"Üç kız kardeşten biriolan, ailede tek okuyan, -Hamburg
Üniversitesi Hukuk- mezunu olan veAilesinin –Ailenin delikanlısı- olarak adlandırdığıSUZAN A.; ben her şeye kendi çabamla ulaştım
diyor. Suzan, 1977 yılında İçanadolu'nun Yozgat ilinin bir köyünde
doğar.Almanya'ya ilk gelen teyzesidir. Teyze, öncekızkardeşini yani Suzan'ın annesini 1970
yılında, o dabir yıl sonra eşini ve
çocuklarını Almanya'yagetirir.Anne ve Babaikisi de şimdi altmış yaşındalar. Almanya'da
ikisi de bir ailenin bahçesindebahçıvan
olarakhala çalışmaktalar. Baba ev işlerinde anneye bazan yardım eder ama temizlik
işlerini yapmaz. -Bulaşık yıkadığında ben aynı şeyleri tekrar yıkıyordum
ama yinede babamgenelindeiyi niyetlidiyorum. İşten geldiğinde annem ev işlerini yapıyor, babam kendi bahçe
işleriniyle filan ilgileniyor, diyor. Suzan'a yuvaya gittin mi? diye soruyorum. -Yuvaya gittim ama kendi isteği ile gitmedim. Yuvaya
gitmeyi sevmediğim için, yuvanınyöneticisi şaka olarak;"Keçi, (Siege)" neden gelmek istemiyorsun,
dediğini ve bir keresinde yuvadan kaçtığını gülerekanlatıyor. Dördüncü sınıfa kadar okuduğu ilkokulda iki yıllık
gözetleme sınıfına ve ortaokulave
onuncu sınıftan sonra liseye devam eder. -İlkokulu dördüncü sınıfa kadar okuyunca beşinci sınıftan
itibaren öğretmenlerim liseye göndermek istediler ama benistemedim.Köyde oturuyorduk, lise uzaktaydı. Kente gelip -gitmeye korkuyordum.
Onuncu sınıftan sonra " Ekenomi lisesine" (Wirschaft Gymnasium) devam
ettim ve bitirdikten sonrameslek
öğrendim.Ticaret okulu (Groß Handel)gibi bir şey. Bitirdikten sonra büyük bir firmada (Otto Versand) altı ay
çalıştım. Kendimi güvenceye almaya çalıştım. Ve daha sonrada Hukuk öğrenimine
başladım.Ailede başka yüksekokulda okuyan yoktu, ilkim ben. Bir ay kadar önce
Hukuğu bitirmek için birinci "Devlet Sınavına" girdim, (Erste Stad
Eksamen) heyecanla sonucu bekliyorum, inşallahbaşarmışımdır,diyor. Kendi başına, kendi çabasıyla büyük yol kateden bu genç
kızımız pek çok olanağı olup da okumayanlara en güzel örnek olsa gerek. Onun bu
mücadelesini ve başarısını anlatmasını hayretle dinliyorum.Olanakları sonuna kadar değerlendiren ve
başarılı olan bu gençleri görünce sanki kendi çocuğum başarmış gibi gurur
duyuyorum. Onukutluyorum. Okulun yaptığı tüm gezilere gittiğini, ailesinin onu hiç
sıkmadığını hatta ailesinin ona, "Ailenin delikanlısı", dediklerini anlattı. Okullarda yabancı olduğundan dolayı yaşadığı bir anısı
olup- olmadığını sorduğumda; -Bir kere ortaokuldaki öğretmenimin biri,yabancı olduğum için, notlarım çok iyi olduğu
halde "Ekonomi Lisesine" gideceğim deyince"Yapabileceğini
sanmıyorum" demişti. Ama beni destekleyen öğretmenlerimde vardı, diye
yanıtladı. Okulda yapılan veli toplantılarına baba katılır ve
yanında büyük kızınıSuzan'ın ablasını
tercüman olarak götürür ama okulda hiç görev almaz. Büyük çocuklar hep aileye
küçük çocukların eğitiminde ve aile için gereken yerlere; okullara,doktorlara,
devlet dairelerine tercüman olarak götürüldüğü sık sık rastlanan bir durum. Alman ve diğer yabancılardan çok arkadaşın var mı? Para
harcama konusunda farklılık görüyor musun? diye soruyorum. -Var, para harcama konusundaAlmanlarla farkımız oluyor. Örneğin; içecek
bir şey ısmarlayınca.Ben eli
açığım,hepsini beraber ödeyeyim diyorum. Almanlar öyle değiller, şimdi bende
onlar gibi oluyorum. Hepsi öyle değil ama ben ödeyeyim diyenlerde var,demeyenler de. Ne olacak ki; bu kez ben
veririm, diğer kez o verir. Ben öyle düşünüyorum ama öyle olmuyor. Bir şeyi
fark ettim: Kişilerin parası azaldıkça eli açık oluyor, cömert davranıyorlar,
diyor. Yani parası çok olan daha cimri oluyor. Acaba cimri olduğu, ya da şöyle
mi diyeyim; parasını çok dikkatli harcadığı için mi parası çoğalıyor! Ama
cimrilik başka, dikkatli harcamak başka. Dikkatli harcama veya cimri olma;
belkikimi işverenlerveya parasınıgelişi güzel yerlerdeçarçur
edenler içingeçerli olabilir ama
arkadaşlık, dostluk da bir içeceğin parasını vermekle ne azalır, ne de
vermemekleçoğalır. Bu sadece
bencilliğin göstergesi diye düşünüyorum, diyor. Bende Almanlarda ki bupaylaşmama alışkanlığını çok yadırgamıştım."Almanlar gibi herkes kendi yediğini
kendisi ödesin” diye söylenir ama Türkiye'deve yurtdışındakiTürkler arasında
bu anlayış pek tutmaz. Birlikte spor yapmaya başladığım dört Alman arkadaşla
ilk kahveiçmeye gittiğimizde herkes
kendisininkini ödemeye kalktı. Ben hepsini ödeyince ondan sonraki
gidişlerimizde sıra ile ödemeye başladık.Yanipek çok şeyde olduğu gibi para harcama konusunda da karşılıklıetkilenmeler oluyor. Bu konuda da "istisnalar kaideyi bozmuyor” ne yazık
ki! "Almanlar gibi ödeme”tanınmış
bir gelenek.Bireysel ödemeye alışmışlar
ama o alışkanlıklarından çoktamemnun
olmayanlarını görüyoruz. Özellikle yaş günlerindedavet etmekten zevk duyuyorlar amakimi Almanlar evlerine yaptıkları davette
bile ikram ettiklerinin hesabını çıkarıp gelen davetlilerinden para istediğini
de duyduk.Bir tanıdığım ilk gittiği
Alman arkadaşının davetinde o günün hesabı önüne getirttirilinceduygularını, düşüncelerini; " Beynimden
vurulmuşa döndüm. Hem davet ediyorsun, hem de para istiyorsun,vermiyorum. Ben
de hediye getirdim, sende onun parasını ver dedim diyerek tepki gösterdiğimde
onlar benim tepkime şaşırmışlardı ama sonradanbeni, Türkleri daha yakından tanıdıkça anladılar” diye yaşadığı olayı anlatmıştı. Almanlarla yaşadığı bir anısını soruyorum. -Bu duruma gelmeme Alman arkadaşlarım Silke, Tanjave onların ailelerinin desteğinin büyük
etkisi oldu.Onlar bana destek verdiler,
beni yönlendirdiler. Onlarla büyüdüm.O
yüzden benim öyle arkadaşlarımın olduğu iyi oldu, diyerek başarısına en büyük
katkıyı yapan arkadaşlarına ve ailelerine teşekkür ediyor. Bir şey verilir ama onu alıp değerlendirmekte çok önemli.
Çok olanaklar, örnekler gösterilse de iyideğerlendiremeyenler çok. Kimileri olumlu çevreyi seçmiyor da
olumsuzailgi
duyuyor. Suzan, hem olumlu
arkadaşları seçmeyi, hemde onlardan olumlu yönde
etkilenmeyi başarıyor. İyi
çevreden iyi, kötü çevreden de kötü
etkilenir insan ama o çevreyi de kendisi seçer
kimi zaman. Onun için Suzan'ın bu şekilde etkilenmesinde,kendi becerisinin de çok büyük rolü olduğu
bilinmeli ve o şekilde değerlendirilmesi gerekmektedir diye düşünüyorum. Mesleğini bilinçli bir şekildeseçtiği halde ne yapmak istediğini soruyorum. -Hukukçuyum amaayrıntısı üzerinde daha karar vermiş değilim. Hukuka yeni başladığım
dönemlerde bitirince özel olarakçalışmayı düşünmüştüm. Şimdi ise bir kuruluşta başlamayı doğru
buluyorum, diyor. Kendisini nereli hissettiği konusunda; -Yaşam olarakburalı ama insanın içinde bir duygu var. Televizyonda Türkiye ile
ilgilibir şey oluncadikkatimi çekiyor. Olumsuz bir şey duyunca
içim de burkulma hissediyorum. Türkiye'ye gidince olumluduygular oluşuyor. Yaşamımı burada
sürdüreceğim ama Türkiye'yi de unutmuyorum, diye düşüncesini belirtiyor. Aile içinde kız/erkek farklılığı olmadığını ve üç kız kardeş
olduklarını, kendisinin ikinci sırada oluşunu anlatıyor. Evleneceği kişi konusunda da;
-Şu an erkek arkadaşım Alman, onunla birlikteyim ama
sonra ne olur belli olmaz, başka ülkeden de olabilir. Alman arkadaşımla
birlikteliğimiz ömür boyu sürecek mi? Bana evlenme teklifieder mi? deyince, sen de yapabilirsin! diye o
an aklıma gelen biraz muzipçe düşüncemi söyleyiveriyorum. -Romantik yönden onun etmesi gerekir, orada Türklük
damarım tutuyor işte, diyor gülerek. Bildiği
dilleriöğrenmek istediğimde; -Türkçem duyduğunuz gibi beter, Almancamen iyisi. İngilizcem, Fransızcam da
var,diyor. Halbuki, Türkçesionungördüğü gibi kötü değil. Anne ve Babasının
konuştuğu yöresel konuşma gibi konuşuyor. Burada yetişen gençlerin büyük bir
kısmıailelerinin konuştuğu gibi
konuşuyorlar, çünkü; okullarda Türkçe dersi görmüyorlar, görseler de
geliştirmelerine yeterli olmuyor.Ders saatleri oldukça az olduğu için
geliştirmelerini sağlayacaksüre
kadargöremiyorlar. Geleceği konusunda ise girdiği bitirme sınavını
hatırlıyor ve heyecanla beklediğini yansıtıyor. -Sınavımı vermiş olmamı diliyorum. Hukukçu olarak
başarılı olacağıma inanıyorum, diyor. İnanmakbaşarmak demektir diyorum Suzan'a, başarılarının devamını diliyorum. Bu kitap üzerinde son çalışmaları yaptığım sıralarda
Suzan'ıngirdiği Hukuku Bitirme sınavını
başarılı bir şekilde aldığı duyumunu aldım, çok sevindim. Suzan'ı en içten
duygularımla kutluyorum, başarılarının devamınıve onun gibi mücadeleci, başarılı olmak için
yılmadan çalışan tüm gençlerimizin başarılarını olmalarını diliyorum. Büyüklerden, yetkililerden beklentisine gelince; -Çoğu zaman çok şey vadeden yetkililerden, söyledikleri
sözlerigerçekleştirmelerini ve gençlere
daha fazla ilgi gösterip iyi yönlendirmelerini beklerim. Politikacılardan Dünyada
ve kendi ülkelerindebarışı
korumalarını, koruyacak şekilde davranmalarını isterim, diye beklentisini dile
getiriyor. Türkiye – Almanya karşılaştırması konusunda da; -Almanya'nın olumlu tarafı; her şeyin düzenli olması.
Sosyal sistemin iyi işlemesi; işsizlik, hastalık sigortalarınınolmasından dolayı insanların kendilerini
güvencede hissetmeleri önemli. Herkes istediğini başarabilme sansına sahip.
Türkiye'de bunlar pek yok, Türkiye'nin olumsuz tarafı. Türkiye'nin olumlu
tarafı; insanlar daha cana yakın, daha yadım sever. Burada sigortalar yardım
ediyor diyorum. Suzan; -Buradaki sigortalaro sıcaklığıvermiyor maalesef,
diye ekliyor hemen. İnsanların çok çalışmadan dostlukları, insan ilişkileri
kurmaya zamanları olmuyor.Almanlarınsoğuk yapısını bir de
iş yaşamı etkileyince insan ilişkileri yok denecek kadar azalıyor. Son yıllarda
Türkiye'nin büyük kentlerinde de ilişkilerin olumsuz yönde geliştiğinden,
şikayetlerin artmakta olduğunu duyuyoruz.Bir psikolog; "Depresyon büyük kent hastalığı" diye
değerlendirmişti bir TV kanalında. İnsan ilişkileri kötüleştikçe, insanlar
birbirlerinden uzaklaştıkça psikolojik yönden rahatsızlıkların arttığı da
bilinmektedir. Dünyadaki gelişmeler konusunda düşüncesini almak
istediğimde; -Neresinden başlayacağımı bilemiyorum.Amerika'dan mı?,
Almanya'dan mı? Almanya'da hızlı gelişme iyi , yaşam yoğun kötü. İnsanlarbaşarı baskısı altındalar.Büyük kentlerde çok çalışanlar yalnız
kalıyorlar, mutsuz oluyorlar.Amerikanın kendisini Dünyada tek güç olarak
görmesi ve öyle davranması çok tehlikeli. Yasalar hak vermediği halde Irak'a
savaş açıyor, kimse bir şey yapamıyor. Koffi Annan; yasal değil di diyor ama
Amerika'ya bir şey yapamıyor. O yüzden; dünyadaki ülkelerin güçlenmesi, dengede
kalması zor olduğu halde tutulması gerekiyor.Konuşulması kolay dayapması zor,
zor başarılmalı. Amerika gibi ülkeye sınırını çizme başarılmalı, görüşünü
savunuyor. Doğru söze ve isteğe ne diyelim! Dileğimiz yetkililer ve
ülkeler üzerlerine düşen görevlerin bilinciyle hareket ederler ve bu
tehlikeligidişe dur diyebilecek duruma
gelirler. İçki, uyuşturucu konusundagörüşlerini şöyle aktarıyor; -Uyuşturucu gibi şeyleri alanları tanımıyorum ama duydum.
İyi olmadığını gelişen çocuklara ve 16- 17 yaşlarındaki gençlerin almamaları
için çalışılmalı. Uyuşturucu almamaları için aileler çocuklarıyla ilgilenmeli.
Bence buradaki Türkler çocuklarıyla daha iyi ilgilenmeliler. 2. nesil umarım
birinci nesil gibi olmaz. Ben ne yaptıysam kendim yaptım. İsterdim ki; ailem
müzik yapma gibi sosyal konularda beni yönlendirsin. Para konusunda, istediğim
konularda yardımcı oldularama
bilmedikleri için beni daha iyi yönlendiremediler. Camiye hiç gittin mi? diye soruyorum. -Hayır, sadeceziyarete gittim, bir müzeye gider gibi. Hayatımda iki camiye gittim.
Biricisi burada okulla gittim, ikincisi; Annemin- Babamın köyündekine.Köydeki camiyi deköylüleristemedi, çevre köylerin baskısıyla yapılmış. "Alevi”bu köy hiç bir şeye inanmıyor diye çevredeki "Sünni”
köylerin baskısıyla bir cami yapıldı onu gezmiştim, diye yanıtlıyor. Ne yazık ki; pek çok konuda olduğu gibi insanların direk
kendisini ilgilendiren inanç konusunda da baskılar oldukça fazla olduğu
görülmekte. Her kimden gelirse gelsin tüm baskıların son bulmasını,
karşılıklısevgi ve saygı içinde
insanların özgürce yaşayabileceği huzurlu bir Dünya dilemek ve onun içinde
duyarlı olmak, çalışmak durumundayız. Hırsızlık konusunda gülüyoruz ve geçmek istiyorum ama
Suzan; -Çocuk olarak belki sakız çalmışımdır, diyor ve
gülüşmeler sürüyor. Gazete, kitap okuma sorusunu sana sormuyorum ama TV
olarak hangisini izliyorsun? diyorum. -Almankanallarını
izliyorum. TRT-İnt'i fazla izlemiyorum, diyor. Kendine örnek aldığı birisinin olup-olmadığınısorduğumda; -Başarılı birini duyunca inşallah bende öyle olurum
diyorum.Kafama göre kim başarılıysa ona saygı duyuyorum. Hem başarılı, hem
dehayatı düzenli olanlar, diye
yanıtlıyor. Sen olsan daha ne sormak isterdin? diye soruyorum. -Hangi kültürü en fazla tavsiye ederdin? sorusunu diyor. Yanıtını da verir misin? diyorum. -İkisinin de. Yani hem Türk, hem de Alman kültürlerinin
olumluyönlerini derim. Mesela;
Almanların düzenli olması, bir yere zamanında varması gibi. Türk kültürü
olarak; sıcak kanlı olmaları, yardımlaşmaları gibi, derim, diye kendi sorusunu
yanıtlıyor. Suzan'ın sormak istediği bu soru çok ilginç! Anladığım
kadarıylakötü kültür diyenlere karşı,
her kültürün iyiveya kötü yönü, eksik
veya fazla yönü olabileceğini, onların iyi yönlerini birleştirerek daha
iyisinin oluşturulabileceğini vurgulamak mıistiyorsun diyorum. - Ben sizin gibi iyi ifade edemedim;tamda öyle, diyor. Diğer öğrencilerin yöneltmek istediği; iki kültür
arasında sorun yaşıyor musun, sorusunu yöneltiyorum. 16-17 yaşlarındayken çok düşündüm, Türkiye'ye gitmeyi
isterdim, daha çok izinden geldiğimiz sıralarda.Özellikle Alman arkadaşımın olması ve
kendimi geliştirerek eğitimimi de burada tamamladığım için kendimi burada daha
iyi hissetmeye başladım. İntegre oldum, azmimle değil, diyerek sözünü
bitiriyor. Bilinçli ve başarılı bir genç kızımız olan Suzan'ı tekrar
kutluyorum,onu hakkettiği yerlerde göreceğimizi diliyorum. Ben de "Azimile"olmadan uyum içinde yaşayan,
yani "İntegre" olan,başarılı
bir Türk gençliğin içinde yasadıkları ülkelerdeyetişeceğine inanıyorum.Bu inancım
böyle gençlerimizi gördükçe daha da
artıyor. Kimi Alman çevreler, "Azimile" etmeye çalışsalar
da başarılı
olamayacakları görüşümü yineliyorum. Ne yazıktır
ki; Almanlar çok kültürlülüğün
güzel yönlerini daha hala görememektedirler. İnsanları
asker gibi tek tip
yetiştirmeye veya üstün gördükleri kendi
kültürleriyle herkesi donatmaya
çalışmaktadırlar. Ama dışarıda, özellikle Türkiye'de
yaşayan Almanların
artmasıyla ön yargılar giderilecek değişik kültürlerdeki
insanlarla birlikte
daha mutlu olacaklar diye düşünüyorum.