Edebiyatçılar Derneği adına Aysu Erden“den
aşağıda bulunan mektubu aldım. Ben ilk okulla başladığımdan bu yanı bir dilin
yasaklanmasına akıl erdiremedim. Malatya da caddede pazarda, düğünlerde,
cenazelerde Türkçe, Kürtçe, Ermenice, Arapça, Zazaca, Çerkezce vs dillerden
konuşulur. Türküler söylenir ağıtlar yakılırdı. Ancak okulla gelince hepsi
birden yasak olurdu. Sadece Türkçe konuşulurdu. Diğer dillerden biriyle konuşan
hemen cezalandırılırdı. Gerçekten yazı da belirtildiği gibi “Kendini
yurttaş sanan bir daha düşünsün: Soğuk bir şaka mı her şey?“ benbu soruyu biraz daha güçlendirerek soruyorum
‚ben insanım, benim ana dilim ülkemde veya başka bir ülkede yasaklansa ben ne
yapardım ve ne yapmam gerekirdi? Sorusunu herkes kendisine sormalıdır. Ben tam 36 yıldır Almanya’da Türkçe’nin
mutlakaokullarda anadil olarak
tanınması için mücadele eden bir insanım. Bunun için Almanya’da bululan Türk Öğretmen
Dernekleri Federasyonu banave benim
gibi bu konuda çaba harcayan aydınlara Teşekkür Sertifikası verdi. Benim
Türkiye’de büyük annelerim Türkçe bilmezlerdi. Kürtçe konuşurlardı. Anne ve
babamızın da ev dili Kürtçe'ydi. Ancakdairelerde ve çarşıda pazarda dilleri Türkçe’ydi.
Bu nedenle bizimde ana dilimiz Kürtçe ancak
okul dilimiz Türkçe oldu. Her iki dilden türküleri, masalları çok severek
büyüdük. Türkçe ve Kürtçe iki gözümüz, iki kolumuz, iki bacağımız gibidir
yaşamımızda. Birini öbürüne tercih etme olanağımız yok. Birinin eksikliliği
bizi beyin felci geçirip bir yanı tutmayan yanı bir bacağı, bir kolu tutmayan
ve bir gözü görmeyen engelli bir insan durumuna düşürür. Bu dillere okulda
İngilizce ve Almanya’ya göçümüzle Almanca’nın da eklenmesi çok dilliliğin ne
kadar büyük bir nimet, büyük bir varlık ile güzellik olduğunun da önemini
kavradık. Dilimiz döndükçe bunu bu Avrupa’ya göçen
çocuklara kavratmaya çalıştık. Hem Türkiye’den gelen yetkililere hem de bu
Avrupa ülkelerinde yaşayan yetkililere çok dilliliğin yararlarını anlatmak için
onları ikna etmek için çaba gösterdik ve onlara binlerce örnek göstermeye
çalıştık. Özellikle Türkiye’de bu Avrupa ülkelerine
gelen başbakanlarımızın, bakanlarımızın ve bürokratlarımızın, “Çağımızda bir
dilli yasaklamak insanlığın yüz karasıdır“cümlesini sık sık tekrarlamalarına
rağmen Türkiye’de söylemlerinin aksine uygulamaları sürdürmeleri ve
Türkiye’deki yerel anadillerin özgürce yaşamasını savunan aydınları
cezalandırmaları sadece aklın kabul etmediği bir davranış değildir. Bir
cinayettir. Bu zihniyet Türkiye dışında yaşayan Türkçe’nin önüne barikatlar
kurmak isteyenlerin işini kolaylaştırıyorlar. Türkiye’deki bu akla sığmayan
yasalar nedeni ile “Almanya, Fransa, Hollanda vs gibi ülkelerin yetkilileri
bize aynen şunu söylüyorlar. “ Bu ülkeye gelişiniz daha bir kaç on yıllık bir
süreci kapsamaktadır. Kendi ülkenizde binlerce yıldır yaşayanların anadili
hakkı olmadığı gibi bu alanda konuşanlar da karakollarda, mahkemelerde ve ceza
evlerinde sürünüyorlar. Önce kendi ülkenizden anadil hakkını sağlayın sonra
gelin bizden isteyin. Sizin ve yöneticilerinizin bu istemleri Çifte standartlık
hatta iki yüzlük” diyorlar. Elbette Türkiye’de yapılan haksızlığın veya
demokratik olmayan yasaları bahane edip bu Avrupa ülkelerin de göçmenlere ana
dillerinin okullarda öğretilmesinin olanaklarını zorlaştırmaları doğru bir
tavır değildir. İlleri sürdükleri gerekçede onları haklı kılmaz. Çağdaşlığa ve
insanlığa yakışan bir durum değildir.Ancak onların bu haksız kısıtlamaları karşısında bu ülkelerin kamuoyunu
ayağa kaldırmamız ve desteğini sağlamamız zorlaşıyor. Sıradan insanda ister
istemez şunu söylemek durumunda kalıyor: “Mademki Türkiye debinlerce yıldır yaşayan milyonlarca insanın
anadili ile eğitim hakkı verilmiyor. Buraya Misafir İşçi olarak geldiler.
Dilleri yasak değil. Anadillerini özel dersliklerde, kurslarda öğrenme,
anadillerinde TV, Gazete vs. yayınlama hakları var. Bu onlara yeterli... “
diyorlar ve tarafsız kalıyorlar.Hatta
Türkiye’yi cezalandırmak adınaYabancı
düşmanlığı (ki bu Türk düşmanlığı üzerinde boy vererek gelişiyor) yapan
bireylere ve partilere oy veriyorlar. Bu durumda Avrupa’da özellikle Türkiye ve
Türkiyeli göçmen işçilere karşı düşmanlığın yaygınlaşmasına neden oluyor. Kısacası Türkiye’de yerel dilleri yasaklayan
ve okullarda öğrenilmesini engelleyen, bu doğal hakkı isteyenleri yargılayan ve
cezalandıran zihniyet sadece bu dillere zarar vermiyor Türkçe’ye de ve Tüm
Türkiye vatandaşı olan insanlara, dostlarına da zarar veriyor. Onları da
uluslar arsı camiada zor durumda bırakıyor. Elbetteher dil bir dünyadır. O dilli yok sayan bir zihniyet bir dünyayı yok
saymakla kalmıyor, var olan bir dünyayı yok etmeye çabalamış oluyor. Başka bir
söylemle bir dili yok etme çabası bir dünyayı yok etme çabası ile eş anlamlıdır.
Anadil dokunulmaz bir haktır. Ben
inanıyorum ki Şükrü Erbaş gibi yurdunu,
halkını, dünyayı, dünya insanlarını seven bir Şair’e
yakışan nerde olursa olsun
ölüm bahasına da olsa ezileni, haklıyı, dilleri ve
kültürleri savunmaktır.
Kürtçe dilini bilmemiş de olsa Şükrü Erbaş gibi
bir aydının Kürtçe’ye özgürlük
istemesi ve Kürtlere anadili ile yurtlarında eğitim hakkı
istemesinden daha
doğal bir davranış olmaz. Bu nedenle Şair Şükrü Erbaş’ı
cezalandıran ve
cezalandırmaya çalışan Zihniyeti kınıyorum. Şükrü
Erbaş ve onun gibi Türkiye’de
ki tüm dillerin yaşaması için, Türkiye’nin
Dünya Dillerinin ve Kültürlerinin
Merkezi haline gelmesi için çaba gösteren aydınları
yürekten selamlıyorum... 2009 yılının dünyada ki tüm insanlığın ve
barış ve özgürlük yıllı olmasını diliyorum. Aralık 2008Molla DemirelRadio Kaktus Münster genel yayın yönetmeniŞair- Yazar
Tam Harold Pinter'lık:
Suçlusun, çünkü olmadığın yerde vardın ve bilmediğin dilde propaganda
yaptın.
Değerli şairimiz Şükrü Erbaş'ın başına getirilen sizin de başınıza
getirilebilir:
"2002 genel seçimlerinde, DEHAP çatısı altında seçime giren Emek-Barış-Demokrasi bloğundan Antalya milletvekili adayıydım. Yazan çizen bir grup arkadaşa öneri gelmişti; destek amaçlı bir adaylıktı. (Ahmet Telli İzmir'den, Çerkes Karadağ Ankara'dan adaydı) Manavgat 1. Asliye Ceza Mahkemesi, seçimlerin hemen ardından, "seçimlerde Türkçe'nin dışında dil kullanmaktan (Kürtçe konuşmaktan)" dava açtı. Yalnız bana değil, Antalya adayı 13 arkadaşa ve bir parti görevlisine de açıldı dava. İfademde, "Manavgat'a anılan seçim sırasında hiç gitmedim (seçimlerde ben ilçelere gitmemiş, merkezde koşturmuştum); Anadilim Türkçedir; Kürtçe bilmem, bu dava benim açımdan en başından bu nedenlerle geçersizdir" gibilerden bir savunma yaptım.
Altı yıl sonra,
5 Aralık 2008 günü tebliğ edildi, 9 ay ceza vermiş mahkeme. Davada, Kürtçe bilmeyen yedi arkadaş da aynı cezayı aldı; ifade ve savunmalarında durumlarını açıkladıkları halde. Bundan daha garip olanı da, 4 yıl önce öldürülmüş olan Hikmet Fidan'a da ceza verilmiş olması. Temyiz aşaması var ama aslolan, bir mahkemenin hiçbir gerçekliği olmayan ve kendisine doğrusu söylenen bir durumda böyle bir
karar vermiş olması. Düşününce, insanı derin bir umutsuzluğa düşüren bir hukuk, adalet, yargı garabeti. Üstelik Heşt TV kurulması, Üniversitelerde Kürdoloji bölümü açılması haberlerinin tartışıldığı, projeye dönüştürüldüğü şu günlerde..."
Kendini yurttaş sanan bir daha düşünsün: Soğuk bir şaka mı her şey? Bu haksızlığı protesto ediyor, hukuk sürecinin Türkiye'de tükenmediğini umuyoruz -her şeye rağmen.
27 Aralık 2008
PEN Başkanı Tarık Günersel
tarik.gunersel@pen.org.tr
PEN Hapisteki Yazarlar Komitesi Başkanı Halil İbrahim Özcan
halilibraozcan@hotmail.com
TYS Başkanı Enver Ercan
enverercan@yahoo.com
Edebiyatçılar Derneği Başkanı Gökhan Cengizhan
gokhancengizhan@yahoo.com