Yapısı
olmayan ne
var ki, ama en güzeli Meyvesi
sözcük,
dili akıl olan ağacındır. Havada
bir şey
yok, hava basık, hava asık Ben
ararım, o
döner, ben yanarım, o arar. Bir
ağaç, kolları
havada sanki yağmur Duasında. Yapısı
olmayan ne
var ki, ama en güzeli Meyvesi
sözcük,
dili akıl olan ağacındır. Birlikte
baş
koyduk, birlikte başladık Destan
gibi
insanlık serüvenimize. Gündüzleri,
çözdük güneşin uçan
yelesiyle Ya
geceleri,
daimî bir yıldız var tepemizde, Havaîmavi
havadan Altın
rengi
teller, sırma saçtan da olabilir. Tepemizdeki
yıldızdan sarkıtılmış tellerin Uçlarında,
kapakları yaldızlı kutsal kitaplar: Beş
büyük kitap,
dördünü anladık, biri kime? Güneş
mi okur,
gökler mi dinler, sözü bana mı; Ağaç
evrense,
evren mi okur, yazısı bana mı? Herkese,
her
şeyden daha nice kitaplar... Hava
aç, ağaç
meyve yüklü, evren mahzen gibi Dallar
esner,
sayfalı sürgünler dalgalanır. Sessizliğin
dudakları mı kıpırdar, kitapların mı, Altındayım
bu
acayip ağacın, kulaklarımda sesler Ve
önündeyim açık
kitapların, bakan gözlerin. Ne
zamandan beri
mi bu haldeyim, Ey
okuyan başlar; Ne
bileyim ben,
oturmuşum zaman tahtına Tek
parçadan
ibaret ak bir giysiye bürünmüşüm! Başım,
ellerim,
ayaklarım ve bir omzum çıplak Ben
dönerim, ağaç
yanar; ben yanarım, ağaç donar. Ellerim
havada,
yaldızlı yıldızdan el istercesine, Yakarışımın
sebebi karşımda, çatısız ve ahşap Bir
yapı: dört
ayrık duvar. Her
duvarında
üçer pencere var, dönme dolap gibi Yapının
mimarî
kaidesi. Ben
bakarım, yapı
döner; ben okur, yapı yanar. Pencerelerde
dönen yürek gözlü dünyalar
var. Ben
yanarım, yapı
yanar, yürek ateşten kanar: Dünya
döner! Söylencesi
olmayan, ne var ki, ama en kalıcısı Meyvesi
uygar,
zekâsı yazılı bellek, olanındır. Gördüm!
Gördüm!
Ben kana kana yanarken! Köşelerinde,
ayrık
duvarlar arasında birer yılan, Bazen
kıvrılır
yere, bazen boylanırlar duvar Boyunca
dört
haydari yakalı yılan. Bazan
da gürleşip
dikenleşirler duvardan duvara. Denilir
ki
duvarların birleşmesine mâni olurlar. Hal
bu üzre; bir
yürek çeşitlemesidir yaşamak. Hal
bu üzre hal;
bir yürek çeşnisidir yaşamak. Hal
bu üzre
haldır ki pencerelerden Okunacak
yankısı.
.
Ben
yanarım,
yapıdaki yürekler yanar, döner.
Birinci
duvarın
birinci penceresindeki
Yaratan gözlü
yürek döner, kanar: İnanmak!
İnanmak
ve inandığına bağlanmak, Be,
hey bende
kendi benliklerini bulanlar! Bendim
siz yokken
patlayarak yaratılan, Milyonlarca
yıl
kabuğunda cayır cayır yanan, Eriyen
ve
savrulan, yuvarlanıp katılaşan, Evrenin
sonsuzluğunda ıssızlığını dolduran Göksel
adaları,
takımyıldızları ve tüm yıldızları, Özle,
tözle,
gazla ve ışık elmasıyla düzenleyen Ve
hepsini ışık
yılıyla ve kendi yerçekimleriyle Konumlandıran; Be,
hey yanan,
senden önce yanarken yaratan Bendim! Daha
ne Nuh
vardı, ne işbilir gemi ustaları, Kor
tanecikli,
uçan gemimle gezdim Yıldızları
ve
yıldız kentlerini, başkentlerini. Geze
geze vardım
Samanyolu’na ve kondum, Gazsal
diskine
attım kancaları, demirlendim. Güneş’i
de âşık
etmişim güzel yüzüne, aşkıma Bir
sistem gerek
dedim, dizdim gezegenleri. Yalnızlık,
Tanrı’ya mahsus, Ay gibi bir dostun Var! Ben
dönerken o
döner, içimdeki güneşe yanarım. İnanmak!
İnanmak
ve tapmak, varolmak içindir! Ben
mi yarattım,
evren miydi tapınan ya da kim, Garip
bir soru;
hareketin arzulu hırsından mı Doğduk? Bu
bilmecede;
beni, ben eden bizzat bendim. Güneş
yakar, ben
dönerim, Ay tutar hesabımızı. Ne
varsa dönmekte
var, dedi hareketimizdeki ses. Döndüm!
Döndüm!
Döndüm! Ben yana yana Pişerken! Soğudum:
taş
oldum, hava oldum, bulut oldum. Çözüldüm:
toprak
oldum, süzüldüm su oldum. Denizdeki
dost
yunus’tan önceki yabanıl yunus Havadaki
güvercinden önceki albenili güvercin Eden
bahçesindeki
Âdem’den önceki nü adam Eden
bahçesindeki
Havva’dan önceki nü kadın, Bendim!
Bendim!
Bendim! Bendeki edenlik Yana
yana
yaratılırken! Hal
bu üzre; bir
yürek çeşnisidir yaratılmak. Hal
bu üzre hal;
bir yürek yanmasıdır yaşamak. Hal
bu üzre
haldır ki devamı var, yaşanacak!
Ben,
üreten gözlü
yürek, Güneş’ten ateşi yakan Damardaki
kan
gibi akan, çırılçıplak, yalın ayak, Birinci
duvarın
ikinci penceresinden sesleniyorum: Yediveren
gözlü
yüreğim, yüreğiniz gibi size yakın. Yok
olmamak için
yaşam mücadelesinde bilenmek Yani
açlıktan,
yokluktan ve barınaksızlıktan... Kırılmamak Yani
yaşamak için
üretmek, emekle, güne erişmek. İşte
bunun
içindir ki kavgalıyım doğayla, kavgam, Yaşamak
içindir. Cesurdum
evrimin
basamaklarını bir bir çıkarken. Koşadönerim,
boşa
dönerim, her adımda yanarım. Ah,
şu ormanlar,
dağdan çetin dikenli ağaçlar! Doymak
ya da
lokmasızlıktan ulu orta gebermek. Aç
mideye lokma,
başıma bir sığınak için Didinmek...didinmek.
Didinmek: aramaktır! Ey
üreten gözlüm,
devşiren yürek, saf yüreklim, Aradığını
bulmak
ve avladığını paylaşmak Sevilmektir,
sevgiyi yeniden üretebilmektir! Boş
durmak
açlıktır, açlık
öldürür, uyandırmalı, Buyruğunu,
beyin
değil, aç güdüler buyurur. Dolaşmalı,
gezmeli, toplamalı hazır yiyecekleri Çıkarsa
şansımıza
bir av, onu da çevirmeli. A,
şunlara bakın,
onlar da çıplak, sürü halindeler! Kimi
dik duruyor
iki ayak üzerinde, Kimi
dört ayaklı. Kimisi
de bize
benziyor, namahremleri kapalı; Ar
damarlarımız
mı kabarmış, korunmaktır Maksadımız. Üretmek
birleşmektir, çoğalmalı soyumuz Acaba,
hangimizden doğacak güzel insanımız? Yaşamak,
değişimin yolunda ilerlemektir. Bir
dal mı
kırsam, bir taş mı taşısam, Donanımsızlık,
kuşa kurda yem olmaktır. Kazanmak
için
taştan alet mi yapsam, Becerikli
insanmış, diyecekler öykümü Nice
sonra
yazanlar. Hoşuma
giderdi bu
sözler, üreten gözlü
yüreğim. Ben
ne idim,
bende bir ben yanar: İnsan olmak İçin! İlk
otu
ayıklarken, olgun meyveleri tadarken Sopayla,
taşla av
peşinde düşüp koşarken İlk
kapalı
barınağa girip, tabanına ot sererken... Karınca
kararınca
biraz daha yaklaşıyordum Siz’e. Ben,
ne idim,
bendim: üretilen ve yeniden Büyüyen
yürek. Alev
gibi
titriyorum buzulun havasından, Yüreğim,
pencerenizdeki
üreten gözlü yürektir Yanıyorum
ölüm-dirim köprüsünde. Ah,
bir
düşünebilsem! Bir
mağara mı
bulsam, bir oyuk mu açsam; Düşünmek,
kazanılanı korumak Ve
geliştirmek
içindir. Bendim,
benden
bir ben doğar, benden ileri: İnsan
olmak için! Taştan
baltayı,
el baltasını, huş ağacından eşyayı Yaban
elde dev
mamutu, bizonu ve rengeyiğini Korunaklarda
domuzu, suda ve denizde balığı Ve
daha
nicelerini avlayan, derilerinden giyecek Dişlerinden
ve
kemiklerinden takılar yapan; Kıldan
fırçayı,
topraktan ve ottan boyayı bulan Ve
tohumdan
ekini, üründen taneyi ve ekmeği Ve
kilden
testiyi, bezeli çanak çömleği Ve
bakırdan,
tunçtan ve demirden işlemeli Bil
cümlesini; Ve
kazıklara
binili havadar sahil evlerini, Kayadan
oyma
mezarları ve daha neleri Sizler
için
yaparken yanan üreten gözlü yürek, Bendim! Yanarım!
Yanarım!
Yürekten yanar dövülürüm! Elim,
uzunsun,
uzan sarışın insanların yurduna, Neander
Vadisi’nde, taş yongadan çakmaktaşım Çıkar,
koyuver
üzerine kavını, çakıver demirini, Tutuştur
sigaranı, ateşim yoluna meşaledir. Unutma,
uğra
Vogelhard Mağarası’na da, Çizimlerim
duvarda: resimlerimi gör de gel! Vay,
bendim...bendim ressamların: ol piri! Lokma
derdi, o
kadar ruhumuza kazınmıştı ki Yaşamak
bir masal
gibi, resimdeki gibi değil. Ah,
ben ne idim,
elimin sanatkâr efendisi! Geçersen
sarışın
insanların yurdundan batıya, Yorulursan,
dinlen Dordogne Mağaraları’nda. Aldırma,
yürürsen
açılır tutulan ayakların, Yolun
devamı sıra
sıra dağlardır: Pireneler. Vay,
elim,
Altamira Mağarası’nda resimlerim, Santander’in
kızı
Maria’nın çocuk gözleriyle Bak
onlara! Bir
de kendi
gözlerinle, bir de benim gözlerimle, Sen
bakarken, sen
okurken ben, yeni resmimde Yanarım! Elim
uzunsun: çok
elli, telli direkli koca yüreksin, Durma
uzan, kaşım
gibi kara insanların kıtasına Sanlar
Mağarası’nda
boyam, fırçam, resimlerim. Tellisin
elim,
çok tellisin, gönlümün resmisin, Memleket
havasındasın: Salın
Katran
Dağı-Karain Mağarası’na! Salın
Palan
Vadisi-Keçiler Mağarası’na! Var,
salın
Yedisalkım-Kızlar Mağarası’na! Elim,
varsa
dizinde derman, git başka ellere de! Üreten
gözlü
yüreğim, dört odalı kubbedir sana, Çiz,
kazı, boya
duvarlarına bütün gördüklerini! Hal
bu üzre; bir
yürek resmidir çalışmak. Hal
bu üzre hal;
bir yürek çeşnisidir yaşamak. Hal
bu üzre
haldır ki bir yürek ateşidir egemenlik Ve
kendi
penceresinden görülecek alfabesi.
Tufan’dan
önce,
Tufan’dan sonra da bendim Egemen
gözlü
yürek. Islıklanıyorsam
rüzgârla, taşlanıyorsam doluyla, Doluyorsam
yağmurla, Kar
örtüyorsa
yollarımı, yüküm ağırdır, ondan. Tarihsel
bir
zorunluluk, nedeni, bendeki Benlik
bilinmezliğinde gizli; Egemen
gözlü
yüreğim, benden başlar Egemenlik. Güçlü
olmakta
hak, ortaklıktır: biz, siz, onlar... Biriz
ve biziz,
kardeşçe yaşamalıyız. Bu
düzenin
anahtarı bizde, kilidi sizdedir, Haksız
mıyım; Ancak
gelişip güçlenen
benlerimizle kurtuluruz. Nasıl
ki yassı
bir taşı fırlatıyorsam durgun suya, Seke
seke uçup
varıyorsa karşı yakaya, O
halde;
egemenlik, bizim için olursa Ortakça
gelişerek
ilerleyeceğiz. Yanarım
acemi
gücün
güçsüzlüğünden, Yanar
yüreğim
bilincin acemiliğinden! Çetin
dağlar,
uçurumlu ve dumanlı vadiler, Vahşi
ve yırtıcı
hayvanlar. Aynalı
pınarlar,
bakir topraklar, Çığıl
çığıl
dereler, asi ırmaklar ve nehirler. Sepetimde
kestane, meşe palamudu ve ceviz Kolumda
demir
uçlu ok, avadanlığım... Ve
ben, avcıyım. Çalıyla
çevrili
meramda koyun, keçi... Ve
kapıda yavuz
köpeğim. Ocakta
tüten
ateşim, tavada yağım ve kuşum Fırında
ekmeğim,
kazanda sıcak suyum. Ve
bahçede yeşil
sebze, tarlada ekinim. Evde
neşem:
aileden geleceğim...çocuklarım. Ve
biz, topraktan
ürün almasını bilen insanız! Bana
daha fazla
şey gerek iyi yaşamak için. Ne
kadar çok şeye
sahipsem o kadar güçlüyüm, O
kadar
güvencedeyim, Ve
o kadar da
egemenim, demektir. Yanarım
sessiz,
yaşarım gerçek ile düş arasında. Egemen
gözlü
yüreğim ben; egemenlik, Her
zaman dost
değil yüreğe, akıl kârıdır, Onunla
başlar,
onunla sürer. Bir
hayal midir
benimki yoksa bir umut mu: Deneyerek
değiştirirken öğrenmek Ve
yaşarken
korkuları çekip atabilmek. Aşılamayacak
gibi
görünen fakat aşılabilecek Her
zorun
başında, daha ilk düğümün Ucundayken
beni
alıkoyan, beni düşüren Bendeki
bensiz
bir ben’dir! Ben,
derken
haksız mıyım, bakın, şu yamaç, Ne
yamaç, Gücüm,
kuvvetim
sarmıyor yol açıp aşmaya. Bakın,
şu dağlar
çok başlı, ok gibi sivri dağlar Yukarıda;
gök
mavi, gök güzel, gök aydınlık. Yukarıda
olmak,
aşağılara egemen olmaktır! Ellerim,
kocaman
ayaklarım, başım, mızrağım Her
şeyimle
hazırım. Gel,
gör ki gücüm
yetmiyor yücesine varmaya, Varıp
avlanmaya. Düşüne
düşüne düş
oldum. Bir
tanrılar
ordusu mu kursam, Göklerin
ve yerin
anası ve onlara can veren Sümerler’in
tanrıçası Nammu’yu mu ansam? Ruhumdan
bin yara
açılır, kanar, ben yanarım Tanrıların,
insan
tanımasızlığından. Bizi,
boğan vahşi
yaşamın canavarlarına karşı Babil’in
kudretli
tanrısı Marduk’a mı gitsem? Salınırım
bugünün
dününden karanlık dünlerine, İçimde
bir
derinlik, boşluk ile arasında yanarım! Kazar,
sürer,
hazırlarım bahçemdeki ekenekleri Tohum
ekmeğe. Olur
ya, kimi
yıllar dağ ayaklanır, silker karını Bahar
havası
gevşetmeleriyle, Vadiler
çağlar,
dere bulanır, ırmak azar ve taşar. Hasat
mevsimine
ne kaldı ki, söker başak yüklü Ekini,
çiçeğe
dizilmiş bostanlığı... Vay,
emeğim, vay,
eşim, aç boğazların ağrıları; Felaket,
yokluk,
yoksulluk...bize, kimin gazabı! Bize,
birçok
tanrı mı gerek veya birçok değil, Kudreti
büyük,
hakim bir ilahi güç mü gerek? Eski
Mısırlılar’ın on dört kişilikli tanrısı Ra’yı
mı
yaratsam? Ya
da
fırtınaların dizginlenmesi ya da Deliren
suların
taşmamaları için, Kutsal
Olympos’un
efendisi tanrı Zeus’a mı Gitsem? Ve
buğdayın,
arpanın, çavdarın, yulafın, mısırın Ve
üzümün,
incirin, kirazın ve kovandaki balın Yani
gani gani
kazancın elde edilmesi için, Anadolu’nun
bereket tanrıçası Kybele’ye
mi
tapsam? Yanarım!
Ruhsal
arayışın sorgusunda yanarım! Egemen
gözlü
yüreğim, güçsüzsen,
güçsüzlük, İktidarsızlıktır,
iktidarsızsan egemen olamazsın. Ölümsüzlük
için
kesilirim kurbanlarla, Yakılırım
adaklarla. Dans
ederim
coşkuyla, dua ederim Huzurlu
günlere
dair. Et
ve tırnak
gibidir bizde ölüm ve kalım, İnsanca
bir
yaşama kavuşmaktır dileğim. Kimden
dilesem,
gökten mi, yerden mi; Tanrılaştırılıp
tapılan senin gibi benden mı? Firavun
diyecekler sanıma ve piramitler Dikilecek
adıma
yüz binlerce köle eliyle! Ve
ben egemen
yüreğim, yazdım saraylara, Konut
gibi
mezarlara, Yazdım
resimli
yazının, çivi yazısının En
okunaklısını. Saltanatın
en
görkemlisiyle Ve
fermanın en
kanlısıyla Yerleştim
mermer,
mozaik döşeli salonlara Ve
tapınaklara. Ve
ben;
saltanatım, ordular gönderdim Hattuşaş’tan
Kadeş’e Ve
ben;
saltanatım, ordular gönderdim Pella’dan
Persepolis’e Ve
ben;
saltanatım, ordular gönderdim Roma’dan
Kudüs’e! Ve
ben,
imparatorum, gökteki tanrıların Gölgesi
isem Kara
ve deniz az
gelir, yerin altını da Yönetmek
isterim! Ve
biz;
saltanatın askeriyiz, bir orduyla bekleriz Sarı
İmparator
Huang Di’nin yeraltı mezarını. Egemen
gözlü
yüreğim ben, İşin
başındayım
henüz ama sizin için bir sonraki Zaman
şeridine
şöyle bir daldım: Pencerenizden
devlet ve saltanat olarak Göründüm. Bu
yürek, egemen
gözlü yürekse, olmalı iktidar! Yer,
dedim ve
yeraltı ve gök: üç katlı egemenlik. Üçlü
dünyayı
yönetmek için bana Bir
şaman mı
gerek? Tanrılık
mı,
desem ismine, insanlık mı desem Hükümranlıktan
hükümlü seyrine, Yanarım
saltanatlı yürek derdine birçok tanrıdan. Egemen
gözlü
yüreğim, ne doyumsuz yüreksin! Salın
da var
Knosos’a, Mavi Yunuslar Sarayı’na, Kadın
egemenliğini, kadın güzelliğini gör de Kuşan! Gir
çarkına t a l
i h t a n r ı ç a s ı Fortuna’nın, Dön,
salın Fırat
Suyu’ndan
aşağı, Uruk-İştar Tapınağı’na, Tanrıçaların
mutsuzluğunu Ve
kadın
kıskançlığını gör de düşün! Dön,
salın, Var
yürek
uçuşuyla Kartaca Sarayı’na, Aşk’ı
için
bedenini yakan kraliçenin külünü Der
de gel! Gel,
molasında
acı kahvenin, nehir yazlığına; Zeugma’da,
iki
yüzlü bir tanrının su perisi Şarkısıyla,
sulara gömülü kaldı Egemen
gözlü
yüreğim! Ne
yürektir,
pencerenizdeki egemen yüreğim! Hal
bu üzre; bir
yaşam bilincidir egemen olmak. Hal
bu üzre hal;
bir yürek savunmasıdır yaşamak. Hal
bu üzre
haldır ki bir yürek vuruşmasıdır Savaşmak Ve
kendi
penceresinden betimlenecek
görüntüsü.
Yüreğim,
savaş gözlü
yürektir, vuruşu çataldır Derindendir
kaynayışı, bakışına göredir bakışı Yürek
meydanında
yanarken cana candır ateşi. Savaş
gözlü
yürektir yüreğim, kapışa duruşu, Çelik
kanatlı bir
kartal gibi göğüs göğüsedir Dar
günümde
kovaladığında uğursuz karanlığı. De
ki, ey zaman,
istemem birilerinin Onun
arkasından
konuşmasını, ‘Kandan
kına
yakılmaz’ yazdırmışlar Tahtasına
mazinin, Kanı
su gibi
akıtanlar! De
ki, ey yazan,
boşuna yakınıp durmuşlar Sohbetin
laf
ustaları, Barışın
ana
tanrıçasını, kartal kanatlarımla Ben
indirdim
düze! Yüreğinizdir
yüreğim, savaş gözlü yürektir, Diyorsam, Savaş,
yaş
künyemize savaş olarak Kazılmamıştı
henüz. Ömür
kısa, yol
uzun ve ben, insana oyuncu; Oynadım,
geldim Çağlar
öncesini
ve çağları bir aktör gözüyle. Acaba
kaçıncı
defaydı, gökteki kabileler mi Savaşıyordu: Göğün
karnı
ateşlenir, gürler ve yıldırım düşer, Yakar
düştüğü
yeri, Tek
düştüğü yeri
yakmaz ateş, çevresini de Yakar. Aydınlanır
yer,
kararır yer, aydınlanır...kararır,
Kararır...aydınlanır...gözlerim, ateşten
kör! Korkuyor muyum, dedim fırtına tanrılarını Sesime katarak?
Korkunun, ecele
faydası yok, yaşamı belledim. Ve savaşı belledim: doludan vurmayı
Yıldırımdan
yakmayı Aslandan kükremeyi, şahinden pençeyi Ve
tilkiden fendiliği!
***
* Dergimizde 4 bölüm olarak yayımladığımız bu şiir, 44
DIN A 4 sayfası (yaklaşık 120 kitap sayfası) uzunluğunda bir
dosyadır. Bu dosyayı kitaplaştırmak isteyen yayınevi dergimiz H@vuz'la
ya da
Abdullah Karabağ ile direk ilişkiye geçebilir.
dergi@havuz.de
/abdullahkarabag@hotmail.com
Abdullah
Karabağ/ Lozan 8 Şubat 2004 - 25 Ağustos 2005