Çok Kültürlülüğün Anayurdudur Malatya

Ben 0tuz beş yıldır Almanya’dayım burada gerek okullara çok sık giden bir  şair-yazar olarak, gerek çalıştığım yerel Radyonun Atölyesinde Yayın Pedagogu olarak gittiğim her okumada, her toplantıda fırsat buldukça Malatya’dan  ve Malatyalılardan söz ederim. Malatya yöresinin deyim ve fıkralarından anlatırım.

Malatya’nın o kadar anlatılacak çok şeyi var ki. Dünyamızda Çok kültürlülüğün Anayurdudur desem hiçte abartılı olmaz. Malatya’nın Bal Armudu ve Kaysısı son 40 yıldır Türkiye pazarlarına girdi, ne kadar dünya pazarlarına açılıp adını duyurdu bilmem.

Ancak bu kenti saran komşu kentlere baktığımız Malatya’da var olan tarihi kültür hiç birinde yok. Bu satırlarda Malatya’nın binlerce Türkü ve ağıtını, Manilerinin bazı derlemeciler tarafında alınıp komşu kentlere mal edilişini de  tartışmayacağım. Elbette günümüzde söylenen anlatılan Eğin, Adıyaman, Elbistan hatta Pazarcık, Gürün, Çetinkaya, Sarız, türkülerin, ağıtlarını, masal ve hikayelerini Malatya'dan ve Malatyalılardan ayırmak zor. Buralar Türkiye’nin kentleşmesi ile Malatya’dan alınarak komşu illerin içinde bırakılmış bile olsa.

Çocukluğumda Bakırlar çarşısında, Demirciler çarşısından mal pazarlarından Türkçe, Kürtçe, Ermenice, Arapça türküler yükselirdi kasetlerde. Hele Aslanlı Pınar  Pasajında genellikle eski mallar ve iflas etmiş iş yerlerin malları açık artırımla satılırdı. Bu satışta açık artırımı yapan kişinin  “hadııı daha Artıııııraaaan Var mııı?’’  cümlesinin peşinde biraz daha zaman kazanmak için  Kürtçe ve Ermenice söylerken beceremediğinde  veya heceleri yanlış vurgulandığında herkes gülmekte kırılırdı. Bazı pazarlama sunuculuğunu (telallık görevini) üstlenenler Cami de ezan sesi yükseldiği zaman açık artırmayı durdururdu. Ezan’nın bitimini beklerdi. Bu durumdan kimse rahatsız olmazdı.  Satış telalığını durdurmayana da kimse kızmazdı. 

Malatya’da mahalle de, okuduğum Sümer Ortaokulu ile Turan Emeksiz lisesinde Türk, Kürt, Ermeni, Arap, Laz, Çerkez, Zaza  arkadaşlarımız vardı. Ben Türkçe ve Kürtçe’yi çok güzel konuşurdum. Ermeni arkadaşlarımdan sadece öğrendiğim bir kaç kelime Ermenice’yi unuttum. Şimdi o dilli tam öğrenmediğime çok hayıflanıyorum. Bir dilin bir dünya olduğunu biliyorum. Gittiğim okullarda çocuklara  ‘Cüzdanınızda bir liranın olmasını mı, yoksa iki liranın mı olmasını istersiniz?” sorusunu yöneltirim.  Çocuklar hep bir ağızdan “elbet iki lira” diye yanıt verdikten sonra şöyle derim: ‘Bir Lira Almanca ise, ikinci, üçüncü, dördüncü Lira Türkçe, Kürtçe, İngilizce, Fransızca, Rusça vs. dilleridir. Ne kadar çok dil bilirseniz o kadar çok geleceğiniz garanti altına almış olursunuz.”

Bu dillerin Malatya’nın dünya Kültür Merkezi olması ile ne ilişkisi mi var? Var hem de çok. Yabancı işçi çalıştıran bu AB Ülkeleri “çok kültürlü olduklarını” sık sık tekrarlıyorlar.   Çeşitli ülkelerden gelen işçilerin yoğun oldukları kentleri Kültür Başkentleri olarak ilan ediyorlar. Oysa bu ülkeler 1960 işçi göçüyle farklı dil ve kültürler bir araya geldi.

Oysa daha motorlu taşıt araçları çıkmadan Avrupa’yı Asya’ya bağlayan Çin-Hindistan İpek ve Baharat yolunun İstanbul boğazından sonraki ana bağlantı yolu Malatya. Elazığ Fırat Nehri köprüsüdür. Batıdan gelip Doğu ülkelerine geçecek tüm insanların konaklama yeridir. Bu durum orada sürekli bir arada binlerce yıldır bira arada yaşayan Türk, Kürt, Ermeni, Çerkez, Arap ve Acemle birleşince dünyada eşsiz  çok dilli çok kültürlü bir merkez yapmıştır. Devecilerin bu yol boyunda konaklaması İle anlattıkları anılar, masallar, yol boyunda yitirdiklerine, hasretlilikleri için yaktıkları ağıtlar burada dilden dile geçerek yaygınlaşmış, derlenmiş ve toplanmıştır.

MÖ. 13.yy. beri Malatya’da çuhacılık, dericilik, Halıcılık, kilimcilik hayvan ürünleri bağ ve bahçecilik gelişmiştir. Özellikle 4.yy sonra bakırcılık ve Demircilik ve boyacılık, gelişmiştir.  Boyacılık, demircilik ve bakırcılık ile Altın ve gümüş el işletmeciliğinde Ermeniler, dericilik, semercilik ve bahçecilikte Türkler, Hayvan yetiştirmekte ve hayvan ürünlerini elde etme alanında, halı ve kilimcilikte Kürtlerin namı o tarihlerde bile dünyaya yayılmıştır. Örneğin Tunceli Munzur suyu kaynağının üzerinde bulunan yüksek kayalarda At nalı izine benzeyen şekiller vardır. Bu yöre halkından şöyle bir masalın doğmasına neden olmuştur. ‘ Hazreti Ali İslamlığı yaymak için kırılmaz bir kılıç yaptırmak ister. Onu sadece Malatyalı Demircilerin yapabileceğini öğrenir.  Hemen yolla çıkar, atıyla Malatyalı demircilere gelirken çok susuz kalırlar. Sonuçta Munzur'da dayanamazlar susuzluğa Hz. Ali ayaklarını yere vurur ‘Yarabi su ver’ der. O an dağ yarılır, Munzur suyu akar. O kayaların yüzündeki iz, Hz. Ali’nin atının ayak izleridir”

Buna halen günümüzde de yüz binlerce Müslüman özellikle Alevi - Kızılbaş inancından olan vatandaşlarımız yürekten inanır. Munzur’a giderler ve kurban keserler. Bu bile daha 6.yy. Malatya’da el sanatlarının demirciliğin ne kadar geliştiğinin bir göstergesidir. Altın işlemeciliği bakımında halen Malatya’nın adı sadece Türkiye’de değil Türkiye dışında da saygı ile anılır. Enzek halısı ve Kürecik Yedidağ Kilimi  dünyanın en iyi halı ve kilimleri olarak tanınır.

Benim çocukluğumda bizimkilerin ellerinde Hızar atölyesi, Bakkal ve Kehvehane vardı. Abilerimin ortakları, dostları genellikle Arguvan ve İsmet Paşalılardı. Bizimkilerin işyeri  tüm Malatya çevresinden köy, kasaba ve ilçelerinden gelen insanların uğrak yeriydi ve  bir bilgilendirme danışma merkeziydi sanki. Malatya’da biri iyi bir orak, balta, derhe almak istediği zaman Ermeni Jakup ustaya git, iyi bir deriden yemeni, Kundra istiyorsan Çırmıhtılı ( İsmet Paşalı) Hacı Emmi’ye, katıksız bir İpek şal için Haçovalı Hüseyin efendiye, temiz bir yağ için Zaza Hilmi’ye veya Argalı Ramazan Efendiye, Temiz tahta ve odun almak istiyorsan Klayikli Ali Efendiye  gidin denirdi. İyi bir at, sütlü, bir koyun veya inek  isteyeni de Kürecikte Pığoların Mustafaya gönderirlerdi yaşlı amcalarımız dedelerimiz. Ama boyacılıkta her zaman  Ermeni Alios ( bizimkiler Alfons Ağa derlerdi oda bu adı çok sevmişti) tekti. Biri öbürüne anlatırken “Alfons Ağanın boyadığı ip dört bin yıl güneşin altında ve karın altında kalsa gene solmaz, bozulmaz” derlerdi.

O günün Malatya’sında Türk, Ermeni, Kürt,  Zaza, Arap, Gürcü, Avşar, Laz, Çerkez  her kim varsa dosttu, cenazede, düğünde, bayramlarda beraberlerdi. Biri öbürünü davet ederdi akşam sofrasına, güzel gününe.  Sadece bir tas çorbayı, bir dilim ekmeği bölüşmekle kalmazlardı. Acılarını ve mutluluklarını kardeşçe dostça bölüşürlerdi. Çok kültürlü çok dilli olmanın her türlü güzelliğini sergilerlerdi. Birinin hatasına öbürü hoşgörü ile yaklaşırdı. Kız almış, kız vermiş akraba olmuşlar.

Bakın daha  işçi göçüyle birlikte Avrupa’da (45 yılda) göçmen azınlıklar içinde yeni çok renkli, çok kültürlü ve çok dilli bir edebiyat ve sanat boy verdiği için kendilerine çok kültürlü çok dilli toplumlar diyorlar. Çünkü biliyorlar ki  sanat bir iletişim aracıdır. Dil, kültür, edebiyat ve sanat toplumun yeni atılımlara götürecek olan hareketin temel niteliği olarak da önemli bir rol yüklenir. Burada dil ve kültür kendine özgü düşünceyi anlatım biçimiyle ve estetiğiyle aynı zamanda eskiyen çürüyen kendi kökenine karşıda yıkıcı, temizleyici, arındırıcı bir görevi üstlenmektedir. Bireysel duygu ve heyecanı toplumsallaştırmaya dönüşmesindeki etkileyiciliği de buradan kaynaklanmaktadır.

Bu nedenledir ki bugün özellikle içinde yer almak istediğimiz AB ülkeleri kendilerini "çok dilli, çok kültürlü toplum" olarak tanıtıyor ve gururlanıyorlar. Bu ülkelerin çoğuna 1960 yıllarından bu yanı işçi göçü ile bir çok dil ve kültür geldi, yerleşmeye başladı. Oysa Anadolu topraklarında binlerce yıl içinde onlarca farklı medeniyet yaşanmış. Bugünkü çok kültürlülük çağdaşlaşmanın anası olduğunu söylersek hiçte abartmamış oluruz. Anadolu kültürü Avrupa, Asya ve Afrika’nın büyük bölümlerini içine alan yüzlerce farklı toplumların binlerce yıllık dil ve kültürünün bir mozaiğini kendi bünyesinde birleştirmiş, geniş bir zenginliğe sahiptir. Evrensel kültürlerin örnek bir oluşumunu sergilemektedir. Türkiye’nin kültür ve sanat adamları dünyada ki bir çok ülkenin sanat ve edebiyat adamlarından daha şanslıdır. Çünkü daha geniş bir malzemeye sahiptir Türkiyeli yazarlar, sanat, bilim ve ticaret adamları da bu birikimi taşımaktalar.

Bence sadece İstanbul değil, asıl onlarca kültüre av sahiplik yapmış olan Malatya iyi değerlendirilirse Dünya kültürlerinin, eski dillerin ana yurdu olarak dünyanın kültür başkenti olmaya layıktır, olması da gerekir.

Dünyada kaç kentte Malatya’da ki kadar bunca zenginliğe bunca gelişik tarihi kültüre anayurt olmuştur. Malatya M.Ö. XIII. yy.da Hititlerin egemenliğiyle başlayan kültürel ve sanatsal gelişimi  Asurlu, Kargamış krallığı, Romalılar dönemi, Bizans İmparatorluğu, Sasani İmparatorluğu ve MS. 7-8 yy. Arapların  Emevi ve Abasilerin Hükümranlığı    Ermeni Dükalığı, Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemine kadar Onlarca farklı imparatorluğa, krallığı ve yönetimleri içine alan yüzlerce Dil ve kültürlerden oluşan yapılanmaları bağrında toplamıştır. Bütün bu süreç içinde yüzleri aşan krallık ve beylikler dönemin merkezi durumunla olmuştur. bu dönemlerin tüm kültür miraslarını bugün halen taşımaktadır. Bu dönemlerde kalan, kent kalıntıları, saraylar,hanlar, hamamlar, yollar kiliseler, camiler, çeşmeler vs... 

Bunlara ek olarak bu gün Malatya’yı Turizm alanında da dünyaya  açacak Fırat, Sürgü Çayı, Medik Çayı, Tohma Çayı, Sultan Suyu, Göksu vs bunların üzerine kurulan Keban Barajı Karakaya Barajı, Polat Barajı,  Medik-Sürgü Barajı, Yama Dağı, Ayran Dağı ve Göl Dağı, Leylek Dağı, Akçababa Dağı, Nurhak Dağı, Kartal Dağı, Alişükrandağı vs. Bunların ortasında yer alan  Malatya Ovası, Akçadağ Hara Ovası, Kürecik Başyurt yaylası  ile ovası bu dağların içinde yer alan on binlerce yıllık tarihi mağaralar, ve henüz gün ışığına çıkarılmamış kalıntılar.

Dünya bu gün Malatya’yı Nemrut  ve. Aslantepe’de yapılan kazılardan bulunan M.Ö. XIII. yy.da yapılan bir Hitit saray ile tanınıyor. Oysa bunların ikisi tüm Malatya’daki tarihi kalıntıların bin alandan sadece iki önemli parçadır.

Elbette önemli olan bu kültür mozaiğini bilinçli olarak değerlendirmek Malatya’yı  ve  bu vesile ile Türkiye’yi dünyanın kültürler Başkenti olarak kabullendirebilmek ve yaşatabilmektir.

Elbette Malatya’da bazıları işlediği cinayetler, kötü davranışlar tüm Malatyalıları üzmüştür. Yine son günlerde durup dururken Türk Tarih Kurumu Başkanı neden Ermeni, Türk, Kürt, Suni, Alevi Yahudi, ve diğer inanç ve dilleri benimseyen insanları kapsayacak bir tartışmaya sebebiyet verdi bilmem, ancak bizim Malatyalıların dili ile “bu tür tartışmalar  fasa fiso”. Bize  yakışan barış, dostluk ve başarıdır...

 

22.08.2007



Fotoğraflar: http://www.malatya.gov.tr/
  
  Molla Demirel