DİL DERNEĞİ'NİN
KURULUŞ ÖYKÜSÜ
Atatürk'ün kurduğu Türk Dil
Kurumu (TDK), 1983'te hiçbir yargı kararı olmadan, Atatürk'ün kalıtı göz ardı
edilerek Cumhurbaşkanının gözetiminde, Başbakanlığa bağlı Atatürk Kültür Dil ve
Tarih Yüksek Kurumu içine alınarak bir devlet dairesine dönüştürülmüştür. Daha
doğrusu, ülkemizin saygın bilim, sanat, düşün insanlarının ve hukukçularının da
doğruladığı gibi kapatılmıştır.
Karşıdevrimciler, TDK'yi yok
etmek için verdikleri savaşımın meyvesini 12 Eylül döneminde toplamış, Milli
Güvenlik Konseyi Üyesi Org. Tahsin Şahinkaya'nın Danışma Meclisine verdiği bir
yasa tasarısının yasalaşması ve yasanın 17 Ağustos 1983 günlü Resmi Gazetede
yayımlanmasıyla TDK'nin tüzelkişiliği ortadan kaldırılmıştır.
Danışma Meclisi, 12 Eylül 1980
darbesini izleyen günlerde Kenan Evren'le birlikte dört komutandan oluşan Milli
Güvenlik Konseyinin oluşturduğu bir kurumdur; varlığı, 1983 güzünde yapılan
genel seçimle sona ermiştir. Ancak MGK, genel seçim yapılmadan birkaç ay önce,
bu meclisten apar topar 2876 Sayılı Yasayı çıkarmayı başarmıştır. Bu yasa, 1982
Anayasasının 134. maddesine dayandırılmıştır.
Anayasanın
134. maddesi şöyledir:
"Atatürkçü düşünceyi, Atatürk
ilke ve inkılaplarını, Türk kültürünü, Türk tarihini ve Türk dilini bilimsel
yoldan araştırmak, tanıtmak ve yayınlar yapmak amacıyla; Atatürk'ün manevi
himayelerinde, Cumhurbaşkanlığının gözetim ve desteğinde, Başbakanlığa bağlı;
Atatürk Araştırma Merkezi, Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu ve Atatürk Kültür
Merkezinden oluşan, kamu tüzelkişiliğine sahip 'Atatürk Kültür Dil ve Tarih
Yüksek Kurumu' kurulur. Türk Dil ile Türk Tarih Kurumu için Atatürk'ün
vasiyetnamesinde belirtilen mali menfaatler saklı olup kendilerine tahsis
edilir. Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumunun; kuruluşu, organları,
çalışma usulleri ve özlük işleri ile kuruluşuna dahil kurumlar üzerindeki
yetkileri kanunla düzenlenir."
Anayasanın bu maddesi Atatürk'ün kalıtını yok
saymıştır!
Türkiye'nin sağduyulu tüm
hukukçuları, aydınları hem Anayasanın 134. maddesine, hem de 2876 Sayılı Yasaya
karşı çıkmış, Atatürk'ün eliyle yazdığı "vasiyetnamesi"ni kimsenin
çiğneyemeyeceğini savunmuş, dahası Cumhuriyet gazetesi Başyazarı Nadir Nadi,
önce "Sakın Yapmayın" diye yazmış (Cumhuriyet, 22 Nisan 1981), sonra
"Tuhaf Bir Tasarı" (Cumhuriyet, 24 Ocak 1983) başlıklı yazısıyla
kurumları ve Atatürk'ün kalıtını savunduğu için ileri yaşında hapse atılmak
istenmiş, yine aynı günlerde Bülent Ecevit, "vasiyet"i savunduğu için bir süre
hapis yatmak durumunda kalmıştır. Bu dönemin olayları, Atatürk'ün Türk Dil
Kurumu ve Sonrası (Basıma hazırlayanlar Haldun Özen, Sevgi Özel, Ali
Püsküllüoğlu; Bilgi Yayınevi, Ankara, 1986) adlı yapıtta yer
almaktadır.
Aydınların, hukukçuların,
bilimci ve sanatçıların tepkisine karşın, dernek yapısındaki TDK, 12
Eylülcülerin karşıdevrimcilere yakınlaşmasıyla kapatılmıştır.
Böylece TDK'nin seçimle gelen
Yönetim Kurulunun varlığı gibi, tüm üyelikleri sona ermiş, adına, yapılarına,
yapıtlarına el konulmuştur. En önemlisi Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa
Kemal Atatürk'ün eliyle yazdığı "vasiyetnamesi" yok sayılmış,
çiğnenmiştir.
ATATÜRK'ÜN
"VASİYETNAMESİ"
"Dolmabahçe: 5-9-
1938
Malik olduğum bütün nukut ve
hisse senetleri ile Çankaya'daki menkul ve gayri menkul emvalimi Cumhuriyet Halk
Partisine atideki şartlarla, terk ve vasiyet ediyorum:
1) Mevkut
ve hisse senetleri, şimdiki gibi, İş Bankası tarafından
nemalandırılacaktır.
2) Her
seneki nemadan, bana nispetleri şerefi mahfuz kaldıkça, yaşadıkları müddetçe
Makbule'ye ayda 1000, Afet'e 800, Sabiha Gökçen'e 600, Ülkü'ye 200 lira ve
Rukiye ile Nebile'ye şimdiki gibi 100'er lira
verilecektir.
3) Sabiha
Gökçen'e bir ev de alınabilecek ayrıca para
verilecektir.
4)
Makbule'nin yaşadığı müddetçe Çankaya'da oturduğu ev de emrinde
kalacaktır.
5) İsmet
İnönü'nün çocuklarına yüksek tahsillerini ikmal için muhtaç olacakları yardım
yapılacaktır.
6) Her sene nemadan
mütebaki miktar yarı yarıya, Türk Tarih ve Dil Kurumlarına tahsis
edilecektir. K. Atatürk"
Atatürk'ün
"Vasiyetnamesi" Çiğneniyor
Kuşkusuz Mustafa Kemal
Atatürk, birer dernek olarak kurduğu, sonsuza dek kalıtıyla güvence altında
aldığı Türk Tarih ve Dil Kurumlarının olağanüstü bir dönemde “militarizm”in
gücüne sığınılarak kapatılacağını bilemezdi. Sürekli Dil Devrimini yadsıyan
"Milliyetçi muhafazakâr" iktidarların yapamadığını, 12 Eylülü izleyen günlerin
olağanüstü koşullarında, hem de Türk Silahlı Kuvvetlerinin içinden çıkan bir
kadronun başaracağını, kimse bilemezdi.
Kurumların
kapatılması, özellikle Türk Dil Kurumu'nun hukukun
üstünlüğüne inanan eski üyelerini olduğunca
bütün aydınlanmacıları üzmüştü; aydınlar, bu
duruma tepkisiz kalmadılar. Ancak toparlanmaları, bir araya gelip
örgütlenmeleri hem zor oldu, hem de zaman aldı.
Çünkü Atatürk'ün kurumunun üyesi de
olan birçok bilimci, sanatçı işinden aşından olmuş,
kimisi tutuklanıp hapse atılmıştı; kimisi düzmece savlarla
yargılanıyor, çokları gittikçe ağırlaşan yaşam
koşullarıyla baş etmeye çalışıyordu. Karşıdevrimciler ise bayram
sevinci yaşıyorlardı. Aydınlanmacıları en çok üzen ve
düşündüren, 12 Eylül öncesinde
Atatürkçü bilinen “ünlü” bilimci
ve sanatçıların, yasa zoruyla oluşturulan resmi TDK
içinde yer, orun kapma yarışıydı. Öteden beri Dil Devrimine
karşı durmayı meslek edinenlerle onlara katılanlar, kitaplarının
başlığındaki “devrim” sözcüğünü “inkılap”a
dönüştürmekte, dünkü söylemlerini tersine çevirmekte de
yarıştılar.
Atatürk
Devrimcileri Sessiz Kalmıyor
Böyle bir dönemde gerçek
Atatürkçülerse yılgınlığa yenilmediler. Ali Püsküllüoğlu, Haldun Özen ve Sevgi
Özel’den oluşan üç kişilik öbek, tez zamanda büyüdü; toplantılar, yazışmalar
yoğunlaştırıldı. 12 Eylülün üstünden birkaç yıl geçmesine karşın, Ankara’da bile
“olağanüstü hal” sürüyor; aydınlar, darbecilerin hukuk dışı uygulamalarına karşı
gizli toplantılarla “Aydınlar Dilekçesi” gibi eylemleri örgütlüyor; bir yandan
da yalana dolana dayalı davalar nedeniyle adliye yollarında hak arayışını
bırakmıyorlardı. Yaşananları, özellikle bugünün gençlerine anlatmanın ve onları
inandırmanın çok zor olduğu, Atatürk devrimlerinden ödün verenlerin
ödüllendirildiği, devrimlerin içinin hızla boşaltıldığı acımasız bir süreç
işliyordu.
Koşullar ne olursa olsun,
dönemin aydınları, Atatürk’e ve onun Türk Dil Kurumu’na yapılan haksızlık
karşısında sessiz kalmamalı, "Örgütlenmeliyiz" ve Atatürk'ün başlattığı Dil
Devrimini bir dernek kurarak sürdürmeliyiz kararı aldılar. Atatürk'ün kurumunun
üyeleri bir yandan dernek kurma çalışmalarını yürütürken, öte yandan 1985'ten
başlayarak Mülkiyeliler Birliği'nin çatısı altında toplanarak Dil Bayramını
kutlamaya, Atatürk'ün kalıtına ve kurumlarına yapılan haksızlığı türlü
etkinliklerle topluma anlatmaya giriştiler. Toplantılar büyük ilgi görüyordu.
Kurulacak derneğin tüzüğü hazırlanmış, kurucuların özellikle eski TDK üyeleri
arasından seçilmesi kararlaştırılmıştı. Onlarca aydınlanmacı adına 34 kişi, "DİL
DERNEĞİ"nin kurucusu olarak Ankara Valiliğine başvurusunu
yaptı.
Dil Derneği
Kurulması Yasak Derneklerden Sayılıyor
Derneğin kurucuları 22 Nisan
1987'de, Ankara Valiliği Dernekler Masasına başvurduktan sonra, dilekçelerine 60
gün içinde yanıt verilmesini beklemeye başladılar. Bu süre içinde derneğin
tüzüğü incelemeye alınmış, Dernekler Masasınca, “Şurasını burasını değiştirin…”
önerileri de yapılmıştı. Ancak tüzükle ilgili kesin yargı bir türlü verilmiyor,
kurucuları bir sürpriz bekliyordu.
Turgut Özal'ın Başbakanı
olduğu Anavatan Partisi 1983 güzünden bu yana tek başına iktidardı. 1987’deki
hükümetin İçişleri Bakanı Yıldırım Akbulut'un bütün valiliklere "gizli" bir yazı
gönderdiği, yazıda eski TDK üyelerinin dernek kurma hazırlığı içinde olduğu,
bakanlığın böyle bir derneğe izin verilmemesini istediği duyuldu. İçişleri
Bakanlığının valiliklere gönderdiği gizli yazı, yerine ulaşmadan Dil Derneği
kurucuları başvurusunu yapmıştı. Bakanlık bu durumu öğrenince bu kez başka bir
yol düşündü. Dil Derneği “kurulması yasak derneklerden” sayılmalıydı. Bu kez,
Ankara Valiliğine böyle bir buyruk gönderildi.
Kurucular
Kurulunca Prof. Dr. Cevat Geray Başkan, Refet Erim Astbaşkan,
Doç. Dr. Aydın Köksal Genel Yazman, Sevgi Özel Sayman
üye olarak seçilmiş, valiliğe böyle bildirilmişti.
Prof. Dr. Cevat Geray, o sırada 1402 Sayılı Yasayla üniversiteden
atılmış; Refet Erim Çevre Müsteşarlığından alınmış; Aydın
Köksal bir biçimde üniversiteden uzaklaştırılmış;
Haldun Özen “YÖK”e tepki göstererek
üniversiteden, Sevgi Özel de resmi TDK'nin varlığını
yadsıyarak görevlerinden ayrılmışlardı; 34 kişilik kurucular
kurulunun çoğu, her dönemde "sakıncalı" sayılan kişilerdi.
Böyle bir dernek kurma düşüncesinin Aziz Nesin'den
çıktığı basında yer alıyordu. Aziz Nesin'in, baştan beri bu
eylemin içinde olduğu, kuruluş çalışmalarının her
aşamasında yer aldığı doğruydu. Üstelik kurucular, kuruluş tarihi
olarak, dille ulusal bağımsızlık arasındaki bağı öne
çıkararak, özellikle 22 Nisanı seçmişlerdi.
Kurulacak derneğin tüzüğündeki amaç,
Atatürk'ün Türk Dil Kurumu'nun
tüzüğündeki amaçla özdeşti. 12
Eylülcülere tepkiyi yansıtan bu tüzükle “Dil
Devriminden vazgeçilmeyeceği, her türlü savaşımın
göze alındığı” vurgulanarak İçişleri Bakanlığına
gidilmişti; devrim sözcüğünün yasaklandığı bir
dönemde, "devrimci bir anlayışla Dil Devrimini sürdürme"
savı bağışlanamazdı.
Dil Derneği
Yargı Yoluyla "Yasak" İmgesini Siliyor
Nitekim bağışlanmadı. 22 Nisan
1987'den tam 60 gün sonra, adını gizleyen bir memur, Mustafa Ekmekçi ile Uğur
Mumcu'yu arayarak "Dil Derneği'nin kurulması yasak derneklerden sayılacağını"
önceden haber verdi. Haber doğru çıktı; 1987 Haziranında bunu doğrulayan resmi
belge, kuruculara ulaştı.
Valilik, Dernekler Yasasının
5. maddesine göre, Dil Derneği'ni kurulması yasak derneklerden saymıştı, "dil
işlerini, bir devlet kurumu olan Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu'nun
yetkisi içinde olduğu" savıyla "faaliyeti"ni durdurmuş, kurucuları için
savcılığa suç duyurusunda bulunmuştu. Kurucu üye Avukat Attila Göktürk, dernek
adına yürütmeyi durdurmak için yasal yollara başvurdu. Ankara, 3. İdare
Mahkemesi yürütmeyi durdurma, savcılık da kurucular için "takipsizlik" kararı
verdi. Gelgelelim Dil Derneği, resmi kurumların gözünde uzun süre "yasak dernek"
imgesini korudu. Dernek, bu imgeyi tüzüğü doğrultusunda çalışarak silmeyi
başardı.
HANGİSİ
ATATÜRK'ÜN TÜRK DİL KURUMU? HANGİSİ RESMİ KURUM?
12 Temmuz 1932'de kurulan Türk
Dil Kurumu'nun asıl kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'tür, çünkü Atatürk bu kurumun
oluşması için aydınları yönlendirmiştir. Cumhuriyet döneminin ekinsel
etkinlikleri içinde bu nedenle 1932'de kurulan, 1983'te kapatılan Türk Dil
Kurumu "Atatürk'ün Türk Dil Kurumu" ya da "Atatürk'ün
kurumu" diye anılmaktadır. Bu tarihsel ve bilimsel bir
olgudur.
1983'te Cumhurbaşkanı Kenan
Evren'le birlikte beş generalin yönlendirmesiyle kurulan devlet dairesi ise,
"resmi Türk Dil Kurumu" ya da kısaca "resmi kurum"dur ve bu sayfalarda sıklıkla
"resmi kurum" olarak anılacaktır. Bu değerlendirme de tarihsel açıdan yerinde,
bilimsel verilere dayalı bir olgudur. Çünkü 1983'te kurulan Türk Dil Kurumu'nun,
Atatürk'ün kurumuyla yalnızca ad ve adres benzerliği bulunmaktadır. Bu
benzerlik, genç kuşakları yanıltmamalıdır.
Kaynak: http://www.dildernegi.org.tr
Konur Sok. No. 30/1 06640 Kızılay-Ankara
Telefon: (312) 425 83 60 - 417 33 27 Belgeç : (312) 417 33 28