Edebiyatı Edebiyat Yapan Eşik

                  


Aynı olayı ele alan bir edebiyat ürünü ile bir tarih metnini yan yana koyun. İlgi hangisine, kendinize bir sorun. Hangisi okura ve zamana daha dayanıklıdır dersiniz? Kuşkusuz okurun da zamanın da yanıtı değişmeyecektir. Seçim, soğuk tarihten yana değil, insanı sarıp sarmalayan edebiyattan yana olacaktır. Gerçekte yeğlenen, içtenlik, öznellik ve özgünlüktür. Kendini metinde aramak ve bulmak. Okur açısından böyle olan durum, yazar açısından da pek farklı değildir. Tür ne olursa olsun, yazarlık, en özeliyle kendi aşkı dahil, her şeyi ama her şeyi, herkesin kılmayı amaçlamak ve bunu başarmaktır. Denemeyi, geziyi, hatta anıyı sevmemizin bir nedeni de yazarın kendi beniyle okurun beninin yol arkadaşlığına tanıklık etmektir. Fıkranın, hâlâ gazetelerin baş köşesinden yer bulması, özellikle de roman dahil, denemenin türler arası geçişin yoluna her gün sebiller açması, bu yüzdendir ve boşuna değildir.

Edebiyat, tarihten farklı olarak nedenlerle, sonuçlarla uğraşmaz, nedenleri de sonuçları da bulmayı, yani "yorum"u okura bırakır. Okuduğuna kendi yorumunu katabilmektir, edebiyatı okur gözünde yücelten. Okur, edebiyatla kendi varlığının ayrımındadır artık; özellikle de romanda… Kendisini roman kişileriyle özdeşleştirmek, kendine güvenmeyi öğrenmek, herhangi bir okur için az zenginlik değildir...
Yoruma kapı açmak, bir bakıma metinde yoğunluğu sağlamanın olanağını da sağlar; balataların vakitsiz aşınmasını engeller; frenleri iyi tanıyan yazar, böylece yazma disiplini kazanmış olur. Her iyi metin, yazar açısından da okur açısından da bir matematik problemini çözmenin disiplinini gerektirir. Ağzını silip de söylemek değil midir bir bakıma yazarlık!... Sözcük/yol yöntem seçimindeki bu titizlik, duygu ve düşüncenin dışavurumuna da nitelik kazandırır. Çünkü her sözcük, her tümce, her paragraf içinde yer aldığı bağlama göre anlam, renk, tını kazanmaktadır.
Yorum ile yoğunluk yoldaşlığına bir diyeceğim yok. Bu yoldaşlıkta iyi bir edebiyatçının, okurunu oyununa katabilmesi için, söz sanatları bir yana, özellikle anlam sanatlarının farkında olması gerekir. Az sözle çok şey anlatma kaygısı içinde, anlamı tümüyle sandıklara kilitlemek olasılığı da var. Unutmamalı ki doğallığını yitiren bir yalınlık, sanatın tuzu biberi olan imgelerin köküne kibrit suyu döker. Zamansız ve özensiz budanan ağaçlar gibi yazı da kurur gider.
Bugüne değin ayakta kalanlara bakalım. "Önce söz vardı" ise alemde; "mitoloji, kutsal kitaplar, atasözleri, aforizmalar…" yüzyıllardır niye hep başucu kaynaklarıdır diye bir düşünelim. Özgür insanın edebi türü "deneme"yi de unutmayalım. Montaigne'den Salah Birsel'e niye her tür deneme, yazarların ilk başvuru/alıntı kaynakları arasında yer alır? Niye tükenmez o kaynak? Çünkü insanı kendine özgü yapan, insanın o "yorum gücü"ne sınır yoktur orada. Her şeye sınır çekersiniz de, "yorum"u tel örgüler içine alamazsınız bir türlü. Yorum, bir bakıma yazar ve okur için her türlü özgürlüğünün başladığı yerdedir.

ÖSS'ye giren herkesin ezberlediği bir paragraftır: "Taş taştır; ama Rodin'de heykeldir.Renk renktir, doğada da uyumlu bir biçimde vardır; ama Van Gogh'da renk resimdir. Ses tüm doğada kesintisiz olarak vardır; ama Beethoven'de müziktir" Bu paragrafa iki tümce de biz ekleyelim: "Doğadaki ve yaşamdaki her şey sözdür, yorumdur; kısaca edebiyattır. Yazarın yaptığı ise, var olanı yeniden yaratmaktır." Bu yüzden Tanrılar bile kıskanır sanatçıyı; mitolojide de öyle, kutsal kitaplarda da. "Kur'an"da da farklı değil. Bütün edebiyatın atasıdır şiir. Şiir ki, yorum gücüyle, Tanrı'nın bile ezberini bozandır. "Şairlere gelince onlara da sapıklar uyar." ile "Şairler sözün sultanıdır." yargıları, iki yargı arasındaki çelişki, bir bakıma edebiyata ve onun  yorum gücüne, kesin ve fazla bir şey söylenemeyeceğinin işaretleridir.
Yorumun sağladığı bir olanak da kurguya yaşanmışlık duygusu kazandırmasıdır. İyi metinlerde "yazarın gitmediği yerlere okurun gitmesi" bu yüzdendir. Okurun işi, okunanı anlamaktan öte, ona bir yorum katabilmektir. Maksim Gorki'nin: "Bir kapıcıyı doğru anlatabilmek için en az yüz kapıcı tanımak, görmek, gözlemek gerekir." sözünü abartılı bulsak da okuruna yorum olanağı verecek bir metnin, bir biçimde yaşama tutunması, okurun da onu yaşamın içine oturtarak yorumlaması gerekir.
Sorun gelip dayanıyor, okuruna yorum olanağı verecek bir metnin nasıl oluşturulacağına. Düşünceyi geliştirirken her yazarın elbette değişik amaçları vardır. Sorun, okura yönelik amacın baştan doğru belirlenmesinde. Somutlamak (benzetme..), inandırıcılığı artırmak (alıntılama…), sonuç çıkarmak düşünceyi geliştirme yollarından yalnızca birkaçı. Yorumsa bir çeşit sonuç çıkarma yönteminden başka bir şey değildir. Kanıtlanabilir/kesin yargılar vardır, genellemeler/ayrıksı yanı (istisnası) olan yargılar vardır; bir de yorum. İyi bilinmeli ki, gerçek edebiyatın seçimi yorumdan yanadır; bilimden ayrıldığı  nokta işte burasıdır. Elbette bilimin başlangıcında da her zaman esin vardır; ama esin rüzgârının her daim estiği edebiyat, bilimden tümüyle farklıdır. Edebiyatın sanat olarak kalmasını sağlayan,  esinin o egzotik meyvesi yorumdur. Yorumun kapısında yorulanlara, her türlü döllenmenin bir "arayış" olduğu gerçeğini bilmeyenlere benim diyebileceğim fazla bir şey olamaz. Ama şunu biliyorum ki, işte o bilmemektir, hepimize çağlar boyu "Şair sözü yalandır." dedirten.
Turgut Uyar'ın dediği gibi yöntem ne olursa olsun, kusursuzu ararken kişilik yitirilmemelidir. İnandığı doğruların adamı olarak kalabilenlerdir şiiri şiir, romanı roman, denemeyi deneme; edebiyatı da edebiyat yapanlar… Ancak bu disipline sahip yazarların, hatta metinlerin bir kimliği vardır. Yorum da bir işe yarayacaksa, işte bu noktada yarar ancak. Ataç'tan Bezirci'ye, Fethi Naci'ye kadar, yoruma açılan bütün büyük kapılar, yalnızca o disipline sahip olanlar içindir.

İŞTE BİR YORUM / ÇÖZÜMLEME ÇALIŞMASI:
Behçet Necatigil'in  çok sevdiğim bir saptaması vardır: "Şiir kazalarında ölenlerin, sakat kalanların sayısı, trafik kazalarındakinden kat kat fazladır, hep aşırı hızdan, dikkatsizlikten." Bu yüzden şimdi, zamana yenilmeyen bir şairi ve onun böyle bir şiirini yorumlamak istiyorum. Elimde Metin Demirtaş'ın "Hazırol Kalbim"i var. Kırk dört yılın şiirleri bu kitapta. Kitaptaki bütün şiirlerin sayısı 127. Her ay, birkaç dergide birden şiir yayımlayanlar, bu duruma ne derler bilmem, her yıla yaklaşık üç şiir bile düşmüyor; üstelik çoğu da kısacık. Demek ki Metin Demirtaş, bir şiiri günlerce soluyanlardan. Böylesi bir emeği yorumlamak, elbette benim için de özeni ve sabrı gerektiriyor. Ne var ki bu yazı için benim yalnızca bir iki günlük zamanım var; yazıyı isteyenin verdiği süre o kadar.
"Umutsuzluk Yasak" onun sevdiğim onca şiirinden biri. Öğretmenlik ruhuma da oldukça uygun düşüyor.  Bir başkası, elbette bu şiire başka bir yorum getirebilir. Her yorum, üretenin de ötesine geçerek metni zenginleştirmektir. Çok yönlüdür. Bu yüzden bir yorumda "metinler arası ilişkiler", "anıştırmalar (telmih)", "savlamalar (irsali meseller)", "bürün", "sıkıilişkililik"… göz ardı edilemez. İşte o şiir ve o şiirin bana duyurdukları:



UMUTSUZLUK YASAK

Kar dalları örttü
Kavruldu en yamanı çiçeklerin
Kalbim, katlan bunlara
Çünkü, kıştır yaşanılan.
Amansız, limansız bir kış
Ve sarılmışız dört bir yandan

Ama düşün kalbim
Düşün, kavgayla kazanılacak baharı
Direnen, adressiz yaşayan dostları
Fışkıracak ekinleri
İlkyazla karlar altından

Ve dolu dizgin geçerek
Her acıyı bir sevinçle
Yolu yok kalbim
Sağ çıkacağız bu acılardan

Çünkü umutsuzluk yasak
Yılgın türküler söylemek de
Çünkü yürüyor umudun ordusu
Umutsuzluğu umutla yenerek
                                                       1972

Şair, yaşadığı güne not düşmek istediği için, diğer şiirlerinin çoğunda olduğu gibi, şiirin yazıldığı tarihi şiirin altına koymayı uygun bulmuş. Tarih 1972. O karabasan günleri. Deniz'lere dar ağaçlarının kurulduğu günler. Bu şiiri okuyan, 1972'nin koşullarını düşünen bir okurun, önce "Hazırol Kalbim" deyip, sonra Ataol Behramoğlu'nun "Bir Gün Mutlaka"sını, Kemal Özer'in "Sen de Katılmalısın Yaşamı Savunmaya"sını anımsamaması olası mı?

"Umutsuzluk Yasak" önce bir saptamanın, sonra bir tepkinin, özgüvenle pekiştirilmiş bir umudun şiiri. Şairin, "İyi şiir kendini ezberletir." yargısını örnekleyen o iyi şiirlerden biri. Bir şiiri ezberleten sözcükler vardır. Bu şiirde bağlaçlar (ama, çünkü) , buyruk sözcükleri (düşün, katlan, yasak) ile uyaklar o işlevi üstlenmiş sözcükler. Kalbi ise, aynı umudu taşıyan bütün kalplerin öznesi durumunda.
Metin Demirtaş, bizim bildiğimiz ilk şiirindeki "İnat olsun diyeydi  içimdeki hüzne / Benim o güleç hallerim" dizelerinden bu yana, halkın şairi olmanın, halkın dilini kullanmaktan geçtiğini iyi bilenlerdendir. Bu şiirde de "dört yandan sarılmak, yolu yok, dolu dizgin geçmek, sağ çıkmak" kalıp sözlerini kullanmaktan hiç kaçınmıyor, çünkü o biliyor ki, şiire iyi emiştirilen böylesi sözler, folklor koksa da şiire asla düşman değildir..
Şiirin değişik tanımları yapılsa da antik dönemden beri en çok ilgi göreni, komşumuz Simonides'inkidir: "Resim sessiz şiirdir, şiir ise konuşan resim."  O halde yorum açısından bir resim çizmekte yarar var. Bu şiirde, koşullar ile şair iyimserliği bir araya gelince karşıt anlamlı sözcükler birbirini bolca selamlıyor: Karşıtlıkların, çelişkilerin vurgusunu yapan, yansıtmacı sanata kapı aralayan bir şiirle karşı karşıyayız..Bir yanda "kış, acı, amansızlık, limansızlık, adressizlik, umutsuzluk, yılgınlık"; öte yanda "sevinç, umut, ilkyaz". Fon gri, hatta siyah (acı);  ama figürler olabildiğince renkli (umut) ve canlı. Bir yanda "örtmek, kavrulmak, katlanmak, sarılmak"; öte yanda "yaşamak, kazanmak, düşünmek, direnmek, fışkırmak, sağ çıkmak, yenmek, yürümek", hatta "doludizgin geçmek" eylemleri. Acılara tanıklık eden, olup biteni içine sindiremeyen, umut çiçeğine her gün su veren bir şairin küt küt atan yüreğinin sesi. O, ayrıca o bir oranlama (tenasüp) ustası; çünkü birbiriyle ilişkili sözcükleri buluşturmaya özen gösteriyor: "ilkyaz, bahar, çiçek, ekim" Ulamalar, aliterasyon ve asonanslar da yerli yerinde: "Direnen, adressiz yaşayan dostları /… / Çünkü yürüyor umudun ordusu". Bu şiir de bütün Metin Demirtaş şiirleri gibi kulağın şiiridir; tepeden tırnağa uyum.
Şair, çıkış yolunu ise son üç sözcükle özetliyor: "Umutsuzluğu umutla yenerek" Gerçi şair, son iki sözcüğünü daha önceleri "kurşuna dizerek" olarak kullanmış. Sonradan bunun, şiirin romantik iyimserliğine ters düştüğünü, çok sert kaçtığını düşünmüş olmalı ki, davasındaki "öç"ü değil, "haklılık"ı  pekiştiren "umutla yenerek"i yeğlemiş; iyi de etmiş. Özetle Metin Demirtaş, şiirin kolundan hiç çıkmayan şairlerden; isterseniz siz ona özeleştiri de diyebilirsiniz. Evet, şiirimizin geçirmekte olduğu bunalımdan çıkışının ip uçlarını bu şiirde arayıp bulamak hiç de zor değil.


  
 Tahsin Şimşek

®  Öz Yapım oHG   © H@vuz Yayınları                                  © Ocak - Şubat 2009 ISSN 1864-0524