Çikolata, tütün, pipo, içkiyle dolu vitrine boş
gözlerle bakan genç adam, camda kendi yüzünü
görünce irkildi.
"Saçmalama John," dedi kendi kendine. "Bu suratının hali ne
böyle? Ne olmuş yani karınla kavga ettiysen? Bu ilk kavganız
değil. Karısıyla anlaşamayan ilk erkek de sen değilsin."
Her büyük kavgadan sonra boşanma isteğiyle tanımadığı bir
avukata koşmuş, avukatla uzun uzun konuşup boşanma konusundaki
kararlılığını göstermiş; ama tam dava açılacakken caymıştı.
Sayısını artık anımsayamadığı bu sonuçsuz boşanma girişimleri
neredeyse bir alışkanlık haline gelmişti. Sudan bir nedenle başlayan
tartışma bir süre sonra kavgaya dönüşüyor, ya
karısının, ya da kendisinin kapıyı çarparak evden
çıkmasıyla duruyordu. Evi terk edenin sözü her zaman
"Lanet olsun!", evde kalanın sözü de "Defol, bir daha gelme!"
oluyordu. Ama terk eden gece yarısından önce eve
dönüyor, evdekini ya gazete okurken, ya televizyon izlerken,
ya da uyurken buluyordu.

Orta büyüklükteki kavgalarda en çok birkaç
gün süren gerilim, bir dostlarının eve gelmesi veya
televizyondaki bir espriye birlikte gülmeleriyle sona erer; o
gece, uzun zaman birbirlerinden ayrı kalmış iki sevgili gibi
özlemle, ama kızgınlıkla sevişirlerdi. Evliliklerinde sıkça
yaşadıkları bu duygusal iniş çıkışların kendilerini çok
yıprattığını biliyorlardı; yine de ne boşanabiliyorlar, ne de huzurlu
bir evlilik yürütebiliyorlardı.
Vitrindeki yüzüne zoraki bir gülümseme taktı.
Mutluluk, gülümsemeyi getiriyorsa; bu zoraki
gülümseme de mutluluğu getirebilirdi. Camda kravatını
düzeltti, ceketinin yakalarını parmaklarıyla şöyle bir
tarttı. Saçı rüzgârdan dağılmıştı. Parmaklarıyla
tarayacakken vazgeçti. Karısının, öpüşürken
saçını dağıttığını, taranmış saçlardan hiç
hoşlanmadığını anımsayınca; cebinden tarağını çıkardı,
özenle saçını taradı. Hayır, artık asla karısının
sevdiklerini yapmayacaktı.
Birkaç adım ilerideki kahveye yürüdü,
içeriye girdi. Karısıyla her zaman oturdukları masa boştu. Ona
en uzak olan masayı seçti, arkasını dönerek oturdu. Beyaz
dantelli, kırmızı çiçekli giysisi göğüslerini
yansına kadar gösteren garson kız önüne geldiğinde,
mönüye bakıyordu.
— Her zamanki pastalardan ve kahve, değil mi? diye sordu kız bilmiş bilmiş.
— Hayır, dedi John. Ne kahve, ne de pasta. Bugün viski içeceğim. Viski ve buz.
— Hayret, bugün eşiniz de kahve ve pasta istemedi. O da şarap içti, yanındaki beyefendi gibi, dedi kız.
Ara sıra iş çıkışlarında buluşup birlikte geldikleri bu kahvede
her zaman kahve içerler, çilekli pasta yerlerdi. John
bugün, karısıyla yaptığı herhangi bir şeyi yapmak, onun sevdiği
bir şeyi sevmek istemiyordu. Bu yüzden de karısının hiç
sevmediği bu içkiyi ısmarlamıştı. Kendisi de pek sevmezdi; ama
karısına inat, zevkle içecekti.
— Hangi bey? diye sordu John. Erika burada mıydı?
— Evet, diye yanıtladı kız. Birkaç saat önce şu
köşe masada bir beyle buluştu, ikisi de şarap içti. Sonra
çok kalmadılar; eşiniz hesabı ödedi ve gittiler.
John'un güçlükle takındığı gülümseme, yüzünden ha kaydı ha kayacaktı.
— Na... nasıl bir adamdı? diye kekeledi.
Kız, eline geçen fırsatın tadını çıkarmaya başlamıştı.
— Sizin kadar yakışıklı değildi; ama uzun boylu, koyuca
saçlı, atletik bir adamdı. Üzerinde blucin bir takım vardı.
Bay John, beni ilgilendirmez; ama hiç hoşlanmadım bu adamdan.
Sonra, nasıl söylesem, karınızın gözlerinin içine
bakıyordu. Üstelik, bir ara elini de tuttu. Bu da bana pek
arkadaşça gelmedi, dedi.
John, burulduğunu duyumsadı.
— Karım, o nasıldı peki? diye sordu acıyla.
— Çok yakın davranıyordu, diye yanıtladı kız. O da adamın
ellerini tuttu. Oh Tanrım... Bay John, ne olur beni bağışlayın; ama...
bilemiyorum, işte...
John, birden atıldı:
— Ah nasıl da unuttum! O adam karımın kardeşi Franz olmalı. Bugün gelecekti yurtdışından. Kız, son bir gayretle:
— Ya! Ama sanki bir yabancı gibiydi, diye ağzında geveledi.
— Evet evet, Franz gelecekti, odur... dedi John.
Kız, özür dileyerek siparişi getirmek için gittiğinde,
John'un sinirleri lastik gibi gerilmişti. Bu gerçekten Franz
olabilir miydi? Franz, şubattan önce gelmeyecekti. Yani daha beş
ay vardı. Gelecek olsaydı, sabah kızgınlıkla evden çıkarken
karısı söyleyebilirdi. Ne de olsa, aile bireylerine karşı kavgalı
görünmeyi her ikisi de istemezdi.

Hem Franz'la neden burada buluşacaktı ki Erika? Franz doğru eve
gelirdi. Belki eve geldi, sonra birlikte çıktılar; ama hayır,
garson kız, "buluştular," demişti. Üstelik Franz'ın saçları
da sarıydı. Boyatmış olabilir miydi? Ne karısı, ne de Franz
saçlarını boyatmazlardı. Bu kahrolasıca Erika saçlarına
düşen beyazlarla dolaşmayı yeğlerdi. Peki, kim olabilirdi bu?
Tanıma uyan arkadaşlarının hepsi o saatte işlerinde olurlardı. Belki
eski bir arkadaş? Bir eski sevgili? Yoksa yeni bir sevgili mi? Bu son
olasılık onu sarstı. Hâlâ seviyordu demek karısını. Peki o
değil miydi ayrılmayı pek çok kez isteyen, daha biraz önce
vitrine bakarken karısının dışında mutluluk aramaya karar veren? Bu,
sevmenin mi, kazık yemenin mi verdiği acıydı, bilemiyordu. Ne olursa
olsun, Erika'nın böyle bir şey yapmaya hakkı yok, diye
geçirdi içinden. Yok...
Garson kız viskiyi getirmişti. John sordu:
— Affedersiniz, karımla kardeşi ne zaman ayrıldılar?
— Sanırım saat iki buçuktu, dedi kız.
Boğazını yakan viskiyi nasıl içtiğini anlamadı. "Lanet olsun
Erika, huzurla bir içki bile içirmezsin adama." dedi
dişlerinin arasından. Sonra ayağa kalktı, garson kıza sezdirmeden,
kızın, karısıyla adamın oturduğunu söylediği masaya yöneldi.
Pardösüsü elinde, gitmek üzereymiş de, oradaki
resim ilgisini çekmiş gibi, duvara yakın duran masaya yanaştı.
Kül tablasını, sandalyeleri inceledi, masanın altına belli etmeden
baktı. Bir ipucu arıyordu; ama boşuna. Parayı ödemek üzere
kıza doğru yürüdü.
— Şey, eve mi gittiler acaba? dedi önemsiz bir şey soruyormuş gibi.
— Ah! Bay John, şimdi anımsadım. Ne kadar dalgınım. UMO'ya
gideceklerdi, şu ilerideki büyük dekorasyon mağazasına.
Karınız adama, "Yeni bir ev, en iyi UMO'dan döşenir, istersen
oraya bakalım." diyordu, istemeden duydum, servis yaparken.
John, iyiden iyiye pirelenmişti. Şakaklarının zonkladığını duyumsadı.
Yüzüne ateş basmış olmalıydı. Parayı ödedi, kendisini
dışarıya attı. Hızlı adımlarla UMO'ya yöneldi. O kadar hızlı
yürüyordu ki, elektronik gözleri geçip otomatik
kapının önüne geldiğinde, henüz açılmamış olan
kapıya çarpacaktı az kalsın. Sakinleşmek için
birkaç derin soluk aldı, yürüyen merdivenlere doğru
gitti.
"Ben yeni bir ev döşeyecek olsam, yani bir garsoniyer," diye
üzerine bastı, "işe yatak odasından başlardım. Ah orospu,
zevklidir de. Kim bilir nasıl döşeyecek evi şimdi. Herifin biriyle
gizli bir aşk yuvası olacak. Küçük bir mutfak, bir
buzdolabı, güzel bir banyo, müzik seti, video, televizyon,
içki kadehleri, kahve makinesi, rahat iki koltuk..." burnundan
soluyordu. Artık, adamın kim olduğu umurunda değildi. Bunca yıldır
yapamadığı, yapmaya kalkışmadığı şeyi şimdi karısı yapıyordu. Onu
aldatıyordu. Hem de bir ev açarak, bir adamın metresi olarak.
Siyah bir yatak odası takımının önünde durdu. "İşte bunu
beğenmiştir kaltak. Bu takıma uygun siyah çarşaflar, iç
çamaşırları almıştır. Güzel banyo köpükleri ile
parfümler de. Benim için süslenmeydi yıllar oldu;
başkası için süslenecek şimdi. Ah sersem kafa, başına bu da
geldi. Bu kadar yumuşak olursan böyle olur işte. Ayrılacaktın,
ayrılamadın. O kadar kızdığın anlarda bile o aptal namus anlayışın seni
frenledi. Hep sadık kaldın. Şimdi karının, uykusunda adamın adını
sayıklamasını beklersin."
Kendisini biraz önce çıktığı kahvenin önünde bulmuştu.
— İçmeli, dedi, içip sakinleşmeli, serinkanlılıkla bu işi düşünmeli.
İçeriye girdi, biraz önce oturduğu masaya geçti. Garson kız yanına geldiğinde kararlı bir şekilde:
— Duble viski, dedi. Sek olsun. Kız bir an duraladı.
— Bay John, ne oldu? Biraz sinirli görünüyorsunuz. Umarım rahatsız değilsinizdir.
— Yok bir şey, diye yanıtladı John. Şu köşede adamın biri
ayağıma bastı; özür de dilemedi. Ne kaba oldu artık insanlar.
Ona sinirlendim.
Kızın alaylı gülümsemesini fark etmişti John. Kız
uzaklaşınca, bir ayağını ötekinin üzerine sürerek
ayakkabısını biraz kirletti; kız görsün diye de masanın
örtüsünden dışarı çıkardı.
Bardağı getirdiğinde, garson kızın göğsü biraz daha
açılmış, göğüs uçlarının çevresindeki
pembelik ortaya çıkmıştı. Kız, olabildiğince öne eğilerek,
viski bardağını John'un önüne koydu; kollarını iki yana
açarak, masa örtüsünü düzeltiyormuş
gibi yaptı. John, tüm düşünceli haline karşın, kızın
göğüslerinin güzelliğini fark etmişti. Kız uzaklaşırken
dikkatle izledi. "Nasıl da görmemişim bu güzelliği." diye
hayıflandı. "İyi bir kız. Üzüldüğümü de
anladı. Belki de beni beğeniyordun" diye düşündü. Sonra
kendi kendine, "Sen de iyice aptallaş-tın John, kendine gel." dedi.
"Karının seni aldattığına ilişkin hiçbir kanıtın yok. Bu kıza
inandın. Belki de yanıldı, başka birisini karına benzetti."
Umutlanır gibi olmuştu.
— Bakar mısınız, diye seslendi genç kıza.
— Buyurun, diyerek yaklaştı kız, güler bir yüzle.
— Düşünüyorum da; karım bugün biraz
rahatsızdı, evden çıkmayacaktı. Acaba, başka birisini karıma mı
benzettiniz diye merak ettim.
— Amma da yaptınız bay John, dedi kız. Bayan Erika'yı nasıl tanımam. Buraya sık sık gelirsiniz.
Onunla kaç kez konuştum. Onu tanımamam mümkün değil.
Rahatsız olduğunu da hiç sanmıyorum. Belki burnu, yanakları,
kulakları biraz pembe gibiydi; elleri de titriyordu bardağı tutarken;
ama hayır, rahatsız olduğunu söyleyemem.
John yutkundu; sinir yine başlıyordu. Karısının tahrik olduğundaki bu
halini iyi bilirdi. Kulakları ve yanakları pembeleşirdi. "Kaltak, kahve
köşelerinde çiftleşecek neredeyse. Elin herifiyle daha
konuşurken tahrik oluyor; oysa onu ben bu hale getirmek için ne
kadar uğraşıyorum." Şakaklarındaki zonklamayı duyumsadı. Kız, başka
birinin çağırmasıyla uzaklaşmıştı.
Viskinin yarısını dikti. Ateş kulaklarından, gözlerinden fışkırdı. ikinci yudumda bardağı bitirdi.
— Hey bayan! diye seslendi, garson kız yaklaştığında. Bana
lütfen bir viski daha, duble olsun. Sonra,
güçlükle:
— Ama rahatsızdı, evden çıkmayacaktı, başkası olmalı, diye ağzında geveledi.
— Efendim? dedi kız, anlamamış gibi.
— Diyorum ki, dedi John, yutkunarak, demek iyileşmiş, evden çıktığına göre...
— Eşiniz mi? Ah aslında iyi görünüyordu. Merak
etmeyin, mutlaka sağlığı yerinde olmalı çünkü
üzerinde yazlık bir giysi vardı. Kırmızı, göğsü şurasına
kadar açık bir ceket, altında beyaz bir etek. Bu arada eliyle
iki göğsünün arasından göbeğine doğru inmiş,
göğüslerini biraz daha ortaya çıkarmıştı, ceketi
anlatırken. Sonra ekledi:
— Bay John, eşiniz çok çekici bir kadın. Ben erkek olsaydım, size karşın onu elde etmeye çalışırdım.
Sonra dudaklarını yalayarak ellerini göğsünde gezdirdi.
— Biliyor musunuz; içinde sutyen yoktu. Yaşına karşın
göğüsleri de ne kadar dik; neredeyse benimkiler kadar, dedi.
Göğüslerini ileriye uzatmıştı. Birden arkasını
dönüp, viskiyi getirmek için bara yöneldi.
John'un artık hiç umudu kalmamıştı. "Tamam," dedi
içinden, "en seksi ceketini giyinmiş. O beyaz etek de
külotunu resim gibi gösterir. Beni en çok etkileyen
giysisini giyinmiş kaltak. Niyeti de belli, yaptığı da. Üstelik bu
herifle ilişkisi yeni de değildi mutlaka. Baksana, ev açmayı,
yeni eşya almayı planlıyorlar. Olan olmuş da bizim haberimiz yok.
Demek, o herif yüzünden bana karşı ilgisizdi uzun zamandır.
Bu kız da söylemese, ben kim bilir ne kadar zaman kış uykusunda
olacaktım. Buna iyi bir bahşiş vermeli."
Kız viskiyi getirmişti.
— Oh, Bay John, dedi. Üzülmenizi hiç istemem.
Sizi uzun zamandır tanıyorum. Sizin için yapabileceğim bir şey
varsa söyleyin lütfen. Sonra John'un ellerini tutarak, "Ne
olursa..." diye ekledi. Bunu söylerken bakışları buğulanmış, alt
dudağını ısırmıştı.
Kızın, uzaklaşırken dar eteğinin içinde titreyen
kalçaları John'u kendine getirdi, içinden, "Tamam, dişe
diş Erika; benden günah gitti. Bu güzel kız senin ne mal
olduğunu öğretti bana. Beni mutlu etmeğe de hazır. Ben de artık
enayi olmayacağım."
O sırada, kahvenin sahibi olan, kasadaki göbekli adamın sesi duyuldu:
— Louisa, herkes gittikten sonra kepenkleri indir. Anahtar sende
kalsın. Birazdan hanımla buluşacağım. Bugün evlilik
yıldönümümüz. Yarın erken gel lütfen, ben
biraz gecikebilirim.
İşte, John'un başına talih kuşu konmuştu. "Şu masadakiler de kalkınca
bu kızla yalnız kalacağız." diye düşündü.
Heyecanlanmıştı. Viskiden bir yudum daha aldı. Çiftin kalkması
uzun sürmedi; el ele tutuşarak çıktılar.
— Bakar mısınız Louisa, diye seslendi John.
Louisa'yı bir tiyatrocu edasıyla söylemiş,
düşündüklerini bu adın üzerine yüklemeye
çalışmıştı; ama sözcükler hiç ummadığı boğuk
bir sesle çıktı ağzından. Kız, tatlı tatlı
gülümseyerek geldi.
— Buyurun Bay John, dedi fıkır fıkır bir sesle. Ne arzu
ediyorsunuz? Arzu ediyorsunuz sözcükleri John'un kırk yıl
uğraşsa söyleyemeyeceği kadar anlam yüklüydü. Ses
tonu, vurgusu, gözlerindeki ifade, sonundaki iç
geçiriş, John'un arzularım söylemesine değil,
göstermek için ilk hareketi yapmasına neden oldu. Elleri
kızın etekliğinin altına girivermişti bile.
— Oh Bay John! Ne yapıyorsunuz?
— Her şeyi isteyebileceğimi söylemiştin ya Louisa, dedi John, kızın bacaklarına dokunurken.
Kız, John'un kollarından kurtularak kapıya doğru koştu.
— Bay John, siz bir beyefendisiniz. Lütfen yerinize oturun,
yoksa imdat diye bağıracağım, dedi. John, tükenmiş bir halde
sandalyesine çöktü.
Bu küçücük kızın oyununa gelmişti. Sinirden
gözleri dolarken, kapının kilitlendiğini duydu. Birkaç
saniye sonra ışıklar söndü. Ardından, "Bay John!" diye bir
fısıltı işitti. Başını kaldırdı, tül perdenin arasından giren
sokak ışıklarının loşluğunda garson kızı ileride, barın taburelerinden
birinde otururken gördü.
— Bay John, diye yineledi kız. Çok çekicisiniz. Ben
de sizi istiyorum; ama gelin biraz tadını çıkaralım. Lütfen
orada oturun, yerinizden kalkmayın. Her şeyin zamanını ben
söyleyeceğim.
Bunları söylerken göğsündeki düğmeleri
açmış, önlüğünü çıkarmıştı. Tabureden
indi, etekliğini de yere bıraktı. Bu yarı karanlıkta, üzerindeki
iki küçük çamaşırla John'un aklını başından
almıştı. Müzik setine koyduğu yumuşak parçayla
bütünleşerek, John'a yıllar kadar uzun gelen bir süre
masalar arasında dans ederek dolaştı. Tamamen çıplak olduğunda,
Erika ile yabancı adamın oturduğunu söylediği masaya uzanmış, bir
yılan gibi eğilip bükülüyordu. Ellerini
saçlarında dolaştırarak:
— Evet John, dedi. Gel haydi.
John, tüm intikamını aldı masanın üzerinde. Karısından,
yabancı adamdan, yıllardır bozmadığı sadakatinden, kaçırdığı
sayısız fırsatlardan, bugün kendisine bu ihanet haberini vererek
üzen Louisa'dan. Louisa, John'un tüm yaptıklarını ses
çıkarmadan, üstelik onu kışkırtarak kabullendi.
İki saat kadar sonra giyinmişti John. Louisa barın taburelerinden
birinde, istediğini elde etmenin verdiği keyifle içkisini
yudumluyordu. John, ayrılmadan önce onu son bir kez öpmek
için yaklaştı. Kız içkisini bıraktı, ağzındaki son yudumu
dudaklarının arasından John'un ağzına akıttı. Uzun uzun
öpüştüler. Sonra kız, John'un kulağına:
— Affet beni ne olur; sana yalan söyledim. Karını bugün
hiç görmedim. Seni uzun zamandır istiyordum. Yalan
söylemekten başka çare bulamadım. Karına çok bağlı
olduğun her halinden belli oluyordu. Bu masum yalanımı ne olur affet,
dedi.
John'un içi sevinç dolmuştu. Hayretle, hiç
üzüntü duymadığını fark etti. Karısını aldatmış olmak
onda pişmanlık yaratmamıştı. Karısı kendisini aldatmadığına göre,
evde hesap sormak zorunda da kalmayacaktı. Kavgaları sürse de,
artık bir sevgilisi vardı, onun kollarında mutluluğu bulabilirdi.
— Önemli değil canım, diye yanıtladı kızı John. Benim
gözümü açtın. Sonra, sen görmedin diye karım
beni aldatmıyor demek değil ki. Belki de yıllardır aldatıyor. Sen bana
bunun olabileceğini gösterdin. Zaten sorun sadece aldatmak da
değil. Uzun zamandır çok mutsuzdum. Sen bana mutluluk getirdin.
Yine sarıldılar, kız:
— Telefon numaramı yaz, dedi John'a. Yalnız yaşıyorum. Güzel
de yemek yaparım. Evim çok konforlu değil; ama seni rahat
ettiririm. Ara sıra gelirsin, değil mi?
— Gelirim tabii, çok isterim, dedi John. Sonra kahkahayı
patlattı. Birlikte UMO'dan bir ev döşeriz. Yeniden sarıldılar,
gülüşerek. John kapıdan çıkarken kız:
— Eve giderken bir çiçek yaptır. Biraz da sarhoş
taklidi yap; zaten epeyce viski içtin. Böylelikle karının
anlamsız sorularından kurtulursun, diye seslendi.
— İyi fikir, diyerek eliyle bir öpücük yolladı
kıza John, kilidi açıp çıkarken. Hava serinlemişti.
Yakındaki gölün nemini kente getiren rüzgâr
pantolonunun paçalarından girdi, gıdıklandı. Saatine baktı;
çiçekçi kapanmadan yetişebilecekti.
— Eh Erika... dedi, artık sana katlanabilirim.
Louisa giyindi, önlüğünü askıya astı, aynanın
karşısında saçlarını düzeltip, makyajını yaptı.
Cüzdanından bir kâğıt çıkardı, telefonu kaldırdı,
kâğıttaki numarayı çevirdi:
— Alo, Bayan Erika ile mi görüşüyorum? Evet ben
Louisa. İstediğinizi yaptım. Eşiniz bugün uğradı. Sizin bir beyle
burada oturduğunuzu söyledim... Evet, bu öğlen için...
Evet, sinirlendi... Hayır, unutmadım; kırmızı ceket, beyaz etek
demiştiniz, değil mi? Emin olun çok üzüldü...
Tabii sizi severim, onu kıskandırmak istediğinizi de biliyorum; ama onu
çok üzdük; durmadan içti...
Daha biraz önce çıktı; sanırım eve geliyor. Zor
yürüyordu... Hayır, rica ederim, umarım her şey iyi olur.
Peki, ona bu olmayan adamın kim olduğunu söyleyeceksiniz?.. Ben de
soracağını sanmam... Mutlaka size karşı daha ilgili davranacaktır
bundan sonra; ama ya sinirli bir anında sorar, beni de şahit
gösterirse ne diyeceksiniz?.. Kente yerleşecek eski bir arkadaş
mı?.. Ya tanışmak isterse?.. Gitti mi dersiniz?.. İnanır mı buna?.. Ne
kadar akıllısınız Bayan Erika. Aslında sizin kadar birbiri için
yaratılmış bir çift zor bulunur. Umarım ikiniz de daha mutlu
olursunuz... Rica ederim... Üzüldüm, evet, yalan
söylemek zorunda kaldım; ama önemli olan sizin
mutluluğunuz... Ziyanı yok... Evet... Bir şey değil... Size de iyi
akşamlar.
Louisa telefonu kapadı, ışıkları söndürdü, dışarıya
çıktı, kapıyı kilitledi, kepenkleri indirdi. Ana caddenin
dükkânları birer birer kapanıyordu. Fısıltıyla
söylediği şarkıya ayaklarını uydurdu. UMO'nun önünde
birkaç saniye durdu, vitrine baktı, gülümsedi.
Evi uzakta değildi...

Yaz Evi
Öykü
Türkiye İş Bankası/
Kültür Yayınları
ISBN 975-458-367-6