Çağdaş Öykücülüğümüze Genel Bir Bakış

                  

 

(*)

Çağdaş öykücülüğümüzü cumhuriyet dönemiyle başlatmak gerekirse de biraz geri­ye dönüp bakmakta da yarar var.

Bizde modern öykü Tanzimat'la birlikte Batı'dan alınan kalıplara göre yazılmıştır. Ne var ki, Nabizade Nazım'ın Karabibik öyküsü dış tutulursa, bu dönemde yazanlar­la Servet-i Fünun dönemindeki öykücülerimiz konularını İstanbul ve çevresinden almışlar, dar bir coğrafya içinde, belirli kesimlerin yaşantılarını konu edinmişlerdir. 
Cumhuriyet öncesi öykü yazarlarımız "Milli Edebiyat" akımına bağlandıklarından İstanbul sınırlarını aşarak "memleket edebiyatına" yönelmişlerdir. Bu dönemde yazı­lan öykülerde yurdun çeşitli köşelerindeki her kesimden insanın, halkın yaşaması ele alınmıştır. Coğrafyadaki genişlemeye bir de insanların yaşantı çeşitlilikleri eklen­miştir. Bu dönemin öykücüleri dilde yalınlığı yeğleyerek yaşantısında olduğu gibi anlatım yönünden de halka bir adım daha yaklaşmışlardır. Bu yönelimin en güçlü örne­ğini Ömer Seyfettin'de buluruz. Refik Halit Karay da "Memleket Hikâyeli"yle yurt gerçeklerine eğilerek Anadolu halkını  edebiyata taşımıştır. Bu dönemin öykücüleri arasında İstanbul'un kenar semtlerinin insanlarını günlük yaşayışları içinde anla­tan Osman Kemal Kaygılı'yı anabiliriz. Bu, İstanbul'un belirli kesiminin yaşantısı dışında kalanların, kısacası yoksul halkın yoğun olarak öyküye girişidir. İstanbul coğrafyası içinde de olsa yeni bir gelişme ve genişlemedir. 

Edebiyatımızdaki asıl açılım, cumhuriyet dönemiyle başlamıştır. Öykücülüğümüz -buna romancılığımızı da katabiliriz- cumhuriyetle birlikte İstanbul sınırlarını aşıp Ana­dolu'nun dört bir yanına yönelmiştir. Cumhuriyet edebiyatıyla birlikte insanımız günlük yaşamı, günlük yaşamında karşılaştığı sorunlarla yer almaya başlamıştır. Bireyin kendi iç sorunları yanında toplumsal, siyasal, ekonomik sorunları da öykülerimizde sergilenir olmuştur. Cumhuriyet edebiyatı, öykücülüğümüze ğerçekçi bir bakış açısı ge­tirmiştir. Köylümüz ilk kez, ağa-ırgat ilişkisi, toprak sorunlarıyla gerçek yaşamından alınmış kesitlerle edebiyata geçmiştir. Kent, kasaba insanları da aynı gerçekçi bakış içinde, karşı  karşıya bulundukları  tüm sorunlarıyla ele alınmıştır. Kenar mahalle in­sanlarının, fabrika işçilerinin, memurun, esnafın, kısacası halkın, yani azınlık yerine çoğunluğun yaşam serüvenlerinden sözedilir olmuştur.Yöneten-yönetilen, zengin-yoksu ayrımı gibi temel çelişkiler su yüzüne çıkmıştır. İnsan ilişkilerindeki siyasal, top­lumsal, ekonomik çelişkilerle bireyin duygusal çatışkıları bir bütün olarak öykücülüğümüzün çerçevesini oluşturmuştur.
 
Bunun nedeni cumhuriyetle, cumhuriyet sonrası  öykücülerimizin halkın arasından ye­tişmiş, birçoğunun da yoksul sınıf ve  tabakalardan gelmiş olmalarıdır. Cumhuriyete kadar yaygın biçimde okuma olanağı bulamayan  halk çocukları, cumhuriyetle birlikte sanat ve edebiyat alanında eserler vermeye başlamıştır.
 
Cumhuriyet dönemindeki konuyla içirik bakımından olan gelişme ve genişlemeler, başlangıç dönemi olarak saydığımız  (1923-1938)  arasında gözleme dayalı gerçekçi­liğin egemenlik kazanmasıyla ortaya çıkar. Bunlar arasında Sadri Ertem, Ümran Nazif, Bekir Sıtka Kunt ilk akla gelenler arasındadır.
 
Aynı dönem, Sait Faik ile Sabahattin Ali'nin hazırlayıcısı olmuştur. Sait Faik'in öykücülüğünü, öykücülüğümüze yaşanılanı getirmiş olmakla özetleye­biliriz. Onun öykülerinde köyün kasabanın, büyük kentin (İs tanbul) yoksul insanlarının yaşantıları yer alır. Özellikle balıkçılarla denize ilişkin öykülerle öykücülüğümüze, Halikarnas Balıkçısı'dan sonra, yeni bir açılım sağlar.
 
Sabahattin Ali, devraldığı "gözlemci gerçekçilik","eleştirel gerçekçi", dahası
"toplumsal gerçekçi" alana çekmiş tir. Çevreye dışardan bakarak değil, onun içinde yaşayarak olayları  aktarmıştır.
 
Bu dönem öykücülüğümüzün  temel  taşlarından biri de Memduh Şevket Esendal'dır. Esendal, günlük yaşayışın en yalın, en silik olaylarını  alaysılı bir dille ele alarak yansımıştır.
 
1940 Kuşağı cumhuriyet dönemi öykücülüğümüzün ikinci bölümünü oluşturur.Bunlar, cumhuriyet döneminde yazmaya başlamış cumhuriyet dönemi öykücüleridir. Bu dönem öy­kücüleri geniş bir coğrafya içinde her kesimden insanın yaşantısını  ele alır. Top­lumsal çelişkiler gerçekçi bir anlatımla belirlenir. Burada Samim Kocagöz, Oktay Akbal, Haldun Taner'i en başta saymak gerekir. Orhan Kemal, genelde Yaşar Kemal gibi, Çukurova insanını  anlatmıştır. Ayrıca Refik Halit Karay'ın 1909'lu yıllarda yazdığı bir öykü dış  tutulursa edebiyatımızda daha önce pek raslanmayan fabrikadan, fabrika işçilerinin yaşantısından öykülerinde geniş olarak sözeder. Aziz Nesin ile Rıfat Il­gaz, yazdıkları gülmece öykülerinde II. Dünya Savaşı döneminin kıtlık yıllarını son­rasındaki baskıcı  dönemi öykülerinde alaysılı bir dille eleştirirler.
 
Eğitimde fırsat eşitliğinden yararlanarak kentlerdeki halk çocuklarının okuma olanağı  elde etmelerine Köy Enstitüleri'nin açılmasıyla köy çocukları da katılır. Böylece köyle köylü, içinden yetişenlerin gözünden, dolaysız  olarak anlatılmaya başlar. Bu anlatılarda gelenek göreceklerin baskısı, bağnazlıklar, kör inançlara bağ­lı yoksul, geri bir yaşamın tüm gerçeklerinin açığa çıktığı görülür.
 
Mahmut Makal'ın 1950'de yayınlanan “Bizim Köy” kitabının ardından köy kökenli öteki enstitülü yazarların köy gerçeklerini çarpıcı bir biçimde ortaya koyan ki­tapları çıkar. Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Başaran, Dursun Akçam köy kökenli yazarla­rın başlıçaları arasında yer alır. Onların anlattıkları  öykücülüğümüze pek bilinme­dik yeni bir açılım kazandırmıştır.
 
Türk Dil Kurumu'un kurulmasıyla dil özleşmesinin başlaması  edebiyatımıza dil ve anlatım açısından bir yalınlık kazandırmıştı. İlerleyen yıllarda bu özleşme hareketi Ataç'la daha da etkin olur. Öykücülüğümüzü anlatım yönünden besler.
 
Milli Eğitim Bakanlığı'nca klasiklerin yayınlanışı yazarlarımıza düşüncelerini
geliştirme bakımından bir kazanç sağladığı gibi yabancı  edebiyatları da tanıma ola­nağı vermiştir. Bu arada çağdaş Fransız, Alman, Amerikan edebiyatlarından yapılan çeviriler,yazarlarımızı  etkisi altına almakta gecikmez. Bütün bunlar, öykücülüğümüze hem biçim hem de öz  açısından yenilikler, atılımlar yapma gücünü kazandırmış, yazar­ların görüş  açılarını genişletmiştir.
 
Çıkışlarıyla 1940 Kuşağı ardılı görünseler de gerçekliği derinlemesine ele alışlarıyla anlatım özellikleri, yeni yazış telnikleriyle Vüs'at Bener, Nezihe Meriç, Feyyaz Kayacan, Bilge Karasu'yu 1956 Kuşağı'nın öncüleri olarak görebiliriz.
 
Nezihe Meriç'le birlikte, Suat Dervis'ten sonra ilk kez kadın kahramanlar, kadın sorunları duyarlıklı bir anlatımla öykücülüğümüzde yer alır.
1950 Kuşağı  öykücüleri, siyasal açıdan Demokrat Parti iktidarının baskıcı yöne­timine karşı durarak edebiyatta da sığ gerçekçiliğe, basmakalıp anlatıma karşı çıktılar. Onlar daha derinlikli, çok boyutlu bir anlatımı  içeren üst gerçekçi öge­lerden de yararlanarak dilde ve anlatımda özgün biçimlere dayalı öyküler yazdı­lar.
 
Bunlara yeni anlatımcılar da diyebiliriz. 1960 sonrası askeri dönüşüm sonucu yurt gerçeklerinin su yüzüme çıkmasıyla yeni anlatımcılar, anlatımlarını değiştirmeseler de içerik bakımından yurt ve insan gerçeklerinin ağırlıklı  olduğu toplumsal konulara yöneldiler. Bu kuşağın başlıcaları arasında Demir Özlü, Ferit Edgü, Onat Kutlar, Adnan Özyalçıner, Orhan Duru ve Erdal Öz sayılabilir. Toplumla insan iliş­kilerindeki sorunları yenilikçi bir anlatımla dile getiren dönemin öteki yazarları­nın başlıcaları: Tahsin Yücel, Zeyyat Selimoğlu, Tarık Dursun K., Muzaffer Buyrukçu'dur.
 
1970 ve sonrasında konularını  özellikle kadınların yaşamından alan, anlatımların da kadın duyarlığının ağır bastığı bir dizi kadın öyküsü ve öykücüsünden söz edebi­liriz. Eğitim ve öğretimle yaşamdaki kadın erkek eşitliği, kadın yazarlarımızı da yüreklendirerek öykücülüğümüzde söz sahibi olmalarını sağlamıştır. Öykülerinde insan ve  toplum gerçeğini dile getiren kadın öykücülerimizin başlıcaları  arasında: Leyla Erbil, Füruzan, Sevim Burak, Tomris Uyar, Sevgi Soysal, Nazlı Eray sayılabilir. Cumhuriyet öncesinde bir Halide Edip'in varlığı  düşünülürse kadın yazarlar açısın­dan kısa süredeki bu çoğalma, cumhuriyetin kadına, özellikle kadın-erkek eşitliğine verdiği değerin göstergesidir. Ne yazık ki bugün, geri düşünüşlü birtakım kişiler, kadını  toplum yaşamından kopararak  yeniden baskı altına almak istemektedir. Burada kadınlarla kadın yazarlarımıza bir görev düşüyor: Kazanılan haklarını geri vermemek, daha ileriye götürmek için savaşım vermek. Çünkü kadın yazarlar edebiya­tımıza taze ve yeni bir hava getirmişlerdir/ etireceklerdir de.
 
1971 muhtırası, öteki baskı  dönemlerinde olduğu gibi, aydınlar arasında kültürel bir karşı  koymaya neden oldu. Öykücülüğümüzde gerçekçi söylem büyük bir yoğunluk kazandı. 1970 sonrası öykücülüğümüzde çarpıcı gerçeklere yer veren Bekir Yıldız, Güneydoğu insanının kara yazgısını, aynı  insanların Almanya'ya göçüşünde işçi olarak sömürmüşlerini anlatarak öykü coğrafyamızda konu ve içerik bakımından yeni bir açılım sağladı. Buna Osman Şahin 'in aynı yöre insanlarıyla Toroslar yöresin­deki yörüklerin gerçeklerini anlattığı  öyküleriyle Ümit Kaftancıoğlu 'nün Doğu Anadolu insanını  anlattığı  öyküler eklenebilir.
 
Muzaffer İzgü, 1970 sonrası  döneminin gülmece öyküleri yazarıdır. İzgü'nün öykü­lerinin en belirgin yanı yaşadığımız  toplumsal, siyasal, ekonomik, politik sorun­larla çelişkileri güncel olaylardan kaynaklanarak yansıtmış olmasıdır. Gülmeceden yararlanan bir başka öykü yazarımız  da Suhi Dölek'tir. Bölek, öykülerinin çoğunda siyasal, toplumsal ve politik açılardan yurt gerçeklerini, insan manzaraları/eleştirel bir göz, alaysılı bir dille ele alır.
 
1980 Askeri darbesi de, ötekiler gibi, aydınların kültürel karşı  koymasıyla karşılaştı. Burada özellikle Onat Kutlar'la Demirtaş Ceyhun'un dönemin baskıcı yönetimini eleştiren öykü kitaplarından, anlatılarından söz  etmeden geçemeyiz.
 
1980 darbesinin baskıcı yönetimiyle kültürsuzleştirme politikası dolaysıyla öykücülüğümüz zamanla bir duraklama geçirmese de gerçekleri aktarmadaki coşkun­luğu törpülendi.
Bu dönem ve sonrasında yazılan öykülerde, yeni öykücülerimiz neredeyse içlerine kapanarak iç gerçekleri konu  edindiler. Karanlık, neredeyse karmaşık bir anlatımla daha çok postmodern bir yapı  içinde öyküler yazdılar. Bunu yine de kendi içinde, iç gerçeklere yönelmenin getirdiği bir derinlikle yeni anlatım özelliklerine kapı açması bakımından, edebiyat açısından bir kazanç sayabiliriz. Yaşam gerçeğini, toplum­sal gerçekliği savsaklaması, baskılar karşısındaki sinikliğinden, özellikle kaçaklığı­nın tipik bir göstergesidir.
 
Gene de 1980 ve sonrasında kitaplarını yayınlayan öykücülerimiz  arasında top­lumsal, siyasal gündemi öykülerine aktaran, bu gündemin toplumsal yaşamamızdaki, insa­nınımızdaki yansımalarını anlatanlar da var. Bunlar hem biçim özellikieri, hem de içeri­ğe verdikleri önemle önceki kuşakların öykü anlayışlarına kendi anlayışlarıyla yeni anlatım özelliklerini katarak öykücülüğümüzün gelişimini de sağlıyorlar. Bunların baş­lıcaları  arasında Burhan Günel, Ayla Kutlu, Feyza Hepçilingirler, Cemil Kavukçu, Ali Balkız, Dinçer Sezgin, Özcan Karabulut, Necati Tosuner, Suzan Samancı, Lütfiye Aydın, İnci Aral, Nalan Barbarasoğlu, Mehmet Zaman Saçlıoğlu, Sema Kaygusuz, Jaklin Çelik, Ayfer Tunç'u sayılabilir.
Sözünü ettiğimiz ya da dönem içinde yer almış sözünü etmediğimiz  öykücüler, içerik yönünden gösterdikleri başarıyı biçim açısından da göstererek öz ve biçim konusunda tam bir uyum sağlayabilmişlerdir. Çağdaş öykücülüğümüzün gelişimine katkıda bulunan­lar da onlardır.
 
Bugün de 1990 sonrası göz önüne alınırsa, Hasan Özkılıç, Ayşe Sarısayın gibi  önem­li öykücülerimiz var. Öykücülüğümüzün bir dönem girdiği bunalım dış tutulursa her yönüyle insanı  topluma, toplumu insana ahlatma geleneğinden yararlanıyor öykücüle­rimiz. Bu yüzden çağdaş öykücülüğümüz, dünya öykücülüğü içinde üst sıralardaki yeri­ni, eskiden olduğu gibi, korumayı sürdürüyor.
 
Burada genç kuşak öykücülerine düşen bir görev var. Nasıl yazmak gerektiği üstüne kafa yordukları  kadar, kimin için ve ne için; yazmaları gerektiğini de düşünürlerse çağdaş öykücülüğümüzün kazancı  daha büyük olacaktır.


(*) Soldan sağa: Özcan Karabulut, Adnan Özyalçıner; Burhan Günel. Frankfurt DIDF  söyleşi salonunda. (18.10.2008)
 




  Yazdan Kalma Bir Gün
İstanbul Öyküleri
Doğa Basın Yayın/İstanbul
ISBN 975-6106-29-8

Adnan Özyalçıner'in kitabı "Yazdan Kalma Bir Gün"den ileriki sayılarımızda öykü yayımlayacağız.

  
 Adnan Özyalçıner

®  Öz Yapım oHG   © H@vuz Yayınları                                  © Ocak - Şubat 2009 ISSN 1864-0524