Dağları Delen Şirin'in Filmi...

                  



 

Dağları Delen Şirin'in Filmi

"Ey sevgili! Seni sevmekten ve düşlemekten asla vazgeçmedim.
Sen benim Diego Rivera'msın. Yıldızlarsın sen, ay ve bulutlar,
haberlerdeki F-16'lar. Kırmızı yatağımdaki o koca bedensin.
Çekmecemdeki son sigara, beni sarmalayan o koca kadife yeşil ceketsin.


"Ey sevgili! Seni sevmekten ve düşlemekten asla vazgeçmedim. Sen benim Diego Rivera'msın. Yıldızlarsın sen, ay ve bulutlar, haberlerdeki F-16'lar. Kırmızı yatağımdaki o koca bedensin. Çekmecemdeki son sigara, beni sarmalayan o koca kadife yeşil ceketsin. Bir kuş misali uçarak gitmek istediğim adamsın, İran'sın, Suriye'sin. Habur'da nöbet tutan askercik, Mezapotamya'daki en vahşi kıpkırmızı gelincik, üzerine yattığım uçsuz bucaksız, boz bir vadisin, Marlon ve Brando'sun, küvetimde yatan şişman melek, sevincim, acılarım, tüm arzularım, tiyatrodaki, İstiklal Caddesi'ndeki eşim, Gabriel Garcia Marquez'in son mektubusun. Ve ben de, 'Zorba'daki her tarafından şehvet fışkıran o şişman dul kadınım. Kim uçurdu kafamı acaba? Ben kafam olmadan da yaşarım... Çünkü elim, kolum, bacaklarım var sana ulaşmak için ve bir el bombası gibi fırlatıp tüm kahrolası sınırları havaya uçuracak bir kalbim..."

Filmin iki ismi var 'Gitmek' ve 'Benim Marlonum ve Brando'. Daha önce 'Sessiz Ölüm' ve 'Boran' gibi belgesellerinden ismini bildiğimiz Hüseyin Karabey'in ilk uzun metrajlı filmi... Belgeye, özellikle de çok insanın başını çevirmeyi yeğlediği konuları belgeselleştirmeye inandığından, tamamen kurmaca bir hikâye istememiş Karabey.

'Gitmek', oyuncu Ayça Damgacı'nın bir film setinde tanışıp âşık olduğu Kuzey Iraklı Kürt oyuncu Hama Ali Khan'a gitmeye çalışmasının gerçek hikâyesi. Damgacı kendisini oynuyor, Khan da. Ama bu da yetmiyor, sınırda kayıp kamyoncu oğlunu bekleyen anne de, yolda aralarına karıştıkları düğün halayı da gerçek... Savaş yüzünden Süleymaniye'de buluşamayıp rotayı İran'a kırdıklarında, Umriye sahnelerinde oyuncu kullanmış olabilirler, ama onlar da İran sineması geleneğinden belki, kameraya sadece kendilerini anlatmak için uğraşıyorlar.
Aşk mektubu olarak video

Zaten dramaturji mezunu olan Damgacı'nın dokunaklı ve de aşk meşk temasını aşan düşündürücü hikâyesi, bölgeyi iyi bilen Karabey'in tecrübeleriyle birleşince ortaya çıkmış senaryo. Film için yola çıktıklarında, filmin gerçeğe yaklaşma ibresini oynatan tesadüfler de yaşamışlar. Mesela Damgacı'nın kendi yolculuğunda kavga ederek ayrıldığı taksi şoförünü bulmaları... Sessiz bir akitle durumu kavrayan şoför o zaman ne konuştularsa onları konuşmuş kamera açılınca da.
Damgacı ile 20 yıldan fazladır, en ciddi filmden 'Süpermen Ağa'ya Karşı' gibi B sınıfı filmlerde oynayarak Irak'ta sokakta yürüyemeyecek bir şöhret kazanan Khan artık sevgili değiller. Ama geriye, girişte birini okuduğunuz, Ayça'nın ona yazdığı şahane mektuplar, bunların karşılığında Khan'ın ona lunaparklarda çekip yolladığı video kasetler ve güzel bir film kaldı...

'Gitmek' ekibi, filmin ilk kez gösterildiği Rotterdam Film Festivali'nden şımartılarak döndü diyebiliriz. Film hakkında çıkan olumlu yazıların da yardımıyla Almanya'dan Brezilya'ya şimdiden beş festivale davet aldılar. Buradaki ilk gösterimi ise İstanbul Film Festivali'nde olacak; nisanda vizyonda...

Belgeselcilikten geldiğiniz için, ilk uzun metrajlı filmde gerçekliğinden emin olmadığınız bir hikâye sizi mutlu etmeyecek miydi?




Hüseyin Karabey:
Benim sinemaya başlama nedenim, yaşadıklarımı ya da tanık olduklarımı sinemada görmememdi. O dönemde önemli şeyler oluyordu: Zonguldak mitingi, Ankara'ya yürüyen insanlar, iç savaş, 3 milyon insan yerinden edilmiş, 10 binlerce kayıp... Ama sinema, televizyonlar ya da basın bambaşka bir Türkiye'yi anlatıyordu. Eleştirim bu olduğunda özeleştirim de 'O zaman sen yap' oldu. Hiç kendime güvendiğimden değil. Belgesel ya da kurmaca, sokağa çıkmış kamerayı önemsiyorum. İddiam da bildiğim şeyi anlatmak. Bizim değindiğimiz konular hep Türkiye için hassas sayılan konular oluyor. Bu yüzden çok ikna edici ve reddedilmeyecek bir sinema dili kullanmamız gerektiğini düşünüyorum. 'Orası' diye bildiğimiz bir yer vardır, Kürtlerin yaşadığı bölgedir ya da Kuzey Irak'tır ama oralara dair hep prototip imajlar ya da hikâye biçimleri görürüz. Böyle hikâyeler anlatılmaz. Çanakkale'nin bir köyünde bir düğünün arkasından asker dolu bir cemse geçmez ama Doğu'da geçer. Orada askeri operasyonlar yaşamın bir parçası olmuştur artık. Çanakkale'deki bir düğünü samimiyetle anlatabilirsin, herhangi bir zorlukla karşılaşmazsın ama aynı samimiyetle Doğu'daki bir düğünü anlatmaya kalkarsan bazı zorlukları beraberinde getirir. Kullandığım sinema dili bu ikna süreci için kaçınılmazdı.

Büyük şehirde yaşayan, oyunculukla geçinen genç bir kadın olarak siz kendinizi beyaz perdede görüyor muydunuz?





Ayça Damgacı:
Benim gibi birine ne sinemada, ne dizilerde yer var. Belki fiziksel kriterlerle ilgili, belki tavırla... Oyunculuk bazında konuşursak, kendini ortaya atmayan, onun da kıyısında biriyim. Uyumsuz bir ruhum ve uyumsuz bir bedenim olduğunu hissediyorum, daha doğrusu hissettirilen bu.
Mutluluğu Doğu'da arayanlar

Sizin yollarınız nasıl kesişti?


H.K.:
Marmara Güzel Sanatlar Sinema Bölümü'nü bitirdikten sonra kendimi uzun metraja hazırlamak için oyuncu yönetimini öğrenmek istiyordum. Mahir Günşiray'ın, bizim filmde de bölümlerini kullandığımız 'Unutmak' oyunu için video enstalasyonlar yapmıştım. Ayça'yla o zamandan, 2001'den beri tanışıyoruz. Bana o zamanlar yaşadığı aşkı anlatmıştı, hatta nasıl gidebileceğini soruyordu. Ben o bölgede daha önce çekim yaptığım, hâlâ da gidip geldiğim için biliyordum. Ayça bir şok içindeydi. Batı'da yaşayan bir kadın, birdenbire hiçbir şeyin ona anlatıldığı gibi olmadığını fark ediyor. Daha o zaman bunun üzerine bir şeyler yapmak istiyordu, ama biraz soğuması lazımdı. Ben bunun ilk filmim olmasını istedim, onun elindeki bütün yazılı malzemeyi aldım, senaryoyu birlikte oluşturduk, eklediklerim de Ayça'ya uymayacak şeyler değildi.

A.D.:
Ben o dönem herkesin üzerine atlıyordum, tırnaklarımla gitmenin yollarını arıyordum. O kadar acayip şeyler oluyordu ki, Kuzey Irak diyorum, Dışişleri'nden bana 'Hanımefendi, kuzey-güney diye bir şey yok, Irak diye bir ülke var. İsviçre'ye nasıl gidiyorsunuz, gidip vize alacaksınız. Ayrıca vatandaşlarımızın oraya gitmesini hiç onaylamıyoruz' diyordu. Laleli'de insan kaçakçılarıyla buluşuyorum... Bir gece oturup bunları yazmaya karar verdim. Tamam Kuzey Iraklı bir sevgilim var, ama işin politik batağının farkında değildim, sonradan yaşadıklarımın başka türlü bir önemi olduğunu fark ettim.

H.K.:
Genelde bütün filmlerde mutlu olmak için Doğu'dan Batı'ya gidenleri görürüz. Burada tersi... Tek başına bir kadının yolculuğu bile bir film için ilginç. Bence defileden fırlamış gibi görünmeyen bir kadın karakterin tek başına sürüklediği ilk film sinemamızda.

Gerçek sonla filmdeki arasındaki fark neden?


H.K.:
Bu, Ayça'nın da saygı gösterdiği benim politik bir tercihimdi. Şimdi televizyonda Irak Savaşı'yla ilgili en dehşet verici görüntüleri dahi görüyoruz, ölenler sadece rakamlarla belirtiliyor. Patlamada 100 kişi öldü deniyor ama o ölenlerin birinin bile ismi söylenmiyor. Ben merak ediyorum, adam ekmek almaya mı gidiyordu, sevgilisiyle mi buluşacaktı, dedeyle torun okula mı gidiyordu?.. Haberler bu şekilde anlatılsa savaşa karşı bu kadar duyarsız olmayız. Hama Ali hâlâ hayatta neyse ki ama Irak'ta 1 milyona yakın insan öldü. Ayça'nın devamlı haberleri takip etmesi gibi, belki insanların da takip etmek için nedeni olur diye düşündüm.

Hangisi daha dönüştürücü oldu: Başınızdan böyle bir aşk hikâyesi geçmesi mi, bunun bir film haline gelmesi mi?


A.D.:
İkisi de galiba. Öyle bir erkeğe âşık olmak ve onun peşinden kararlı bir şekilde gitmek, kadın olarak benim için bir dönüm noktasıdır. Film, bunun sanatsal bir malzemeye dönüşmesinin cesaretini veren bir film. Merkezde görünen bu aşk hikâyesi sayesinde bir kere bir Türk'le bir Kürt'ün İngilizce konuşmasının trajikomikliği çıktı ortaya. Onunla karma bir dil yaratmıştık. Bir şey bulamayınca Arapça kelimeler kullanıyorduk, hakikat diyorduk mesela... Birbirimize 'canım' diye hitap ediyorduk. Filmde sadece benim öyküm anlatılmadı aslında, sınırda kaybolan kamyon şoförlerine de değiniyorsun, yakılmış bir köye de; aşk vesile... Bana en büyük mutluluğu veren de bu.

H.K.:
Genel bir şey söyleyeceğim, bence asıl önemsenmesi gereken sevme yeteneği. Bu yetenek ya vardır, ya yoktur. Çok gördüm, bu yeteneğe sahip olmayanlar asla sevildiklerine de inanmıyor. Ayça'nın sevgisini ifade edişi o kadar güzel ki... Doğru kişi mi, sürer mi diye düşünmüyor. Doğru kişi ne ayrıca...

Hama Ali filmi izleyebildi mi?


H.K.:
Hayır. Onu İstanbul Film Festivali'ne getirmeye çalışacağız. Savaş yüzünden vize alması çok uzun sürüyor.



Çekim zamanını hatırlayınca en etkili sahne olarak sizin zihninizde ne kalmış?


H.K.:
Final... Ayça orada gerçekten Hama Ali'yi bekliyordu ve biz etrafındakiler onu anlamıyorduk. Ayça'nın oradaki yüzünü unutamıyorum, şakır şakır ağlasa bizi rahatlatacak belki ama o ağlayamadı bile...

A.D.:
Urmiye'ye gittiğimiz akşam kayboldum gerçekten. Birilerine sormak istiyorum, filmdeki gibi pardesüm dize kadar diye laf atıyorlar. O an öyle bir paniğe kapıldım, o kadar öfkelendim ki, her şeyi bırakıp eve dönmek istedim. İran bölümü benim için en zor kısmıydı.

Hama Ali Khan'la tanışmanızı sağlayan film ne üzerineydi?


A.D.:
'Sarı Günler'i Ravin Asaf çekmişti., Saddam'ın yaktığı bir Kürt köyünün trajikomik hikâyesini anlatıyordu. Hama Ali köyün ağasını oynuyordu, ben de erkeklere cilve yapan köyün tazesini oynuyordum. Adıyaman'da sette tanıştık.

Bu film için sizi nasıl bulmuşlardı?


A.D.:
Taksim'de bir arkadaşımla yürürken, genç bir oğlan bizi çevirdi. Benimle de konuşmuyor, yanımdaki erkek olduğu için ona dönmüş: "Bu arkadaşım Ravin, film yönetmeni. Arkadaşınızı görmüş, filmi için onun gibi tombul birini arıyor, ne düşünür?" diye sordu. "Pardon, bir kere bana sorar mısınız? Niye ona anlatıyorsunuz? Ben zaten de oyuncuyum" dedim. Tamamen sokakta keşfedilmiş bir oyuncuyum yani.


***

'Zaman ileriye doğru gidiyor'
Hama Ali'yle haberleşiyor musunuz?

A.D.:
Artık arkadaşız, haberleşiyoruz sadece.

Normalde beni hiç ilgilendirmez de hikâyenin bu kadar içine girince sormadan edemeyeceğim. Sizin aşkınızı bitiren ne oldu?


A.D.:
Zaman ileriye doğru gidiyor. Ferhat ile Şirin durumu yok. Gerçi bizimkinde Şirin dağları deliyor. Öyle işte... Bazen uzaklık, zaman ve hayatın yeni dönemeçleri insanı bu noktaya getiriyor.

Savaş zamanı Süleymaniye'ye gitmeye kalktığınızda aileniz, eşiniz dostunuz ne demişti size?


A.D.:
Mantıklı sularda yüzmemi öğütlüyorlardı. Benden yaşça büyük biri, "Kızım sen Betty Mahmudi'nin kitabını okumadın mı? Sonra oralardan kaçmak için fellik fellik aranırsın" dedi. 'Kızım Olmadan Asla'dan bahsediyordu herkes. Benden olanlar yanımdaydı, ailemin de bana yansıtmadan çok korktuğunu biliyorum.


Pınar Öğünç





30 Ekim 2008, Perşembe

http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=EklerDetay&ArticleID=
867799&CategoryID=41&Date=30.10.2008

Haberi ve verileri dergimize ulaştıram: hatice Eroğlu Akdoğan

Filmle ilgili daha ayrıntılı bilgileri; http://www.asifilm.com/turkce.html sayfasında bulabilrsiniz.

  
 Pınar Öğünç - Hüseyin Karabey -  Ayça Damgacı

®  Öz Yapım oHG   © H@vuz Yayınları                                  © Ocak - Şubat 2009 ISSN 1864-0524