Doğum günümü
unutmayın, anne, Bizden hiç kimse
unutmamalı! Doğduğumda, balık
olup dalacağım, Öyle bir
dalacağım ki bu dalışın adı Deniz yolculuğudur. Öylesine tatlı
bir yer ki senin karnındaki Yani rahmindeki
yerim gibi rahat. Öyle zengin bir
yer ki Ne ararsan
bulunur, hele canlılar dünyasında. Neler yok ki: Bitkisel kentler,
taşıl kasabalar, tüneller... Çok geçitli
köprüler, mantar ocakları... Makarna başlı
ağaçlar, rengârenk çiçekler... Uçsuz bucaksız
bir deniz dünyası, anne Ve orada her şey
var fakat insan yokmuş. Neden insansız
olsun o dünya? Böyle bir dünyayı
düşleyelim, anne! Böyle bir dünyayı
düşünelim, anne! Oraya
taşınmalıyız hemen, hep beraber! Çocuklar,
oyuncaksız, parksız ve bahçesiz Ve hiç kimse Evsiz, işsiz ve
arabasız olmayacak orada. Ve orada, silahlı
oyunlar bilinmeyecek, Unutulacak
silahlar! Denizlerin
dünyasını düşle, anne, Gözlerin renkli
dünyası gibi masalsı, Suların altında,
batıkta gizleniyor, batık! Büyüdüğümde de
dalgıç olup dalacağım Denizlerin
dünyasına uçan bir balık gibi Yüzeceğim...Açılacağım...Gezineceğim... Bulursam çiçekçi
gülçiçeğin kızı gelgözümü, Çiçekli parklar
yapacağız çocuklara. İşte, balıklar,
görüyor musun, anne Ne kadar çok
balık varmış denizin karnında! Renkler cümbüşü
müdür, balık festivali mi, Vücut gösterisi
midir, yüzgeçler dalgası mı? Ve siz ve sizler
ve diğerleri; Ayakları suda
oldukları halde göremeyenler, Anlayabiliyor
musunuz, çocuk gözlerimizle Bu dünyayı, yani
dünyalarımızı? Bunlar, balerin
balıklar mı, kostümleri çizgili. Pulcukları: sulu
sarılı, çakır benli, al kırmızılı. Sanki boya
küplerine batırılıp çıkarılmışlar... Çıkarılıp
batırılmışlar. Şunlara bakın:
ışıl ışıl süzülüyorlar, Pır pır kaçıyorlar
bahar kelebekleri gibi. Balık dünyasında
ağaçlar tenli midir ki Ve sünger gibi
delik deşiktir yaprakları. Örtülüdürler
deniz döleşiyle deniz dağları, Yanardağları,
vadileri ve ovaları...vay, be! Bak, anne, şu
gözlüklü balinaya bak, işte, şu! Onun sırtında cam
botla deniz yolculuğuna Çıkan, benim. Bulabilirsem iyi
yürekli deniz perisini Ve cicili bicili
cücelerini, onları da alacağım Balinama;
götürür, bir tanker gibi güçlüdür. Sonra
kardeşlerimi, arkadaşlarımı, sahi, anne, Nerede
kızkardeşim, salıncakla uçan ablam? Onu da istiyorum! Anne, Benden önce
ağzından çıkıp, leyleğin ağzındaki Salıncağa
binmişti ya, görmeliyim onu! Araya araya günü,
gece; geceyi, gün ettim. Babam gibi
konuşuyorum, değil mi? Ve deniz
dünyasında gece ve gündüz aynıdır. Başka memleketlere, Başka dünyalara
uçmuş olablirler mi, Hiçbirine
rastlamadım hâlâ. Oysa burada,
deniz altında her şey o kadar canlı, O kadar hoş ki
ayrılmak zor. Bir deniz düşün,
anne, orada bir balık olmak, Orada bin kanatlı
bir kelebek olmak, ne güzel! Bulacağım çiçekçi
gülçiçeğin kızı gelgözümü, Ve o leyleğin
ağzındaki salıncakla uçan ablamı. Bulacağım
aradıklarımı, Çağıracağım
arkadaşlarımı Ve ülkelerin
bütün çocuklarını. Bir dünya
kuracağız burada, herkese oyuncak, Herkese okul,
herkese iş ve özgür yaşam... Yaşasın babam! Haydi, doğur
beni, anne Doğurcaksan böyle
bir dünya için doğur. Düşlerimle düştüm
rahmine Ve yüreğim, çocuk
gözlü yürektir Yanmayacak yoksul
ateşleriyle Sütsüz, mamasız,
oyuncaksız çocuklar gibi! Hal bu üzre;
kuşaktan kuşağa bir doğa Yarışıdır
insanın, İnsandan insana
çocukla bayraklaşması. Hal bu üzre hal;
aşktan yuvaya, sudan rahime, Rahimden doğuma
bir çocuk çeşnisidir varmak. Hal bu üzre
haldır ki yüreğim, Güneş gözlü
yürektir, Anlayarak
yaşamaktır bakıp okuyabilene. Ve yanar kendi ateşinde
güneşim, yanarken Aydınlatır her
şeyi kendi penceresinden.
Senden parlak ve
daha sıcak başka Bir yıldız var
mı, Evren denilen şu
sonsuz ve tehlikeli boşlukta? Aydınlık ve
karanlık, Birbirilerinin
ayak izlerinde yürürler, Bir bütünün yer
değiştiren parçaları gibi. Elbette dünyalı
yüzümü aydınlatıp ısıtan Yanına gündüz,
öbür yanına da gece, derim. Ve karanlık
soğuktur, korkuludur, isterim ki Felaket yüzü
görmesin âleme bakan gözün. Tapılası ateş
güzeli yüzle döner Güneş’im kendi
ağırlığınca, Kendi yolunca
doğudan batıya Yerküresinin
aksine; o döner, uydular uyar Ve ben yanarım
yürek ekseninde. Mayadır ışığın,
fırına sürdüm çiğ güneşleri Ellerimle. Fırındır göğsüm
basılı toprak altında; Senin
sıcaklığında düşün, umudun, işin, Kökleri üzerinde
ete, kemiğe bürünmesidir Mavi gülücüklü
balonlar pişireceğim sana Ey ateşi,
yüreklere güneş gözlü, yüreğim! Kurşun grisi sis
bulutunu önüne alarak Kanlı bir yumurta
sarısı gibi sıyrıldın Ufuktan bugün, Sana eş, ne
güneşler yatar Bol ekimli
yüreğimde, çekirdekten fideye Çiçekten çerez
meyveye. Ben, bir
günçiçeğiyim: günebakan’ım, Eğilir sevdalı
başım doğuşuna, yükselişine Ve batışına. Cismin senin
olsun, Karşılıksız besi
hazırlama aşkına, Bakışlarınla
seven yüzüne hayranım. Günbalım,
sarıgözlüm, güneş gözlü yüreğim, Bilemezsin,
yanarım çil-sarı ışıklar içinde! Benden mi alırsın
rengini; mavimsi bakarım Mavimsi gülerim
beyazdan kırmızıya. Kaynarım bulgur
gibi, Çiçekli başına
benzer kaynayışım Kuşanırım pembece
bir kuşakla, Sonra
incili-ışıklı bir taç koyarım başıma Ve bu taçtan
saçılan tanecik esintileriyle Ulaşırım size ait
olan yerlere. Evrende dönmeyen
ne var ki, var olan döner. Dönmek
harakettir, dönerim onunla ölesiye. Dinecek gibi
değil içimdeki kanama, Dış çeperinden
iğnelenir yüreğim Başak yangını
gibi. Ten ten karalıdır
tenim Çıban yarası
değil yüzümdeki yaralar Ateşli bir
sevdanın silinmez izleridir. Güneş gözlü
yüreğim, ben; ışıktır, renktir, Atom zelzelesidir
ve zehir zıkkım bir ateştir Benimki. Güneş’in gizli
köşkünde, kafesini kırıp Kaçan uçarı bir böcek
gibidir yüreğim. Kelebeklere
sesleniyorum her yerden, Düşsel kanatlı
kelebekleri topluyorum Gece ve gündüz, Yuvaları
bozmadan, kapı kapı dolaşarak. Yasakların
sınırlarını aşıyorum, koşun, Kelebekleri
çağırıyorum, Yolculuk var
içimizdeki güneşlere doğru! Altın gözlüler,
altın kanatlılar, tel bacaklılar, Renklerin Ve desenlerin
altın kral ve kraliçeleri! Bas bas
bağırıyorum, döne döne çağırıyorum! Bir duyanım, bir
görenim, bir dert paylaşanım Çıkar mı ola: İnci canlar
saçıldı ışığın ağzından arzın dağına, Düzüne, nehrine
ve denizlerine! Ve kutsal şeyler
söylüyorum, söz yüreklendi. Bir kızılderili
yakarışıyla: “ Babamız
Güneş”in kutsanması için! Güneş soyluyuz,
dediler sanlarına, ilk çömleği, Tekerleği, yazıyı
ve ilk tapınak aşkını bulanlar. Güneş’in
oğullarıyız, dediler birbirilerine Moğol asıllı
halklardan denizden gelenler Japon kamikazesi
gibi depremli adalara. Güneş’in
oğullarıyız dediler birbirilerine ‘Çiçekli
krallıklar ülkesi’nde taht için can Aldıranlar. Ve ben, güneş
gözlü yüreğim, hançerlendim Can alıcı
fetvalarla, söndüm sönen nefesle! Ve samurayların
kanlı adaletinden uzak, Çağının
rönesansından ileri bir anda; Yuvarlanır yazılı
tarihin tekerleği sürgün Düşünceye: Suyun
berraklığına bakıyordu. Kaygılı
gülümsemeleri, Bir çift siyah
başlı kumrunun bölüştüğü Dalgaların
gamzeli aynasınaydı. Bir öğle üzeri,
doğa gözlemindeydi Biel Gölü’nde bir
adacıkta gizlenen Fikir firarı
büyük düşünür Jan Jak Russo. Ve söylerim
Güneş’in şarkısını, bir öğle üzeri Renklerin diliyle Bir havuzun
gamzelerine bakarak. Canlanır bestenin
renkleri: bir bağırıştır kırmızı Bir görüşmedir
yeşil ve bir bekleyiştir mavi. İçlenir mor
kırılmalarla: bir garip burukluktur Lacivert, yeşil,
sarı, turuncu, kırmızı ilenmeler. Ve alevsiz
yangındır ışığın gülüşleri, Eski bir kanun
gibidir, renkten tona sesi. Güneş gözlü
yüreğimle yorumlanır bestesi: Mavimsi, yeşil
nakışlı sesler maviyi, Mavi, morumsu
mavili desenler, eflatunu çalar. Pembe görünür,
kırmızı kanar, sarı ve yeşil sarı. Ve yeşildir
sesleri yüreğimi yakan renklerin Ve pembeyi
yeşille tutuşturur şu gönül koymaz Gönlüm, Karalar
bağlamadan karalanır rengim. Seslendim sana,
dedim güneşlim, Yerin ve göğün
yüreklerini avuçlayarak Ve bütün şafak
kanamalarıyla. Şimdi daha iyi
anlıyorum düşlerimin Güneş
akademilerinin duvarlarını süsleyen Yüzlerce çanlı Çançiçeklerini ve
çançiçeklerinin çanlarından Çok sesli böcek
konserlerini. Şimdi daha iyi
anlayabiliyorum güftelerin Anlamlarını da: İlkel insandan
üretken insana Varanda ve seni,
baş tanrı ve ana tanrıça diye Kutsarlarken
sırtlarının pek, karınlarının Tok olduklarını,
tapınmalı özgürlük tadında; Tarlada ve
pazarda, yolda ve handa, Savaşta ve
barışta, zaferde ve yenilgide, Yasta ve
eğlencede...her yerde, her şeyde Senin ışığın, Ey güneş gözlü
yüreğimin gümüş hazinesi, Delikanlıca gelişen
düşüncem! Seslendim sana,
dedim, karanlık mahzenlere Kapansan da; Yerin kara
çukuruna girsen de, dert olup Şu yanan bağrıma
dolsan da, gezgin olup, Her gün ak
kanatlı bir yelkenliyle dolaşsan da Engin, mavi gök
denizlerini, Ayrılığı yok bu
kaçışın. Gece gidersen
öbür yanımdasın Gündüz gelirsen
bu yanımdasın, Senden beter bir
güneş yatar sol yanımda, Döner durursun
çevresinde. Seslendim sana,
dedim, duymadın mı, Özümdeki ışıktan
doğdun, sulara sığındın. Avcumdaki Tohumdan doğdun,
ovalara serpildin. Havadan geldin, Evlere savruldun
mevsimlerin elleriyle. Ve yüreğim, insan
gözlü yürektir, ne zehir Ne kuru bir
ateştir, Tepeden tırnağa
güneş yürektir! Hal bu üzre;
Güneş’in ateşinden, ışığından, Renginden aldık
gücü Ve yarattık yaşam
çeşnilerini. Hal bu üzre hal;
sensiz olunmazdı, Bir de havasız Bir de sussuz,
bir de topraksız ve eşsiz. Hal bu üzre
haldır ki yüreğim, özgür gözlü Yürektir, Özgürlük yolunda
yürüyebilene aşkolsun! Onu kazanmak da
zor, tanımak da, Çoğu zaman
yaşanmaz; Gider, söylenir
açık penceresinden.
Düşündüm, nesin:
doğmak mı, beslenmek mi, Büyümek mi,
giyinmek mi, soyunmak mı..? Özgür gözlü
yüreğim, ben, nazlı bir umuda Yürümüş kanım Bazı bazı kanar,
bazı bazı yanar. Sorarım nesini:
uyumak mı, uyutulmak mı, Uyanmak mı,
uyandırılmak mı, çalışmak mı, Çalıştırılmak mı,
sevmek mi, sevilmek mi; Uçmak mı, ölmek
mi, öldürülmek mi..? Aradım seni:
düşündüğüm, hayal ettiğim gibi Yaşamak istediğim
gibi...sahiden, öyle misin? Bir yıldız
kopardım dalgın yaz seherinden Serpiştirdim
belleğimin eğrelti dereciklerine, Yeşillendirdim
kıyıcıklarını ağaçsı bitkilerin İlk ataları bilge
sakallı eğreltiotu ormanlarıyla. Kulak verdim
dereciklerin çağlayışına, Seslerini
dinlemek, tanımak ve zapt etmek. Seçtim geçitleri
geçirmeden önce çıplaklığımı, İşaretler koydum
yanlarına göz kararıyla. Ve geçtim yol
vermez gibi görünen dereciklerin Yıldız telâşlı
sularını yapyalın ayaklarımla. Başlamadan önce
bir başkaydı, Başardıktan sonra
daha da başkalaştı belleğim Bu sınamalarla. Seni yakalayan,
sana dokunabilen ya da Sevgililer gibi,
birbirine sarılıp kalabilen, Ya da ilk istemin
ince yumuşaklığıyla ya da İçli duygusuyla
ya da ten zevkiyle konuşabilen Var mı seninle; Özgür gözlü
yüreğimi yakan ateşine, İsim koyamadığım,
ey sevgili özgürlük! Kaynar özlemin
bilenenden yarınlara, Yaralı yankıların
zamana kazılmış İzlerinden
anlarım. Kazıyıp derledim
paramparça dalgaların İzdüşümlerini Pusatlı
dilimlerden bir antikacı gibi: Çizdim resmini
bir yağmurcun altının, Kalıcı yurt
edinmişler kıyıları, kumlukları Bu kuşlar levhalı
öykülerine göre. Koşup koşup
dururlar kurulu oyuncak misali, Kızkurusu
bedenleriyle, ipincecik gagalarıyla; Gümüş yağmurcun,
akgerdan, göl yağmurcun, Dağ yağmurcun... Ve paniktir
halleri bunların Ama yurt
edinebilmişler upuzun kıyıları. Koşuşturmak da serbest Yavrulanmak da,
uçuşmak da serbest. Okudum
levhacıklarda resimli öykülerini Ve hevesim,
geçilmez pusatlı sisler kıyısında. Yağmurcun
kuşlarının sakındıkları Kumsal tümsekliğe
bakıyorum, Epeyce uzaktır
kıyı kalesine; Kızan
kaplumbağaların tırmanıp tırmanıp, Kıçın kıçın
kaydıkları bir yarış pistidir sanki. Tepede olmak, bir
kaplumbağa zaferiyse, O halde; ölümüne
bir çabayla elde edilir Başarmak. Levhanın
paslısında işaretledim Tutsak
kızkuşunun, Kıyı kalesinin
ana burcundan uçuruluşunu Ve kalenin burçlarında Sütbeyaz tüller
içinde yağmurcun defilesini. Kuşlarda da
özgürlüktür dolu yaşamın harcı! Altın gibi
değerli notlarından okudum Telek kalemden
metal kaleme devredilen Düşünsel
elyazmalarının. Özgür gözlü
yüreğim, ben, sorgusundayım: Bu dil nasıl insanlaştı, Bu yürek nasıl
özgürleşti? Kendini tanımak,
kendince olabilmektir. Varlık olmak,
böyleyse Kendini serbestçe
yaşayabilmektir. Neresindesin
kendinin, sordun mi hiç? Dünden bugüne:
bir tek dokusan dokuz Sıfatta mısın,
sıfatların gönül zulası? Bakıp
anlayabilmek için değildir Gözlerin görevi! Ancak onlarla;
dış karanlığı delice delen, Sonsuz akıl
lâbirentlerinde ilerledikçe Yol gösteren
ışıltılı kenar dikmelerini Seçebilirsin. Öyleyse sarkıt
bilginin merdivenini içine Öğrenmek için: Çıkar dışarı onları,
kökleştir bilincini! Ve her şeyden
önce iç yolculuğun amacı: Kendi özgürlüğünü
tanıyarak özgürleşmektir. Neden bu kadar
gerek duyuyorsun Ellerime, dedim,
beynim, Ayaklarım da
onlar gibi yumuşak başlı, Kulaklarım,
gözlerim, ağzım ve dilim... Ve tüm organlarım
sanadır. Seninle uyumlu
olmayanı göremedim. Özel silahlı
birliklerin, ordun, polisin, Hafiyelerin,
vurucu gizli güçlerin... Ve
hapishanelerin, toplama kampların mı var? Yok, dedi,
beynim. Ne şaşırdım, ne
de sözü uzatmayı düşündüm. Hayran kaldım zor
kullanılmadan işleyen Eşitlikçi
düzenlerine. Bunda, dönen bir
şey olmalı, dedim. Var, dediler, bir
şey ki dengededir özü: Hakların
eşitliğine saygıdan gelir gıdası Düzenimizin. Özgürlüktür
yüreğin sanat tanrıçası, Güzelliğine sınır
konulur ama aşkına zincir Vurulamaz! Beyindir,
zorlanınca düşünür, dardadır: Ayağın ele
öykünmesini, dilin dile iğnesini, Gözün
ısırganlığını... Ve çözdüm
organsal bağlılıklarını: Yaşamsal
işbirliği, demişler medenice bir arada Oluşlarına. Ağırlanırsın
kızıl kınalı, gelen ne ola: Sancıdır, Büyüyen bebendir,
ateş yanardağıdır hırsındaki. Kayıtlar ebenin
zor saati dalga dalga haykıran Yerin yüreğindeki
ateşin kızgın köpürmelerini. Ve ben, uyurken
aldattım seni; Gülden güle
giysilendim, Daldım
derinliğine içine, çaldım canlı ruhunu, Emzirdim memenle,
yatırdım yüreğimle. O günden beridir
ki sensin içimi ateşleyen... Ana kalışına
kanadım senin, Şafakla doğan
özgürlüksün güne, Sormadım
bedelini, alabilende, Alıp
koruyabilendesin. Ne dev bir
yapıtta, ne tunçtan, ne bakırdan, Ne mermer bir
anıttasın. Döndüm tabuyu
sorgulamak için Masal gibi
bilinen geçmiş zamanın Arka bahçelerine. Yasakların
tutsağı ve günahların cezalısı Benim Yaratan da, tapan
da, boyun eğen de... Ve onlardan bir
ben var: suçsuz, günahsız, Tertemiz bir ben; Bu ben’dir ki
beni, ben edendir. Ben’imi
istiyorum, uydurup kendimi Hapsettiğim
tabulardan, Yarattığım
putların cümlesinden. Nasıl ki anadan
doğma gelişimle Kimse tarafından
ayıpsanmayan bir bensem, O’nu istiyorum! De ki gel; zafer
şarkıları eşliğinde, gür sesinle, Rüzgârla güreşen,
ileriye fırlayan göğsünle gel! De ki duy; söz
bilen dilin, bakan gözün, Çalışan elin, Açılan ayağın,
düşünen beynin varsa, gel! De ki gör beni,
bir bebek gibi el çırparak, Bir yavru kuş
gibi Annesinin
kanadına sığınarak, gel! De ki vay, bana,
uzak ve yakın tutuklu zamanların Sayımından,
hücresinden, infaz sehpasından gel! Özlemlerim; Dalgası belâlı
göllere bağlandı, kanar kaldı içimde, Hallerimi kervan
ettim, bindirdim yollara Yükledim
dileklerimi nehirlere, saldım yadellere Bir bilenim, bir
dert koşanım olmaz mı ola? De ki tarih;
kaldır elini, koy vicdanına, Başınla bir selâm
ver de gel, İki kara kaşın
kubrasında, Bir çift şahin
gözün tanıklığında geçirdim Bunca ömrü
peşinde. Ve sürüldüğüm,
kaçaklara fişlendiğim Ve uğruna dağlara
dayandığım, sevdasına Pusulara
kapandığım, Yollara düştüğüm
ve sınırları aştığım, Horlandığım... Ve sonrası: deniz
uzağı bir memleketten Baş kuşanmaksız,
kuşak üzerine Meşin palaska
bağlamaksız, Bir tabut
yalnızlığında döndüğüm Sesimize sağır
bir dünya içre, Öylece de
defnedildiğim. Ve şimdi kendi
toprağımda, Sakin bir köy
mezarlığında, bir köy ki Berzan’dır ismi,
göklerden ateşin yağışını Oyuncak bilir. Ve her yanım
ferman yangınıdır hâlâ! De ki doğ;
unutulmuşluğun tunç sarısı Sabahında, Bir daha batmamak
üzere, doğ umutlarıma! Umutlarım ki
havada yağmur bulutları gibi Sabırsız Ve yerde susuz
tohum gibi suya muhtaç. Ve onlar ki
yaratıcı titizliğiyle düşlenir Ve yürek
içimlerine sunulur daha güzel Günlerin
müjdelenmesi için. Bunun içindir ki
özgür gözlü yüreğim, ben: Yaratandım,
ezilendim, sevilendim, barışandım Bir âleme ben,
dedim, benlik sevdasındaysam Namerdim! Ancak özgür
ben’lerledir yücelmenin yüce’liği. Hal bu üzre;
herkes ve her şey için Atan yüreklerin
vazgeçilmez çeşnisidir Özgürce yaşamak. Hal bu üzre hal;
doğa ve toplum yasalarına, Egemen olmaktır Özgür insanlar
tutkusunda buluşmak. Hal bu üzre
haldır ki Yüreğim, sanat
gözlü yürektir Hem eseridir, hem
ustasıdır anlayabilene. Ve evrensel
gülümser; oynar kendi sahnesinde, Süzülür akar
yüreğinize kendi penceresinden.
İfadesi,
anlamından üstün bir şey istiyorum, Gelmiş, geçmiş ve
gelecek hünerli zamanların Kalem, keski ve
fırça tutan düşlemelerinden Bir resim, bir
desen, bir kabartma veya Bir yontu gibi
olmayacak, Kendisi veya
kendisi gibi olmalı Öyle de
kalabilmelidir. En iyi resim veya
desen, kabartma veya yontu Her zaman canlı
olarak kalabilendir. Sanat gözlü
yüreğim ben, yüreğimi istiyorum Gelmiş ve geçmiş
ve yaşanacak ömürlerin Hünerli
ellerinden. Çekilmeden önce
suretim, bakışlarım çekti onu. Yüzümü
göremeyecektim, içmeye eğilirken Ayna gibi gülen
suya rastlamasaydım, Dudaklarıma değen
ilk görüntümden irkildim. Korkunç ya da
soğuk mu görünmüştüm, Gerçeği
ilettikleri için suçlu muydu gözlerim Ve suç ortakları,
teşhir edici sular mıydı ki Bundan sonra
yüzümü, önüme sürmeye Devam
edeceklerinden hiçbir kuşkum yoktu. Baktım, güldüm,
izledim, düşündüm...derken Sevdim gözlerimin
çizimlerinden resimlerimi. Çekilmeden önce
eserim, taş keskim çizdi onu. Bir şey
canlanıyor, bir şeylerden farklılaşıyor. Şimdiye kadar
gördüklerimden farklı bir şey Öyle etkili bir
şey ki eserimdir, bizi koruyacak, Avladığım,
beslendiğim ve taptığımız bir şey. Varlığımızı ona
borçluyuz, boğaz borcumuz... Ona daha yakın
olmak, bir gönül borcu mu? Ve bizi, daha iyi
koruyup esirgemesi için Kayadan evimizin
duvarlarına geçirmeliyiz. Onunla baş başa
olmak, onu düşünerek uymak, Uykularımızı
rahat, günümüzü bereketli kılar. Çizilirken kurgu,
esinlenen yürek işleniyordu. Sanat gözlü
yüreğim ben, binasını kuruyorum. Usulca kazın, kazıcılar,
incinmesin toprağım Aman, dokunmayın
teline, Çalmasın ezgisini
çevrilmemiş duvarların! Kazın, kazıcılar,
zevkle kazın, Mezar değildir
bu; Coşun, gülün,
eğlenin...neşeniz eksilmesin! Temeli sağlam
olsun, Hareketli bir
düzeneği gezdiren bilyeler gibi Bir yığın dünya
dönecek havuzlu döşemesinde Ve yanan bir
yürek kondurulacak kulesine. Töreye karşı, Haklı bir
başkaldırıda mıdır mimarım? Kıyılarak bir
cana, kurban kanı akıtılmaz, Serpilir sulu
boyalar fırçalarla kazılara O halde; Kansız temeller
atılır ve iskeleler bağlanır. Kazın, kazıcılar,
kırın molozu, kırıcılar! Küreleyin
kazılanı, kürekleyin kürekçiler! Dolsun
teskereler, dolsun taşıma sepetleri. Taşıyın,
taşıyıcılar toprağı, kırığı ve kıymığı... Dökün, doysun
çukurlar, düzlensin yapı alanı! Örülürken
duvarlar açılıyordu figür zeminleri. Bu zanaat, Bu gidiş üzredir
yapıcılar çevresinde: Ustanın, çırağın
ve demircinin, kalıpçının Ve betoncunun,
tesviyecinin ve sucunun, Ve sıvacının,
badanacının ve marangozun Ve mutfakçının,
çaycının ve ekmekçinin Ve toplamıdır el
altı ve el üstü çalışanların Ve türküleriyle,
oyunlarıyla ve gülmeceleriyle Gün, güne
kıskanadursun, duvarlar yükselir. Ve sanat gözlü
yüreğimin çıplak anatomisi, Ana bölümler
halinde hazırlanır bezenmeye. Gözün, taşın
rengine sevgisindendir doğuşum. Kırdım çakıl
taşını, seçtim irisini, ufağını Ayırdım
renklerine göre siyahını, beyazını, Ve kırmızısını,
yeşilini ve ciğer kırmasını... Ve bu işe böyle
başladım eski çağlardan beri. Dizdim macun gibi
astarlı döşemelerine Sarayların,
tapınakların ve havuzlu konakların Ve bu işe böyle
kanadım Çekiç ve çakıl
taşı arasından desene akandım. Ve sonra; süslü
camın türlü rengiyle kanadım, Damar damar
işlendim duvarlara ve tavanlara Görkemli
yapıların. Oyma, kalemle
ağacın resimli sözleşmesidir. Duyguların
köşkünde Sabrın ve hünerin
gönüllü hizmetçisiyim. Kaldırdım,
baktım, çevirdim, tanıdım, İndirdim, baktım,
okudum biçilmiş tahtaları. Merak etmedim
cinsini, cibilliyetini Ve hangi ormandan
ve yöreden olduklarını Ve kaç bıçaktan
biçilip geldiklerini; Irgalamaz beni,
damar kalemim sorar bunları. Kapı aynasına mı
konuklar, sundurmaya mı, Pencerelere mi,
duvarlara mı, tavanlara mı... Sanatkâr
yüreğimin işidir, karışmam zevkine. Duygulanır,
çalışırım: şarkı gibidir işim Yüreğim oymalı
şarkıdır, yüreğim kalemlidir, Kabarır oymalarım
saat saat canlanarak Ve yaprağı,
çiçeği ve salkımı...nakışlayarak. Ve takılacak
takıları Duyguların
köşkünde sanat gözlü yüreğimin. Bir inzivadır
kurşunla rengin cama sarılması. Gördüm seni
camların makyajlı yanaklarında, Süslenmişsin,
gelin gibi değilsin, farkındayım. Dilimin
yastığında ismin, söylemedim, Boyanmışsın,
palyaço yüzüne benziyor yüzün. Sevgilin var mı
işinden başka, dargın mısın, Neden suskunsun,
çileye mi çekildin onunla? Helâl olsun sana,
derim usta, Kurşunu, Kurşun etmemişsin
adresine ölümlerin! Şuna değdi elim,
buna değmedi derken Yakalamışsın
rengin içlenişini, İçirmişsin
senfonisini hüzünlü camlara, Dilip kesmişsin Ve pay etmişsin
kurşun şeritlere. Helâl olsun sana,
derim usta, Kurşunu, Kurşun etmemişsin
adresine ölümlerin, Gönül odalarına
konulacak vitrayların! Gördüğüm heykelin
içine sızdım, oturdum. Bezenince onunla,
tanıyamadım heykelimi. Tekrarındayım,
nasıl buluşmuştum seninle, Yitik gerçeğimde
aranan bir buluntu muydun Yoksa sen mi
bulgulamıştın beni? Kısır dalaşı
bırakalım, gel, yaratalım beraber! Betimleyebilirsek çokluktan var oluşumuzu,
Mutlaktır, birileri görür, hak verir birliğimize. Nerelisin, deme, ıhlamura,
mauna, meşeye Ve çama, cevize...biz, her yerliyiz! Bu işe başlarken Ağacın
seçilmişlerinden girdim söze. Eğrisini, doğrusunu eğeleyip düzenlerken,
Yontularak yaratılanda olmaktır emelimiz. Yüreğim, sanat
gözlü yürektir yüreğinize, Dönerim bir adım
öncesine, kanarız gayri. Tartarım göz
alışkanlığıyla yontulukları. Sularım, kararım
killi toprağın hamurunu, Gelince kıvamına,
dökerim Bir dökümhaneden
çıkar gibi heykelcikleri, Pişiririm
fırınlarda ateşin yapıcı yakıcılığıyla. Veririm
korumalığına sevenlerin; Her birine ne
sırlar, ne güçler yüklemişim! Yüreğim,
araştıran yürektir kanan yüreğinize, Dönerim onca adım
sonrasına, yanarız gayri. Düşündüm yaşam
pınarı gibi canlı armonisini: Taştan, mermerden
mi yontsam, yontulmaz ki! Çınardan mınardan
mı oysam, oyulmaz ki! Kilden milden mi
yoğursam, yoğrulmaz ki! Tunçtan, gümüşten
veya pirinçten Ya da bakırdan mı
dövsem, dövülmez ki! Tasarladım üç
boyutlu cisimsel armatürünü. Düğümleyip
dokudum lifli tellerini, Nasıl çekerse bir
örümcek fileli yuvasını Öyle çekilip
gerildi yüreğimin dokuları. Kapaklı
kulakçıklarını, torbalı karıncıklarını, Atarını, toplarını,
tüm borucuklarını yatırdım. Çadır bezi gibi
geçirdim dışına kaslı astarını, Damarcıkları
ışıklandırdım kırmızılı, mavili... Mavi bebek de
güler akışında, kızıl bebek de Ve hafif bir
akımla ateşlendirdim gülüşlerini Ve yüreğimdir
onlarca yontulaşan, Diktim Sanat gözlü
yüreğimin galeri pasajlarına Yere bakan taç
yapraklı kristal dikmelerini Ve astım
yüreklerimi renkli lambalar gibi. Herkes biraz
dişidir çini gibi, sonra ayrışır Cinslerine,
erkeğin memeli oluşu bundandır: Çinilenmeli gönül
tasım, topraktansa gelişim. Aradım soylusunu,
bulunca huylu bir ocakta, Taş bir yalakta
beklettim topraklığını, Arıttım, kuvars
ve kireç kattım saflığına. Bu, ne zor
duruluştur demedim Kalıpladım
biçimini, kalıplarla girdin ateşlere. Levhalara
ayrılmış olarak geldin kalem ağzına: Allandın,
pullandın bir incili mercan gibi Ve zarifti
sırlanışın, cilâlanışın... Yine atıldın
ateşlere bir nazarlık güzellik için! Övdüm
yıldızlısını, halkalısını, karelisini... Övdüm gül
çiçeklisini, yapraklısını, servilisini Övdüm cemalini,
şeklini ve şemailini... Giydirdim gönül
güneşimin çeşmelerine. Yeşil duvarın
böylesi ne görüldü, ne duyuldu Çocuksu bir çitle
çevrilir sanat gözlü yüreğim. Düşlerim üretken,
umutlarım vardiyalı çalışır Her gün uyku
sefasındayken ölmez yontucular, Koyuluyorum yarım
kalan işlerine: Yontuyorum
tomurlarını mermerin ve taşın Yoğuruyorum kilin
diri çamurunu... Tıraşlıyorum
sıradaki parçaları... Dövüyorum tuncu,
bakırı, pirinci... Heykelcikler
yapıyorum ustalardan gizlice Ya da başka bir
şeyler yapıyorum Saçları dal dal,
başları afacan tomurcuklu, Elleri ışıklı,
boyları ve ayakları çiçekli Ve kaşları,
gözleri, dudakları ve burunları... Heykelcikler
yapıyorum herkesten habersiz, Belleri incecik
dallı, dalları envayi çiçekli Ve saflıyorum
çocukları, yemyeşildir yaşları, Göğüsleri uğur
böcekli, yürekleri çiçekli... Ve sarıyorlar
sanat gözlü yüreğimin havasını Benden,
gecelerden ve uykulardan habersiz Ve hal bu üzre ki
bir yürek hüneridir yaşamak. Ne üzredir hal
çok çekimli yaşam sahnelerinde! Halloluş üzre, sebatlı
oyuncusuyum çekimlerin. Bir pencere
kapanırken bir başkası açar perdeyi Dün de böyleydi,
bugün de öyle, yarın da mı? Ben dönerim
dünlerden bugünlere ve yarınlara Öyle bir yapının
içindeyim ki dönüşleri Çekimlenen, ben
değilim! Almadım
avuçlarıma evreni, alamazdım da Çünkü yüreğim
güneştir evrenin avuçlarında; Hal bu üzredir ki
bir yürek çeşnisidir yaşamak Ve yaşarım
pencerelerinde yüreklerin!
***
* Dergimizde 4 bölüm olarak yayımladığımız bu şiir, 44 DIN A 4 sayfası (yaklaşık 120 kitap sayfası) uzunluğunda bir
dosyadır. Bu dosyayı kitaplaştırmak isteyen yayınevi dergimiz H@vuz'la ya da
Abdullah Karabağ ile direk ilişkiye geçebilir.
dergi@havuz.de
/abdullahkarabag@hotmail.com
Abdullah Karabağ/ Lozan 8 Şubat 2004 - 25 Ağustos 2005