güzel ama bu haset nedir! Hakkı Özkan’lar oraya
giremiyor. Salt Can Yayınları’nda kitapları çıkan yazarlara yer verilmiş. Bir
çalışmaya antoloji deniyorsa grupçuluk yapılmamalı kardeşim. ‘Can Yayınları’nın
öykücüleri’ denseydi hiçbir sözümüz olmazdı. Ama şimdi söylenecekler var: Bu
yapılan, tekelciliğin daniskasıdır, bencilliktir. Milliyetçilik nedir? Budur
işte! Her alanda olduğu gibi edebiyat alanında da örneğini görmüş olduk. Bir yayın ekibi bunu yapıyor.
‘Ekibin başında bulunan Faruk
Duman bunları anlayacak, kavrayacak yaşta olmayabilir’ desek
de orada kocaman adamlar var, Celal
Üster var; yanlış yaptıklarını düşünmeliydiler. Geniş
olanakların kullanılarak yapılan bu tekelci anlayışın Türkiye öykücülüğüne bir
şey katmaz, çünkü hiçbir iyi öykücü tekelcilikten, tekelci yayınevlerinden
çıkmamıştır. Orhan Kemal, Sabahattin Ali, Sait
Faik ter kokan özgür alanlardan gelmişlerdir. Sadece bizim olsun gibi bildik
kalıpların yeniden dökülmesinin bir yararıyoktur. Gündemi oluşturabilirler,
çokça sözü edilir, satışı yapılabilir elbet, ne de olsa sermaye zincirinin
halkaları birbirine bağlanmıştır.
Bir
örnek vereyim: 2002 yılında Hakkı
Özkan anısına Yaba Öykü etkinliği düzenlenmişti. Konuyu işleyen öyküler Sokaktaki İnsan Öyküleri adıyla kitaplaştırılıp
sunulmuştu, ama ne yazık bu emek ürünü çalışma için iki kelime yazan olmadı.
Nankör bir alan diyorsam boşuna demiyorum.
• Siz bugünlerde bir vefa örneği göstererek Hakkı Özkan’ın Grevden Sonra adlı romanının 2. baskısını yaptınız…
•
Evet, bir vefa
borcundan öte önemli değer taşıyan bir roman olduğu için. Özellikle o kitabı
çıkarmak boynumuzun borcuydu. Değerler silinip gitmesin. Şimdi de yazarın Kiracımız adını taşıyan öykü kitabını basıma
hazırlıyoruz. Daha önce de
Kanatlı Çocuk romanını
basmıştık.
• Hakkı Özkan’ın diğer
kitaplarını da yayımlamayı düşüyor musunuz?
Gücümüz
yeterse birkaç tane daha çıkarabiliriz. Çocuklar için önem taşıyan çalışmaları
var; çocuk oyunları, romanları, masalları, hikâyeleri var.
• Hakkı Özkan ölene kadar çalışmış,
mücadele etmiş, sürekli üretmiş. Onun için neler söylenebilir?
Arı
gibi çalışan adam… Roman, hikâye, oyun, masal, fıkra, şiir, makale, hatta
takvim ve ansiklopedi maddesi bile yazmıştır. Kalemi elinden düşmeyenlerden… Emekli
olduktan sonra yazmak işinde daha da yoğunlaştı.
• Kaç
kitabı var biliyor musunuz?
Net
bilgim yok, ama bir doküman yapılırsa kitap sayısı elliyi aşar. Yirmi kadar
çocuk kitabı olsa gerek. Renk Yayınevi için dünya çocuk klasiklerinden
‘Macera Çocukları’ dizisine yaptığı adapte kitapları sayarsak bu sayı çoğalır,
ama onları kendi eseri saymıyordu. Romanları, hikâye kitapları da yine yirmi
civarındadır. Son yıllarda şiire yönelmişti. Yanılmıyorsam salt şiir
kitaplarının sayısının 19 olduğunu kendisi söylemişti. Ortaköy’de bir köşeye
kurduğu masada en çok şiir kitaplarını satardı. Hikâyeyi geri planda bırakıp
şiire yönelmesini yadırgamış, nedenini sormuştum. Ne yapayım, şiir daha çok
ilgi görüyor, daha çok satılıyor demişti.
• Grevden Sonra 1962’de başka bir
adla tefrika edildi demiştiniz?
Evet,
Yokuştakiler adıyla Son Saat gazetesinde uzun süren bir
tefrikası var o romanın. Yıllar sonra konuyu geliştirerek, yeniden adını; Grevden Sonra koymuş ve Milliyet’in
roman yarışmasına katılmış. Roman ilk on arasında ödüllendirilmiş. Her yazarın bir baş eseri vardır; bana göre Hakkı Özkan’ın baş eseri Grevden Sonra’dır...
• Grevden Sonra’nın konusuna
değinelim biraz da…
Basım
emekçileri. Yani matbuat alanında çalışanların dünyası. Ben romanı Balzac’ın Sönmüş Hayaller
nehir romanında anlattığı Paris’in yayın basım dünyasıyla eşledim biraz. Burada
ise elbette İstanbul ve yayın - basım merkezi Cağaloğlu var. Anlatıcı olarak Hakkı Özkan’ın iliklerimize
işleyen bir yerlilik havası taşıdığını görmeliyiz. Birçok yönden Orhan Kemal’in çırağı görürüm Hakkı Özkan’ı. Bu romanı
yaşamayan hiç kimse onun havasında yazamaz. Abartmıyorum, gerçekçiliğin parlak
örneğidir..
Evrensel Kitap, Aralık 2007
|