Namık Kemal, yakın tarihimiz içinde bir sürgünden ötekine
gönderilenlerin en başında gelir. 21 Aralık 1840’da Tekirdağ’da doğan Namık
Kemal’in bütün yaşamı İmparatorluğun yarı-sömürgeleştirilme sürecine girdiği
bir dönemde geçti. Avrupa devletleriyle yapılan ticaret anlaşmalarında bu
ülkelere yeni ayrıcalıklar onun yaşadığı yıllarda tanındı. İmparatorluk ilk kez
bu yıllarda Batı’dan borç aldı. 1854’te yüzde 6 faizle alınan 2,5 milyon
Osmanlı altını, ertesi yıl 5 milyon 500 bine çıkıyor, 1859’da 4 milyon, 60’ta
da 2 milyon 240 bin oluyordu. Sadece Abdülaziz döneminde alınan 70 milyon altın
önceki borçlarla birlikte devletin sırtına yılda 15 milyon altın faiz yükü
getiriyordu. Padişah Abdülaziz sefahata gömülmüş, işi-gücü pehlivan
güreştirmek, koç döğüştürmek olmuştu.
Magosa
Kalesi’nde
“Yeni Osmanlılar Cemiyeti” ya da “İttifak-ı Hamiyet’i” adlı gizli
ihtilal örgütü işte bu koşullarda doğdu. Örgütün amacı meşrutiyeti
gerçekleştirmekti. “Tasvir-i Efkar” ile “Muhbir” adlı gazetelerde yaptıkları
yayın üzerine memuriyet verilerek sürgün edildiler. Namık Kemal Erzurum Vali
muavinliğine atandı. Mısır prenslerinden Mustafa Fazıl Paşa’nın çağrısı üzerine
önce Paris’e, oradan da Londra’ya geçti. Burada, Ziya Paşa ile “Hürriyet”
gazetesini yayımladı.
Fazıl Paşa’nın Avrupa seyahatine çıkan Abdülaziz’le uzlaşması üzerine,
sürgünlerin çoğu geri döndü. Namık Kemal, birkaç arkadaşıyla gazete çıkarmak
istediyse de hükümetin izin vermemesi üzerine Türkçe ilk mizah dergisi
“Diyojen”de yazmaya başladı. Daha sonra da “İbret” gazetesini kiraladı. İbret
bir anda muhalefetin sesi oldu. Çok geçmedi bu da yasaklandı ve Gelibolu
mutasarrıflığına atanarak İstanbul’dan uzaklaştırıldı. Bir süre takma adlarla
yazdı. İstanbul’a dönüşü serbest bırakılınca İbret’te yazmayı sürdürdüyse de,
“Vatan Yahut Silistre” adlı oyununun halk üzerinde yarattığı etki, gazetenin
tümüyle kapatılmasına neden oldu. Gedik Paşa Tiyatrosu’nda sahnelenen oyun
toplumda bilinç sıçraması yaratmıştı. Osmanlı tarihinde olmayan bir şey
gerçekleşiyor ve halk ilk kez, o güne dek sadece padişah için kullandığı
tezahüratı geri alıyordu: “Yaşasın hürriyet! Yaşasın Kemal!” Namık Kemal,
Kıbrıs Magosa Kalesi’ne kalebent olarak gönderilecekti...
“Kitap
Kitaptır...”
Cezasının büyük bir kısmını Magosa’nın dış mahallelerinde bir evde
geçirdi. Okumaya, yazmaya gezip dolaşmaya olanak buldu. Bu sırada, Abdülaziz’e
karşı olanlar Mithat Paşa öncülüğünde bir araya gelerek Abdülaziz’i indirdiler.
Yeni padişah, “Meşrutiyet” yanlısı Murad’dı. Çıkarılan afla sürgünden dönen
Kemal ve Ziya Paşa Anayasa’yı hazırlayacak kurulda yer aldılar. Ancak, hasta
olan Murad’ın ağırlaşması üzerine, yerine, “Meşrutiyet”e karşı çıkmayacağı sözü
alınan Abdülhamit getirildi.
Hazırlanan Anayasa’ya padişahın ısrarıyla eklenen 113. Madde, “Hükümetin
güven ve emniyetini bozdukları sabit olan kişilerin İstanbul’dan
uzaklaştırılması yetkisinin padişaha verilmesi” hükmünü taşıyordu. Bu madde,
onu hazırlayanların da sonu oldu. Meclis’in açıldığı gün bu hükme dayanan
Abdülhamit, Mithat Paşa ve Namık Kemal’i tutuklattı. Mithat Paşa sınır dışına,
Namık Kemal de Midilli’ye sürüldü. Daha sonra Yıldız mahkemesinde yargılanan
Mithat Paşa, sürgün edildiği Taif’te öldürüldü. Bu yıllarda derin bir üzüntü
içine düşen Kemal, Midilli’de başladığı “Osmanlı Tarihi”ne çalıştı. Yayımlamak
için çok uğraştıysa da Abdülhamit tarafından özel bir yasak konuldu. Ölümünden
kısa bir süre önce yazdığı mektup yine de umutla doludur: “Kitap kitaptır; dört
yüz sene sonra yine basılır.”
Namık Kemal yakalandığı zatürreden kurtulamayarak 1888’de Sakız’da
öldü.
Bir Gecede 50
Bin Bildiri
Onun yaşadığı yıllarda Avrupa ve Asya’da da büyük altüst oluşlar
gerçekleşti, ancak o bu akımlarından pek etkilenmedi. Edebi olarak romantik
kabul edilip Hugo’yla eş tutulduysa da eserleriyle bu toprağa bağlı kalarak
yaşamını yapıtlarından yapıtlarını da yaşamından ayıramayacağımız aydınlarının
hep en başında yer aldı. Bir gecede İstanbul’da 50 bin bildiri dağıtılmasını
örgütleyebilecek kadar halkla geniş ilişkiler kurarken sarayla ve Osmanlı
aristokrasisiyle ilişkisini de koparmadı. Burjuva-demokrattı; Agah Efendi’nin
Namık Kemal’e taktığı ad, Danton’dur. Siyasal programı da buydu zaten:
Meşrutiyet. Yani anayasal krallık. Edebiyatta da bu çizgiyi geliştirdi ve
işledi. Vatan ve millet kavramlarını yapıtlarında somutlaştıran Kemal’e göre
vatan bütün Osmanlı payitahtı, millet de bu topraklarda yaşayan müslim,
gayrımüslim bütün insanlardı. Son derece doğaldır, onun yüzyılında bu
topraklarda henüz ne ulus ne de sınıf fikri oluşabilmişti.
Felek Her Türlü
Esbab-ı Cefâsın Toplasın Gelsin
Kendisinden sonraki bütün ihtilâlcilerin öğretmeni olan Kemal, en
umutsuz anlarda tarihin içinden çıkıp geldi. İşgal İstanbul’unda düzenlenen
Sultanahmet Mitinginde Halide Edip, “Namık Kemallerin vatanı asla hürriyetten
mahrum edilemez” diyerek bağımsızlık ve özgürlüğü Namık Kemal’in adına bağladı.
İkinci adı Kemal olanlardan bir başka Kemal, İnönü’den gelen ilk zafer
haberlerinin ardından Meclisi’te yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Merhum
Kemal demiştir ki, ‘Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini/Yok mudur
kurtaracak bahtı kara maderini’.İşte ben bu kürsüden, bu Meclis-i Ali’nin reisi
sıfatiyle Hey’et-i Alinizi teşkil eden bütün azanın her biri namına diyorum ki,
‘Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini, bulunur kurtaracak bahtı kara
maderini’.”
Namık Kemal, bugün de tarihin içinden çıkıp geliyor ve Vatan
Kasidesi’nin şu dizeleriyle hala önümüzü aydınlatıyor:
“Usanmaz kendini insan
bilenler halka hizmetten
Mürüvvetmend olan mazlûma
el çekmez lânetten
Ne gâm pür-âteş ü hevi olsa
da gavgâ-yi hürriyet
Kaçar mı merd olan bir cân
için meydân-ı gayretten
Kemend-i cangüdâzı ejder-i
kahr olsa cellâdın
Müreccahtır yine bin kerre
zencîr-i esâretten
Felek her türlü esbab-ı
cefâsın toplasın gelsin,
Dönersem kahpeyim millet
yolunda bir azimetten”.
06 Ocak 200
Sunu:
Mustafa Süreyya Sezgin