ana sayfa / editorial / içindekiler / iletişim / arşiv / havuz hakkında

 

*Bir Yürek Çeşnisidir Yaşamak (I)

   


Yapısı olmayan ne var ki, ama en güzeli
Meyvesi sözcük, dili akıl olan ağacındır.
 
Havada bir şey yok, hava basık, hava asık
Ben ararım, o döner, ben yanarım, o arar.
Bir ağaç, kolları havada sanki yağmur
Duasında.
Yapısı olmayan ne var ki, ama en güzeli
Meyvesi sözcük, dili akıl olan ağacındır.
Birlikte baş koyduk, birlikte başladık
Destan gibi insanlık serüvenimize.
 
Gündüzleri, çözdük güneşin uçan yelesiyle
Ya geceleri, daimî bir yıldız var tepemizde,
Havaîmavi havadan
Altın rengi teller, sırma saçtan da olabilir.
Tepemizdeki yıldızdan sarkıtılmış tellerin
Uçlarında, kapakları yaldızlı kutsal kitaplar:
Beş büyük kitap, dördünü anladık, biri kime?
Güneş mi okur, gökler mi dinler, sözü bana mı;
Ağaç evrense, evren mi okur, yazısı bana mı?
 
Herkese, her şeyden daha nice kitaplar...
Hava aç, ağaç meyve yüklü, evren mahzen gibi
Dallar esner, sayfalı sürgünler dalgalanır.
Sessizliğin dudakları mı kıpırdar, kitapların mı,
Altındayım bu acayip ağacın, kulaklarımda sesler
Ve önündeyim açık kitapların, bakan gözlerin.
Ne zamandan beri mi bu haldeyim,
Ey okuyan başlar;
Ne bileyim ben, oturmuşum zaman tahtına
Tek parçadan ibaret ak bir giysiye bürünmüşüm!
 
Başım, ellerim, ayaklarım ve bir omzum çıplak
Ben dönerim, ağaç yanar; ben yanarım, ağaç donar.
Ellerim havada, yaldızlı yıldızdan el istercesine,
Yakarışımın sebebi karşımda, çatısız ve ahşap
Bir yapı: dört ayrık duvar.
Her duvarında üçer pencere var, dönme dolap gibi
Yapının mimarî kaidesi.
Ben bakarım, yapı döner; ben okur, yapı yanar.
Pencerelerde dönen yürek gözlü dünyalar var.
Ben yanarım, yapı yanar, yürek ateşten kanar:
Dünya döner!
 
Söylencesi olmayan, ne var ki, ama en kalıcısı
Meyvesi uygar, zekâsı yazılı bellek, olanındır.
Gördüm! Gördüm! Ben kana kana yanarken!
Köşelerinde, ayrık duvarlar arasında birer yılan,
Bazen kıvrılır yere, bazen boylanırlar duvar
Boyunca dört haydari yakalı yılan.
Bazan da gürleşip dikenleşirler duvardan duvara.
Denilir ki duvarların birleşmesine mâni olurlar.
 
Hal bu üzre; bir yürek çeşitlemesidir yaşamak.
Hal bu üzre hal; bir yürek çeşnisidir yaşamak.
Hal bu üzre haldır ki pencerelerden
Okunacak yankısı.
 
.

Ben yanarım, yapıdaki yürekler yanar, döner.

Birinci duvarın birinci penceresindeki

Yaratan gözlü yürek döner, kanar:
İnanmak! İnanmak ve inandığına bağlanmak,
Be, hey bende kendi benliklerini bulanlar!
Bendim siz yokken patlayarak yaratılan,
Milyonlarca yıl kabuğunda cayır cayır yanan,
Eriyen ve savrulan, yuvarlanıp katılaşan,
Evrenin sonsuzluğunda ıssızlığını dolduran
Göksel adaları, takımyıldızları ve tüm yıldızları,
Özle, tözle, gazla ve ışık elmasıyla düzenleyen
Ve hepsini ışık yılıyla ve kendi yerçekimleriyle
Konumlandıran;
Be, hey yanan, senden önce yanarken yaratan
Bendim!
 
Daha ne Nuh vardı, ne işbilir gemi ustaları,
Kor tanecikli, uçan gemimle gezdim
Yıldızları ve yıldız kentlerini, başkentlerini.
Geze geze vardım Samanyolu’na ve kondum,
Gazsal diskine attım kancaları, demirlendim.
Güneş’i de âşık etmişim güzel yüzüne, aşkıma
Bir sistem gerek dedim, dizdim gezegenleri.
Yalnızlık, Tanrı’ya mahsus, Ay gibi bir dostun
Var!
 
Ben dönerken o döner, içimdeki güneşe yanarım.
 
İnanmak! İnanmak ve tapmak, varolmak içindir!
Ben mi yarattım, evren miydi tapınan ya da kim,
Garip bir soru; hareketin arzulu hırsından mı
Doğduk?
 
Bu bilmecede; beni, ben eden bizzat bendim.
 
Güneş yakar, ben dönerim, Ay tutar hesabımızı.
Ne varsa dönmekte var, dedi hareketimizdeki ses.
Döndüm! Döndüm! Döndüm! Ben yana yana
Pişerken!
Soğudum: taş oldum, hava oldum, bulut oldum.
Çözüldüm: toprak oldum, süzüldüm su oldum.
Denizdeki dost yunus’tan önceki yabanıl yunus
Havadaki güvercinden önceki albenili güvercin
Eden bahçesindeki Âdem’den önceki nü adam
Eden bahçesindeki Havva’dan önceki nü kadın,
Bendim! Bendim! Bendim! Bendeki edenlik
Yana yana yaratılırken!
 
Hal bu üzre; bir yürek çeşnisidir yaratılmak.
Hal bu üzre hal; bir yürek yanmasıdır yaşamak.
Hal bu üzre haldır ki devamı var, yaşanacak!
 


Ben, üreten gözlü yürek, Güneş’ten ateşi yakan
Damardaki kan gibi akan, çırılçıplak, yalın ayak,
Birinci duvarın ikinci penceresinden sesleniyorum:
Yediveren gözlü yüreğim, yüreğiniz gibi size yakın.
Yok olmamak için yaşam mücadelesinde bilenmek
Yani açlıktan, yokluktan ve barınaksızlıktan...
Kırılmamak
Yani yaşamak için üretmek, emekle, güne erişmek.
İşte bunun içindir ki kavgalıyım doğayla, kavgam,
Yaşamak içindir.
 
Cesurdum evrimin basamaklarını bir bir çıkarken.
 
Koşadönerim, boşa dönerim, her adımda yanarım.
Ah, şu ormanlar, dağdan çetin dikenli ağaçlar!
Doymak ya da lokmasızlıktan ulu orta gebermek.
Aç mideye lokma, başıma bir sığınak için
Didinmek...didinmek. Didinmek: aramaktır!
Ey üreten gözlüm, devşiren yürek, saf yüreklim,
Aradığını bulmak ve avladığını paylaşmak
Sevilmektir, sevgiyi yeniden üretebilmektir!
 
Boş durmak açlıktır, açlık öldürür, uyandırmalı,
Buyruğunu, beyin değil, aç güdüler buyurur.
Dolaşmalı, gezmeli, toplamalı hazır yiyecekleri
Çıkarsa şansımıza bir av, onu da çevirmeli.
A, şunlara bakın, onlar da çıplak, sürü halindeler!
Kimi dik duruyor iki ayak üzerinde,
Kimi dört ayaklı.
Kimisi de bize benziyor, namahremleri kapalı;
Ar damarlarımız mı kabarmış, korunmaktır
Maksadımız.
Üretmek birleşmektir, çoğalmalı soyumuz
Acaba, hangimizden doğacak güzel insanımız?
 
Yaşamak, değişimin yolunda ilerlemektir.
Bir dal mı kırsam, bir taş mı taşısam,
Donanımsızlık, kuşa kurda yem olmaktır.
Kazanmak için taştan alet mi yapsam,
Becerikli insanmış, diyecekler öykümü
Nice sonra yazanlar.
Hoşuma giderdi bu sözler, üreten gözlü yüreğim.
Ben ne idim, bende bir ben yanar: İnsan olmak
İçin!
İlk otu ayıklarken, olgun meyveleri tadarken
Sopayla, taşla av peşinde düşüp koşarken
İlk kapalı barınağa girip, tabanına ot sererken...
Karınca kararınca biraz daha yaklaşıyordum
Siz’e.
 
Ben, ne idim, bendim: üretilen ve yeniden
Büyüyen yürek.
 
Alev gibi titriyorum buzulun havasından,
Yüreğim, pencerenizdeki üreten gözlü yürektir
Yanıyorum ölüm-dirim köprüsünde.
Ah, bir düşünebilsem!
Bir mağara mı bulsam, bir oyuk mu açsam;
Düşünmek, kazanılanı korumak
Ve geliştirmek içindir.
 
Bendim, benden bir ben doğar, benden ileri:
İnsan olmak için!
 
Taştan baltayı, el baltasını, huş ağacından eşyayı
Yaban elde dev mamutu, bizonu ve rengeyiğini
Korunaklarda domuzu, suda ve denizde balığı
Ve daha nicelerini avlayan, derilerinden giyecek
Dişlerinden ve kemiklerinden takılar yapan;
Kıldan fırçayı, topraktan ve ottan boyayı bulan
Ve tohumdan ekini, üründen taneyi ve ekmeği
Ve kilden testiyi, bezeli çanak çömleği
Ve bakırdan, tunçtan ve demirden işlemeli
Bil cümlesini;
Ve kazıklara binili havadar sahil evlerini,
Kayadan oyma mezarları ve daha neleri
Sizler için yaparken yanan üreten gözlü yürek,
Bendim!
 
Yanarım! Yanarım! Yürekten yanar dövülürüm!
 
Elim, uzunsun, uzan sarışın insanların yurduna,
Neander Vadisi’nde, taş yongadan çakmaktaşım
Çıkar, koyuver üzerine kavını, çakıver demirini,
Tutuştur sigaranı, ateşim yoluna meşaledir.
Unutma, uğra Vogelhard Mağarası’na da,
Çizimlerim duvarda: resimlerimi gör de gel!
Vay, bendim...bendim ressamların: ol piri!
 
Lokma derdi, o kadar ruhumuza kazınmıştı ki
Yaşamak bir masal gibi, resimdeki gibi değil.
 
Ah, ben ne idim, elimin sanatkâr efendisi!
Geçersen sarışın insanların yurdundan batıya,
Yorulursan, dinlen Dordogne Mağaraları’nda.
Aldırma, yürürsen açılır tutulan ayakların,
Yolun devamı sıra sıra dağlardır: Pireneler.
Vay, elim, Altamira Mağarası’nda resimlerim,
Santander’in kızı Maria’nın çocuk gözleriyle
Bak onlara!
Bir de kendi gözlerinle, bir de benim gözlerimle,
Sen bakarken, sen okurken ben, yeni resmimde
Yanarım!
 
Elim uzunsun: çok elli, telli direkli koca yüreksin,
Durma uzan, kaşım gibi kara insanların kıtasına
Sanlar Mağarası’nda boyam, fırçam, resimlerim.
 
Tellisin elim, çok tellisin, gönlümün resmisin,
Memleket havasındasın:
Salın Katran Dağı-Karain Mağarası’na!
Salın Palan Vadisi-Keçiler Mağarası’na!
Var, salın Yedisalkım-Kızlar Mağarası’na!
 
Elim, varsa dizinde derman, git başka ellere de!
 
Üreten gözlü yüreğim, dört odalı kubbedir sana,
Çiz, kazı, boya duvarlarına bütün gördüklerini!
 
Hal bu üzre; bir yürek resmidir çalışmak.
Hal bu üzre hal; bir yürek çeşnisidir yaşamak.
Hal bu üzre haldır ki bir yürek ateşidir egemenlik
Ve kendi penceresinden görülecek alfabesi.
 


Tufan’dan önce, Tufan’dan sonra da bendim
Egemen gözlü yürek.
Islıklanıyorsam rüzgârla, taşlanıyorsam doluyla,
Doluyorsam yağmurla,
Kar örtüyorsa yollarımı, yüküm ağırdır, ondan.
Tarihsel bir zorunluluk, nedeni, bendeki
Benlik bilinmezliğinde gizli;
Egemen gözlü yüreğim, benden başlar
Egemenlik.
 
Güçlü olmakta hak, ortaklıktır: biz, siz, onlar...
Biriz ve biziz, kardeşçe yaşamalıyız.
Bu düzenin anahtarı bizde, kilidi sizdedir,
Haksız mıyım;
Ancak gelişip güçlenen benlerimizle kurtuluruz.
Nasıl ki yassı bir taşı fırlatıyorsam durgun suya,
Seke seke uçup varıyorsa karşı yakaya,
O halde; egemenlik, bizim için olursa
Ortakça gelişerek ilerleyeceğiz.
 
Yanarım acemi gücün güçsüzlüğünden,
Yanar yüreğim bilincin acemiliğinden!
 
Çetin dağlar, uçurumlu ve dumanlı vadiler,
Vahşi ve yırtıcı hayvanlar.
Aynalı pınarlar, bakir topraklar,
Çığıl çığıl dereler, asi ırmaklar ve nehirler.
Sepetimde kestane, meşe palamudu ve ceviz
Kolumda demir uçlu ok, avadanlığım...
Ve ben, avcıyım.
 
Çalıyla çevrili meramda koyun, keçi...
Ve kapıda yavuz köpeğim.
Ocakta tüten ateşim, tavada yağım ve kuşum
Fırında ekmeğim, kazanda sıcak suyum.
Ve bahçede yeşil sebze, tarlada ekinim.
Evde neşem: aileden geleceğim...çocuklarım.
Ve biz, topraktan ürün almasını bilen insanız!
Bana daha fazla şey gerek iyi yaşamak için.
Ne kadar çok şeye sahipsem o kadar güçlüyüm,
O kadar güvencedeyim,
Ve o kadar da egemenim, demektir.
 
Yanarım sessiz, yaşarım gerçek ile düş arasında.
 
Egemen gözlü yüreğim ben; egemenlik,
Her zaman dost değil yüreğe, akıl kârıdır,
Onunla başlar, onunla sürer.
Bir hayal midir benimki yoksa bir umut mu:
Deneyerek değiştirirken öğrenmek
Ve yaşarken korkuları çekip atabilmek.
Aşılamayacak gibi görünen fakat aşılabilecek
Her zorun başında, daha ilk düğümün
Ucundayken beni alıkoyan, beni düşüren
Bendeki bensiz bir ben’dir!
 
Ben, derken haksız mıyım, bakın, şu yamaç,
Ne yamaç,
Gücüm, kuvvetim sarmıyor yol açıp aşmaya.
Bakın, şu dağlar çok başlı, ok gibi sivri dağlar
Yukarıda; gök mavi, gök güzel, gök aydınlık.
Yukarıda olmak, aşağılara egemen olmaktır!
Ellerim, kocaman ayaklarım, başım, mızrağım
Her şeyimle hazırım.
Gel, gör ki gücüm yetmiyor yücesine varmaya,
Varıp avlanmaya.
 
Düşüne düşüne düş oldum.
Bir tanrılar ordusu mu kursam,
Göklerin ve yerin anası ve onlara can veren
Sümerler’in tanrıçası Nammu’yu mu ansam?
Ruhumdan bin yara açılır, kanar, ben yanarım
Tanrıların, insan tanımasızlığından.
Bizi, boğan vahşi yaşamın canavarlarına karşı
Babil’in kudretli tanrısı Marduk’a mı gitsem?
 
Salınırım bugünün dününden karanlık dünlerine,
İçimde bir derinlik, boşluk ile arasında yanarım!
 
Kazar, sürer, hazırlarım bahçemdeki ekenekleri
Tohum ekmeğe.
Olur ya, kimi yıllar dağ ayaklanır, silker karını
Bahar havası gevşetmeleriyle,
Vadiler çağlar, dere bulanır, ırmak azar ve taşar.
Hasat mevsimine ne kaldı ki, söker başak yüklü
Ekini, çiçeğe dizilmiş bostanlığı...
Vay, emeğim, vay, eşim, aç boğazların ağrıları;
Felaket, yokluk, yoksulluk...bize, kimin gazabı!
 
Bize, birçok tanrı mı gerek veya birçok değil,
Kudreti büyük, hakim bir ilahi güç mü gerek?
 
Eski Mısırlılar’ın on dört kişilikli tanrısı
Ra’yı mı yaratsam?
Ya da fırtınaların dizginlenmesi ya da
Deliren suların taşmamaları için,
Kutsal Olympos’un efendisi tanrı Zeus’a mı
Gitsem?
Ve buğdayın, arpanın, çavdarın, yulafın, mısırın
Ve üzümün, incirin, kirazın ve kovandaki balın
Yani gani gani kazancın elde edilmesi için,
Anadolu’nun bereket tanrıçası
Kybele’ye mi tapsam?
 
Yanarım! Ruhsal arayışın sorgusunda yanarım!
 
Egemen gözlü yüreğim, güçsüzsen, güçsüzlük,
İktidarsızlıktır, iktidarsızsan egemen olamazsın.
 
Ölümsüzlük için kesilirim kurbanlarla,
Yakılırım adaklarla.
Dans ederim coşkuyla, dua ederim
Huzurlu günlere dair.
Et ve tırnak gibidir bizde ölüm ve kalım,
İnsanca bir yaşama kavuşmaktır dileğim.
Kimden dilesem, gökten mi, yerden mi;
Tanrılaştırılıp tapılan senin gibi benden mı?
Firavun diyecekler sanıma ve piramitler
Dikilecek adıma yüz binlerce köle eliyle!
 
Ve ben egemen yüreğim, yazdım saraylara,
Konut gibi mezarlara,
Yazdım resimli yazının, çivi yazısının
En okunaklısını.
Saltanatın en görkemlisiyle
Ve fermanın en kanlısıyla
Yerleştim mermer, mozaik döşeli salonlara
Ve tapınaklara.
Ve ben; saltanatım, ordular gönderdim
Hattuşaş’tan Kadeş’e
Ve ben; saltanatım, ordular gönderdim
Pella’dan Persepolis’e
Ve ben; saltanatım, ordular gönderdim
Roma’dan Kudüs’e!
Ve ben, imparatorum, gökteki tanrıların
Gölgesi isem
Kara ve deniz az gelir, yerin altını da
Yönetmek isterim!
Ve biz; saltanatın askeriyiz, bir orduyla bekleriz
Sarı İmparator Huang Di’nin yeraltı mezarını.
Egemen gözlü yüreğim ben,
İşin başındayım henüz ama sizin için bir sonraki
Zaman şeridine şöyle bir daldım:
Pencerenizden devlet ve saltanat olarak
Göründüm.
 
Bu yürek, egemen gözlü yürekse, olmalı iktidar!
 
Yer, dedim ve yeraltı ve gök: üç katlı egemenlik.
Üçlü dünyayı yönetmek için bana
Bir şaman mı gerek?
Tanrılık mı, desem ismine, insanlık mı desem
Hükümranlıktan hükümlü seyrine,
Yanarım saltanatlı yürek derdine birçok tanrıdan.
 
Egemen gözlü yüreğim, ne doyumsuz yüreksin!
 
Salın da var Knosos’a, Mavi Yunuslar Sarayı’na,
Kadın egemenliğini, kadın güzelliğini gör de
Kuşan!
Gir çarkına t a l i h  t a n r ı ç a s ı Fortuna’nın,
Dön, salın
Fırat Suyu’ndan aşağı, Uruk-İştar Tapınağı’na,
Tanrıçaların mutsuzluğunu
Ve kadın kıskançlığını gör de düşün!
Dön, salın,
Var yürek uçuşuyla Kartaca Sarayı’na,
Aşk’ı için bedenini yakan kraliçenin külünü
Der de gel!
Gel, molasında acı kahvenin, nehir yazlığına;
Zeugma’da, iki yüzlü bir tanrının su perisi
Şarkısıyla, sulara gömülü kaldı
Egemen gözlü yüreğim!
 
Ne yürektir, pencerenizdeki egemen yüreğim!
 
Hal bu üzre; bir yaşam bilincidir egemen olmak.
Hal bu üzre hal; bir yürek savunmasıdır yaşamak.
Hal bu üzre haldır ki bir yürek vuruşmasıdır
Savaşmak
Ve kendi penceresinden betimlenecek görüntüsü.
 


Yüreğim, savaş gözlü yürektir, vuruşu çataldır
Derindendir kaynayışı, bakışına göredir bakışı
Yürek meydanında yanarken cana candır ateşi.
Savaş gözlü yürektir yüreğim, kapışa duruşu,
Çelik kanatlı bir kartal gibi göğüs göğüsedir
Dar günümde kovaladığında uğursuz karanlığı.
 
De ki, ey zaman, istemem birilerinin
Onun arkasından konuşmasını,
‘Kandan kına yakılmaz’ yazdırmışlar
Tahtasına mazinin,
Kanı su gibi akıtanlar!
De ki, ey yazan, boşuna yakınıp durmuşlar
Sohbetin laf ustaları,
Barışın ana tanrıçasını, kartal kanatlarımla
Ben indirdim düze!
 
Yüreğinizdir yüreğim, savaş gözlü yürektir,
Diyorsam,
Savaş, yaş künyemize savaş olarak
Kazılmamıştı henüz.
Ömür kısa, yol uzun ve ben, insana oyuncu;
Oynadım, geldim
Çağlar öncesini ve çağları bir aktör gözüyle.
 
Acaba kaçıncı defaydı, gökteki kabileler mi
Savaşıyordu:
Göğün karnı ateşlenir, gürler ve yıldırım düşer,
Yakar düştüğü yeri,
Tek düştüğü yeri yakmaz ateş, çevresini de
Yakar.
Aydınlanır yer, kararır yer, aydınlanır...kararır, Kararır...aydınlanır...gözlerim, ateşten kör! Korkuyor muyum, dedim fırtına tanrılarını Sesime katarak? Korkunun, ecele faydası yok, yaşamı belledim. Ve savaşı belledim: doludan vurmayı Yıldırımdan yakmayı Aslandan kükremeyi, şahinden pençeyi Ve tilkiden fendiliği!
                        
***

Dergimizde 4 bölüm olarak yayımladığımız bu şiir, 44 DIN A 4 sayfası (yaklaşık 120 kitap sayfası) uzunluğunda bir dosyadır. Bu dosyayı kitaplaştırmak isteyen yayınevi dergimiz H@vuz'la ya da Abdullah Karabağ ile direk ilişkiye geçebilir.

dergi@havuz.de /abdullahkarabag@hotmail.com
                                                                                             
   
 

Abdullah Karabağ/ Lozan 8 Şubat 2004 - 25 Ağustos 2005