İslâm Estetiği

                  


* Ön Söz

İslâm dini en özlü ifadesini "iman", "İslâm" ve "ihsan" kavramlarının bütün içerim ve uzantılarının terkibinde bulur. Bir müslümanın herhangi bir davranışı dış çizgileriyle dinimizin İslâm boyutuna, o hareketi niçin yaptığı iman boyutuna, .nasıl yaptığı ise ihsan boyutuna tekabül eder. İslâm'ın ihsan boyutunu, müslüman olmanın ne demek olduğunun estetik düzeyde bir dışa vurumu olarak görmek mümkündür. İhsan geniş anlamda ele alındığında; güzellik, incelik, zarafet; derin kavrayış, yüksek duyarlılık, edepli ve özenli olma; kısaca, teslimiyetin güzelliğinin bütün hareketlerimizde yansıtılması gibi anlamlara gelir. İman ihsanla güzelleşir ve görünür hale gelir. Başka bir ifadeyle, ihsan imanın ahlâkî ve estetik düzeyde bir tezahürüdür. İslâm medeniyeti bir anlamda ihsan boyutunun çiçeklenmesidir; ki bu da büyük ölçüde estetik duyarlılık ve bunun ifadesi olan sanatla ilgili bir konudur..

Sanat bu konudaki köklü yaklaşımlardan birine göre, dar anlamıyla "idea"nın dışlaştırılması olarak tanımlanmaktadır. Konuya bu açıdan yaklaşıldığında, dinimizin ihsan boyutunun imanın dışa vurumu anlamına geldiğini söyleyebiliriz. İmanın estetikle ilişkisi, onun her şeyden önce aynı zamanda estetik bir tecrübe ve sevgi işi olmasından ileri gelir. Estetik duyarlılığın gönülle, dolayısıyla imanla çok sıkı bir ilişkisi vardır. Dilimizdeki "Göz gördü, gönül sevdi" deyişi bir yerde bu gerçeği vurgular. Bu bağlamda ihsan, güzel olanı yapmak ve yaptığını sevgi ile ve güzel bir şekilde yapmak demektir. İhsanın gerçekleşmesi hakikat, marifet ve ahlâka dayanır. Zira İslâm her türlü davranışın hakikat, marifet ve ahlâkla bağlantılı olduğunu açık bir şekilde vurgular. Dinimizde "hayır"ı "hasen"den ayırmak mümkün değildir. "Esmâ-i hüsnâ", "hüsün", "cemal", "tayyib", "sürür" vb. kelime ya da terkiplerin ya doğrudan doğruya kendileri veya türevleri Kur'an'da ve hadiste sıkça geçmektedir ve bunlar doğrudan doğruya estetikle ilgili kavramlardır. Daha da önemlisi, Allah "bedîu's-semâvâti ve'l-ardı", "ahsenü'l-hâlikin" ve "ce-mîl"dir. Ulûhiyyet anlayışının temelinde böyle bir anlayış yatan bir dinin güzelliği kucaklaması ve dilinin estetik ve sanatla buluşması kaçınılmazdır.

Dinî hakikatlerin büyük bir bölümünün anlatılmasında uygun olan dil, dolaylı anlatıma dayanan sanat dilidir ve bu bağlamda din, sanat ve ahlâk dili bir yerde birbirine çok benzer özelliklere sahiptir. Öyle ki Allah'ın güzelliğinin dile getirilmesi konusunda düz mantık dilinin yapacağı pek bir şey yoktur. Mevlânâ ve Yûnus Emre gibi büyük mutasavvıf düşünürlerin anlatmak istediklerini şiirle söylemelerinin altında yatan sebeplerden biri de büyük ölçüde budur. Kısaca ilâhiyyat alanında ve metafiziksel konularda telkin edici dilin tebliğ edici dil kadar önemli bir yeri vardır. Keza Kur'an'ın dil ve üslûbunun daha iyi anlaşılması konusunda yüksek bir estetik ve sanat duyarlılığının büyük avantajlar sağlayacağı açıkça ortada olan bir husustur. Sanat ve estetik duyarlılıkla buluşan dil, dinin vazgeçemeyeceği bir ifade aracıdır.

Bu gerçeğe rağmen estetik ve sanatla ilgili, estetik algı ve tecrübemizi genişletecek ve bu tecrübemizin yorumlanmasında yardımcı olacak nazarî çalışmalar, bütün İslâm dünyasında maalesef "yok" denecek kadar azdır. İslâm medeniyetinin çeşitli alanlarda ortaya koyduğu çok yüksek bir estetik idrak ve duyarlılığın göstergesi olan mükemmel eserler göz önüne getirildiğinde bu durumu izah etmek güçleşmektedir. Dinimiz güzelliğe, güzel davranışa, güzel duymaya ve güzel yapmaya, güzel olanı güzel bir şekilde gerçekleştirmeye büyük önem ve öncelik vermesine rağmen, bu konuda ortaya konmuş eserlerin yeterli olduğunu söylemek güçtür.

Ülkemizde özellikle yüksek öğretimdeki gençlerimizin bazısı doğrudan doğruya sanat ve estetikle ilgili eğitim ve öğrenim görmektedir. Bunların dışında kalanlar da, şu veya bu yoldan çeşitli sanat eserleriyle karşılaşmakta, estetik ve sanat felsefesi alanında yazılmış teorik eserlerle ilişki kurmaktadırlar. Bu eserlerde takdim edilen sanat ve estetikle ilgili kuram ve öğretiler çok çeşitli ve her biri belli bir hayat tarzını telkin edici niteliktedir. Bu eserlerde sanat ve estetikle ilgili geniş, ufuk açıcı ve çok olumlu görüşler bulunmakla birlikte, bunların içinde zaman zaman dinî duyarlılığı önemsiz gören veya en azından dinî hakikatleri kendi bakış açılarından tartışan cüretli yorum ve yaklaşımlarla da karşılaşılmaktadır. Bunların büyük bir kısmının İslâm'ın estetik görüşünün ne olduğunun iyi bilinmemesinden kaynaklandığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Öte yandan ülkemizdeki İslâm sanatı ve estetiği ile ilgili araştırma ve incelemelerin çok büyük bir kısmı da ya doğrudan doğruya sanat tarihiyle veya belli bir alan ya da dönemle sınırlı çalışmalardır. Bu eserler çok önemli bir boşluğu doldurmalarına rağmen, yazılış amaçları dolayısıyla İslâm'ın estetik ve sanat görüşünü derli toplu bir biçimde vermekten uzak görünmektedir.

Bu çalışmada İslâm'ın estetik ve sanat anlayışı, mümkün olduğu kadar sade bir dille ve felsefî ve kelâmı dayanaklarına inilerek, derli toplu bir şekilde ortaya konmaya çalışılmıştır. Çalışmada güdülen gaye, İslâm'ın çok köklü bir estetik ve sanat görüşünün olduğunu uygun bir dille ortaya koymak olmuştur. Bu bakımdan çalışmada analitik bir dil ve üslûp tercih edilmekle birlikte, takdim edici olmaya da özel bir önem verilmiştir.

Son olarak burada bir hususun belirtilmesinin son derece önemli ve gerekli olduğuna inanıyorum. Bu eser Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi'nin yönetici ve yetkililerinin yürüttüğü bir program çerçevesinde, onların öneri ve destekleriyle ortaya çıkmış oldu. Bu bakımdan İslâm Araştırmaları Merkezi'nin başta yöneticileri olmak üzere bu konuda emeği geçen bütün çalışanlarına karşı şükran duygularıyla doluyum.



* Son söz

İslâmî estetik anlayışı İslâm'ın ihsan boyutuyla örtüşen bir duyarlılığa yaslanır ve bu duyarlılığın özünü de tevhid ve tenzih ilkesi oluşturur. İslâm estetiği açısından güzellik, mükemmellik ve hakikat bir yerde aynı şeyi ifade eder; dolayısıyla güzelliğin bireysel algı ve beğenilerimizden bağımsız bir statüsü vardır. Bu anlayışın somut bir tezahürü olan İslâm sanatı da, en özlü ifadesiyle, bu tevhid ilkesine bağlı duyuş, algılayış ve sezişle varlık ve hayatın yorumu anlamına gelir. Kendine özgü biçimsel ölçü ya da kıstasları ile bağlı olduğu ve üstün bildiği değerlerin estetik düzeyde bir ifadesi olan İslâm sanatı, yerel ifade imkânlarına da sürekli açık olarak, bütün dışa vurumlarında büyük bir birlik sergileyen evrensel bir dil oluşturmuştur. Başka bir ifadeyle, bağlı olduğu ilkelere sadakatle kalıcı ve evrensel olanı yakalamış olan bu sanat, bu ilkelere itaat kaydıyla her türlü dışa vuruma açık kalmıştır. Ama her türlü tezahüründe yaratanı hatırlatın özelliğini sürekli korumuş ve sanatçının halik, bari' ve musavvir olan Allah'ın iradesi ile iş gördüğü bilinci içinde olmuştur.

İslâm sanatı ilâhî ilhama açık, merkeze insanı değil, ilâhî olanı alan ve O'nunla buluşturmayı gaye bilen bir "rahmet kanalı" olarak işler. Bu bakımdan, vahyin ışığına hep duyarlı olmuş, bütün ima ve telkinlerinde onun getirdiği ilkeleri derinden kavratmayı hedef almıştır. Bu sanatın özünde güzellik ve mükemmellik tutkusu vardır ve insanı mutlak güzele işaret eden güzelliklerle buluşturmanın önemli bir aracı olarak iş görür. Geleneksel İslâm sanatı, bir ilham eseri olduğunu hissettirecek şekilde kusursuzluğu ile göze çarpar. Bunun sebebi İslâm'ın kendisinden kaynaklanan güzellik ilham ve duyarlılığıdır. Güzelliğin önemli özelliği olan birlik, denge ve cömertlik bütün İslâm sanatlarının özünü oluşturur. Başka bir söyleyişle birlik, yani tevhid bu sanat aracılığıyla kendisini adalet ve cömertlik olarak izhar eder ve bütün sanat etkinlikleri de bu güzellik anlayışına odaklanmıştır. Kısaca İslâm sanatı, ruhu mutlak ve sonsuz olan birin her yerde hâzır ve nazır olan hazretine duyarlı kılan ses, biçim ve mekânın sayıya, hesaba gelmeyen ritimleri lehine eşyanın dış kabartısının ötesine geçmeye çalışır. Bu sanatın kaynağı Kur'an'ın tebliğ ve telkin ettiği hakikattir. Allah'ın yüzü her yerdedir ve İslâm sanatı bir yerde bizi bu yüzün tecellileri ile buluşturmanın estetik düzeydeki bir dilidir.

İlimle güzelliği buluşturan geleneksel İslâm dünyasında zanaatkar, sanatçı ve hatta ilim adamı arasında bir fark yoktur. İslâm her şeyde mükemmeli, yani güzel olanı yapmayı gaye edinmiştir. Hz. Peygamber bir hadisinde, "Allah her şeyde ihsanı farz kıldı" demektedir. Burada ihsan kelimesi "güzellik, mükemmellik, iyilik" anlamına gelir.

İslâm sanatlarının ortak özelliği, bunların aydınlık, huzur ve dinginliği telkin eden bir dil ve üsluba sahip olmalarıdır. Bu biçim ifadelerini çinilerden minyatürlere, kilimlerden ev eşyalarına kadar İslâm sanatının bütün tezahürlerinde görmek mümkündür. Bu eserlerde
dramatik boşluk, çatışma ve bireysel duygusallığın yansımalarını görmek mümkün değildir. Allah aşkı, ilâhî güzellik tutkusu, sabır, özveri ve yakın duygusu bütün İslâm sanatlarında bir şekilde kendisini gösterir. Bu sanatın dili, yücelik duygusu ve bilincini uyararak, insanı ilâhî güzellikle buluşturur ve böylece onun bütünlüğünü bir bakıma güvence altına almış olur.

İslâm sanatı hayatla iç içe olan bir sanattır ve zaten bu yüzden vardır. Estetik anlayışının geliştirdiği geleneksel yaklaşımlar içinde çalışmış olsa da, son derece kompleks, derinlikli ve çeşitli yaklaşımları denemiş bir sanattır. Ama asırlar boyunca ortaya konmuş olan sanat eserlerinde en göze çarpan şey sergilenen birliktir. Sanat tarihçileri coğrafî şartlara ve zamana bağlı olarak çok geniş bir motif, materyal ve üslûp farklılığından söz etseler de bütün İslâm sanatının hâkim özelliği sergilediği bu şekil ve gaye birliğidir. Bu sanat Kurtuba'dan Endenozya'ya kadar bütün İslâm ülkelerinde aynı temel özelliklerle kendisini göstermiştir: Natüralizm ve tasvirden uzak durma; temel ilkelere sadakat ve üslûplaştırma. Bu özelliği ile bu sanat hem epistemolojik, hem de ontolojik açıdan bütünlüğü olan, yani sanat, ahlâk ve inancın ahenkli bir bütün olarak tezahür ettiği bir etkinlik olmuştur.



*İslâm Estetiği
Mart 2008/ sayfa 208
TDV Yayınları/ Ankara

ISBN 978-975-389-533-0


  
 Turan Koç

®  Öz Yapım oHG   © H@vuz Yayınları                                  © Ocak - Şubat 2009 ISSN 1864-0524