ana sayfa / editorial / içindekiler / iletişim / arşiv / havuz hakkında

 

*Bir Yürek Çeşnisidir Yaşamak (IV)

   

 
Doğum günümü unutmayın, anne,
Bizden hiç kimse unutmamalı!
 
Doğduğumda, balık olup dalacağım,
Öyle bir dalacağım ki bu dalışın adı
Deniz yolculuğudur.
Öylesine tatlı bir yer ki senin karnındaki
Yani rahmindeki yerim gibi rahat.
Öyle zengin bir yer ki
Ne ararsan bulunur, hele canlılar dünyasında.
Neler yok ki:
Bitkisel kentler, taşıl kasabalar, tüneller...
Çok geçitli köprüler, mantar ocakları...
Makarna başlı ağaçlar, rengârenk çiçekler...
 
Uçsuz bucaksız bir deniz dünyası, anne
Ve orada her şey var fakat insan yokmuş.
Neden insansız olsun o dünya?
Böyle bir dünyayı düşleyelim, anne!
Böyle bir dünyayı düşünelim, anne!
Oraya taşınmalıyız hemen, hep beraber!
Çocuklar, oyuncaksız, parksız ve bahçesiz
Ve hiç kimse
Evsiz, işsiz ve arabasız olmayacak orada.
Ve orada, silahlı oyunlar bilinmeyecek,
Unutulacak silahlar!
Denizlerin dünyasını düşle, anne,
Gözlerin renkli dünyası gibi masalsı,
Suların altında, batıkta gizleniyor, batık!
 
Büyüdüğümde de dalgıç olup dalacağım
Denizlerin dünyasına uçan bir balık gibi Yüzeceğim...Açılacağım...Gezineceğim...
Bulursam çiçekçi gülçiçeğin kızı gelgözümü,
Çiçekli parklar yapacağız çocuklara.
 
İşte, balıklar, görüyor musun, anne
Ne kadar çok balık varmış denizin karnında!
Renkler cümbüşü müdür, balık festivali mi,
Vücut gösterisi midir, yüzgeçler dalgası mı?
 
Ve siz ve sizler ve diğerleri;
Ayakları suda oldukları halde göremeyenler,
Anlayabiliyor musunuz, çocuk gözlerimizle
Bu dünyayı, yani dünyalarımızı?
 
Bunlar, balerin balıklar mı, kostümleri çizgili.
Pulcukları: sulu sarılı, çakır benli, al kırmızılı.
Sanki boya küplerine batırılıp çıkarılmışlar...
Çıkarılıp batırılmışlar.
Şunlara bakın: ışıl ışıl süzülüyorlar,
Pır pır kaçıyorlar bahar kelebekleri gibi.
Balık dünyasında ağaçlar tenli midir ki
Ve sünger gibi delik deşiktir yaprakları.
Örtülüdürler deniz döleşiyle deniz dağları,
Yanardağları, vadileri ve ovaları...vay, be!
 
Bak, anne, şu gözlüklü balinaya bak, işte, şu!
Onun sırtında cam botla deniz yolculuğuna
Çıkan, benim.
Bulabilirsem iyi yürekli deniz perisini
Ve cicili bicili cücelerini, onları da alacağım
Balinama; götürür, bir tanker gibi güçlüdür.
Sonra kardeşlerimi, arkadaşlarımı, sahi, anne,
Nerede kızkardeşim, salıncakla uçan ablam?
Onu da istiyorum!
Anne,
Benden önce ağzından çıkıp, leyleğin ağzındaki
Salıncağa binmişti ya, görmeliyim onu!
Araya araya günü, gece; geceyi, gün ettim.
Babam gibi konuşuyorum, değil mi?
Ve deniz dünyasında gece ve gündüz aynıdır.
Başka memleketlere,
Başka dünyalara uçmuş olablirler mi,
Hiçbirine rastlamadım hâlâ.
Oysa burada, deniz altında her şey o kadar canlı,
O kadar hoş ki ayrılmak zor.
Bir deniz düşün, anne, orada bir balık olmak,
Orada bin kanatlı bir kelebek olmak, ne güzel!
 
Bulacağım çiçekçi gülçiçeğin kızı gelgözümü,
Ve o leyleğin ağzındaki salıncakla uçan ablamı.
Bulacağım aradıklarımı,
Çağıracağım arkadaşlarımı
Ve ülkelerin bütün çocuklarını.
Bir dünya kuracağız burada, herkese oyuncak,
Herkese okul, herkese iş ve özgür yaşam...
Yaşasın babam!
 
Haydi, doğur beni, anne
Doğurcaksan böyle bir dünya için doğur.
Düşlerimle düştüm rahmine
Ve yüreğim, çocuk gözlü yürektir
Yanmayacak yoksul ateşleriyle
Sütsüz, mamasız, oyuncaksız çocuklar gibi!
 
Hal bu üzre; kuşaktan kuşağa bir doğa
Yarışıdır insanın,
İnsandan insana çocukla bayraklaşması.
Hal bu üzre hal; aşktan yuvaya, sudan rahime,
Rahimden doğuma bir çocuk çeşnisidir varmak.
Hal bu üzre haldır ki yüreğim,
Güneş gözlü yürektir,
Anlayarak yaşamaktır bakıp okuyabilene.
Ve yanar kendi ateşinde güneşim, yanarken
Aydınlatır her şeyi kendi penceresinden.
 


Senden parlak ve daha sıcak başka
Bir yıldız var mı,
Evren denilen şu sonsuz ve tehlikeli boşlukta?
Aydınlık ve karanlık,
Birbirilerinin ayak izlerinde yürürler,
Bir bütünün yer değiştiren parçaları gibi.
Elbette dünyalı yüzümü aydınlatıp ısıtan
Yanına gündüz, öbür yanına da gece, derim.
Ve karanlık soğuktur, korkuludur, isterim ki
Felaket yüzü görmesin âleme bakan gözün.
Tapılası ateş güzeli yüzle döner
Güneş’im kendi ağırlığınca,
Kendi yolunca doğudan batıya
Yerküresinin aksine; o döner, uydular uyar
Ve ben yanarım yürek ekseninde.
Mayadır ışığın, fırına sürdüm çiğ güneşleri
Ellerimle.
Fırındır göğsüm basılı toprak altında;
Senin sıcaklığında düşün, umudun, işin,
Kökleri üzerinde ete, kemiğe bürünmesidir
Mavi gülücüklü balonlar pişireceğim sana
Ey ateşi, yüreklere güneş gözlü, yüreğim!
 
Kurşun grisi sis bulutunu önüne alarak
Kanlı bir yumurta sarısı gibi sıyrıldın
Ufuktan bugün,
Sana eş, ne güneşler yatar
Bol ekimli yüreğimde, çekirdekten fideye
Çiçekten çerez meyveye.
Ben, bir günçiçeğiyim: günebakan’ım,
Eğilir sevdalı başım doğuşuna, yükselişine
Ve batışına.
Cismin senin olsun,
Karşılıksız besi hazırlama aşkına,
Bakışlarınla seven yüzüne hayranım.
 
Günbalım, sarıgözlüm, güneş gözlü yüreğim,
Bilemezsin, yanarım çil-sarı ışıklar içinde!
Benden mi alırsın rengini; mavimsi bakarım
Mavimsi gülerim beyazdan kırmızıya.
Kaynarım bulgur gibi,
Çiçekli başına benzer kaynayışım
Kuşanırım pembece bir kuşakla,
Sonra incili-ışıklı bir taç koyarım başıma
Ve bu taçtan saçılan tanecik esintileriyle
Ulaşırım size ait olan yerlere.
 
Evrende dönmeyen ne var ki, var olan döner.
 
Dönmek harakettir, dönerim onunla ölesiye.
Dinecek gibi değil içimdeki kanama,
Dış çeperinden iğnelenir yüreğim
Başak yangını gibi.
Ten ten karalıdır tenim
Çıban yarası değil yüzümdeki yaralar
Ateşli bir sevdanın silinmez izleridir.
Güneş gözlü yüreğim, ben; ışıktır, renktir,
Atom zelzelesidir ve zehir zıkkım bir ateştir
Benimki.
 
Güneş’in gizli köşkünde, kafesini kırıp
Kaçan uçarı bir böcek gibidir yüreğim.
 
Kelebeklere sesleniyorum her yerden,
Düşsel kanatlı kelebekleri topluyorum
Gece ve gündüz,
Yuvaları bozmadan, kapı kapı dolaşarak.
Yasakların sınırlarını aşıyorum, koşun,
Kelebekleri çağırıyorum,
Yolculuk var içimizdeki güneşlere doğru!
Altın gözlüler, altın kanatlılar, tel bacaklılar,
Renklerin
Ve desenlerin altın kral ve kraliçeleri!
 
Bas bas bağırıyorum, döne döne çağırıyorum!
 
Bir duyanım, bir görenim, bir dert paylaşanım
Çıkar mı ola:
İnci canlar saçıldı ışığın ağzından arzın dağına,
Düzüne, nehrine ve denizlerine!
Ve kutsal şeyler söylüyorum, söz yüreklendi.
Bir kızılderili yakarışıyla:
“ Babamız Güneş”in kutsanması için!
 
Güneş soyluyuz, dediler sanlarına, ilk çömleği,
Tekerleği, yazıyı ve ilk tapınak aşkını bulanlar.
 
Güneş’in oğullarıyız, dediler birbirilerine
Moğol asıllı halklardan denizden gelenler
Japon kamikazesi gibi depremli adalara.
Güneş’in oğullarıyız dediler birbirilerine
‘Çiçekli krallıklar ülkesi’nde taht için can
Aldıranlar.
 
Ve ben, güneş gözlü yüreğim, hançerlendim
Can alıcı fetvalarla, söndüm sönen nefesle!
 
Ve samurayların kanlı adaletinden uzak,
Çağının rönesansından ileri bir anda;
Yuvarlanır yazılı tarihin tekerleği sürgün
Düşünceye:
Suyun berraklığına bakıyordu.
Kaygılı gülümsemeleri,
Bir çift siyah başlı kumrunun bölüştüğü
Dalgaların gamzeli aynasınaydı.
Bir öğle üzeri, doğa gözlemindeydi
Biel Gölü’nde bir adacıkta gizlenen
Fikir firarı büyük düşünür Jan Jak Russo.
 
Ve söylerim Güneş’in şarkısını, bir öğle üzeri
Renklerin diliyle
Bir havuzun gamzelerine bakarak.
Canlanır bestenin renkleri: bir bağırıştır kırmızı
Bir görüşmedir yeşil ve bir bekleyiştir mavi.
İçlenir mor kırılmalarla: bir garip burukluktur
Lacivert, yeşil, sarı, turuncu, kırmızı ilenmeler.
Ve alevsiz yangındır ışığın gülüşleri,
Eski bir kanun gibidir, renkten tona sesi.
Güneş gözlü yüreğimle yorumlanır bestesi:
Mavimsi, yeşil nakışlı sesler maviyi,
Mavi, morumsu mavili desenler, eflatunu çalar.
Pembe görünür, kırmızı kanar, sarı ve yeşil sarı.
Ve yeşildir sesleri yüreğimi yakan renklerin
Ve pembeyi yeşille tutuşturur şu gönül koymaz
Gönlüm,
Karalar bağlamadan karalanır rengim.
 
Seslendim sana, dedim güneşlim,
Yerin ve göğün yüreklerini avuçlayarak
Ve bütün şafak kanamalarıyla.
 
Şimdi daha iyi anlıyorum düşlerimin
Güneş akademilerinin duvarlarını süsleyen
Yüzlerce çanlı
Çançiçeklerini ve çançiçeklerinin çanlarından
Çok sesli böcek konserlerini.
Şimdi daha iyi anlayabiliyorum güftelerin
Anlamlarını da:
İlkel insandan üretken insana
Varanda ve seni, baş tanrı ve ana tanrıça diye
Kutsarlarken sırtlarının pek, karınlarının
Tok olduklarını, tapınmalı özgürlük tadında;
Tarlada ve pazarda, yolda ve handa,
Savaşta ve barışta, zaferde ve yenilgide,
Yasta ve eğlencede...her yerde, her şeyde
Senin ışığın,
Ey güneş gözlü yüreğimin gümüş hazinesi,
Delikanlıca gelişen düşüncem!
 
Seslendim sana, dedim, karanlık mahzenlere
Kapansan da;
Yerin kara çukuruna girsen de, dert olup
Şu yanan bağrıma dolsan da, gezgin olup,
Her gün ak kanatlı bir yelkenliyle dolaşsan da
Engin, mavi gök denizlerini,
Ayrılığı yok bu kaçışın.
Gece gidersen öbür yanımdasın
Gündüz gelirsen bu yanımdasın,
Senden beter bir güneş yatar sol yanımda,
Döner durursun çevresinde.
 
Seslendim sana, dedim, duymadın mı,
Özümdeki ışıktan doğdun, sulara sığındın.
Avcumdaki
Tohumdan doğdun, ovalara serpildin.
Havadan geldin,
Evlere savruldun mevsimlerin elleriyle.
Ve yüreğim, insan gözlü yürektir, ne zehir
Ne kuru bir ateştir,
Tepeden tırnağa güneş yürektir!
 
Hal bu üzre; Güneş’in ateşinden, ışığından,
Renginden aldık gücü
Ve yarattık yaşam çeşnilerini.
Hal bu üzre hal; sensiz olunmazdı,
Bir de havasız
Bir de sussuz, bir de topraksız ve eşsiz.
Hal bu üzre haldır ki yüreğim, özgür gözlü
Yürektir,
Özgürlük yolunda yürüyebilene aşkolsun!
Onu kazanmak da zor, tanımak da,
Çoğu zaman yaşanmaz;
Gider, söylenir açık penceresinden.
 


Düşündüm, nesin: doğmak mı, beslenmek mi,
Büyümek mi, giyinmek mi, soyunmak mı..?
Özgür gözlü yüreğim, ben, nazlı bir umuda
Yürümüş kanım
Bazı bazı kanar, bazı bazı yanar.
Sorarım nesini: uyumak mı, uyutulmak mı,
Uyanmak mı, uyandırılmak mı, çalışmak mı,
Çalıştırılmak mı, sevmek mi, sevilmek mi;
Uçmak mı, ölmek mi, öldürülmek mi..?
Aradım seni: düşündüğüm, hayal ettiğim gibi
Yaşamak istediğim gibi...sahiden, öyle misin?
 
Bir yıldız kopardım dalgın yaz seherinden
Serpiştirdim belleğimin eğrelti dereciklerine,
Yeşillendirdim kıyıcıklarını ağaçsı bitkilerin
İlk ataları bilge sakallı eğreltiotu ormanlarıyla.
Kulak verdim dereciklerin çağlayışına,
Seslerini dinlemek, tanımak ve zapt etmek.
Seçtim geçitleri geçirmeden önce çıplaklığımı,
İşaretler koydum yanlarına göz kararıyla.
Ve geçtim yol vermez gibi görünen dereciklerin
Yıldız telâşlı sularını yapyalın ayaklarımla.
Başlamadan önce bir başkaydı,
Başardıktan sonra daha da başkalaştı belleğim
Bu sınamalarla.
 
Seni yakalayan, sana dokunabilen ya da
Sevgililer gibi, birbirine sarılıp kalabilen,
Ya da ilk istemin ince yumuşaklığıyla ya da
İçli duygusuyla ya da ten zevkiyle konuşabilen
Var mı seninle;
Özgür gözlü yüreğimi yakan ateşine,
İsim koyamadığım, ey sevgili özgürlük!
 
Kaynar özlemin bilenenden yarınlara,
Yaralı yankıların zamana kazılmış
İzlerinden anlarım.
Kazıyıp derledim paramparça dalgaların
İzdüşümlerini
Pusatlı dilimlerden bir antikacı gibi:
Çizdim resmini bir yağmurcun altının,
Kalıcı yurt edinmişler kıyıları, kumlukları
Bu kuşlar levhalı öykülerine göre.
Koşup koşup dururlar kurulu oyuncak misali,
Kızkurusu bedenleriyle, ipincecik gagalarıyla;
Gümüş yağmurcun, akgerdan, göl yağmurcun,
Dağ yağmurcun...
Ve paniktir halleri bunların
Ama yurt edinebilmişler upuzun kıyıları.
Koşuşturmak da serbest
Yavrulanmak da, uçuşmak da serbest.
Okudum levhacıklarda resimli öykülerini
Ve hevesim, geçilmez pusatlı sisler kıyısında.
 
Yağmurcun kuşlarının sakındıkları
Kumsal tümsekliğe bakıyorum,
Epeyce uzaktır kıyı kalesine;
Kızan kaplumbağaların tırmanıp tırmanıp,
Kıçın kıçın kaydıkları bir yarış pistidir sanki.
Tepede olmak, bir kaplumbağa zaferiyse,
O halde; ölümüne bir çabayla elde edilir
Başarmak.
Levhanın paslısında işaretledim
Tutsak kızkuşunun,
Kıyı kalesinin ana burcundan uçuruluşunu
Ve kalenin burçlarında
Sütbeyaz tüller içinde yağmurcun defilesini.
 
Kuşlarda da özgürlüktür dolu yaşamın harcı!
 
Altın gibi değerli notlarından okudum
Telek kalemden metal kaleme devredilen
Düşünsel elyazmalarının.
Özgür gözlü yüreğim, ben, sorgusundayım:
Bu dil nasıl insanlaştı,
Bu yürek nasıl özgürleşti?
Kendini tanımak, kendince olabilmektir.
Varlık olmak, böyleyse
Kendini serbestçe yaşayabilmektir.
Neresindesin kendinin, sordun mi hiç?
Dünden bugüne: bir tek dokusan dokuz
Sıfatta mısın, sıfatların gönül zulası?
 
Bakıp anlayabilmek için değildir
Gözlerin görevi!
Ancak onlarla; dış karanlığı delice delen,
Sonsuz akıl lâbirentlerinde ilerledikçe
Yol gösteren ışıltılı kenar dikmelerini
Seçebilirsin.
Öyleyse sarkıt bilginin merdivenini içine
Öğrenmek için:
Çıkar dışarı onları, kökleştir bilincini!
 
Ve her şeyden önce iç yolculuğun amacı:
Kendi özgürlüğünü tanıyarak özgürleşmektir.
 
Neden bu kadar gerek duyuyorsun
Ellerime, dedim, beynim,
Ayaklarım da onlar gibi yumuşak başlı,
Kulaklarım, gözlerim, ağzım ve dilim...
Ve tüm organlarım sanadır.
Seninle uyumlu olmayanı göremedim.
Özel silahlı birliklerin, ordun, polisin,
Hafiyelerin, vurucu gizli güçlerin...
Ve hapishanelerin, toplama kampların mı var?
Yok, dedi, beynim.
Ne şaşırdım, ne de sözü uzatmayı düşündüm.
Hayran kaldım zor kullanılmadan işleyen
Eşitlikçi düzenlerine.
Bunda, dönen bir şey olmalı, dedim.
Var, dediler, bir şey ki dengededir özü:
Hakların eşitliğine saygıdan gelir gıdası
Düzenimizin.
 
Özgürlüktür yüreğin sanat tanrıçası,
Güzelliğine sınır konulur ama aşkına zincir
Vurulamaz!
 
Beyindir, zorlanınca düşünür, dardadır:
Ayağın ele öykünmesini, dilin dile iğnesini,
Gözün ısırganlığını...
Ve çözdüm organsal bağlılıklarını:
Yaşamsal işbirliği, demişler medenice bir arada
Oluşlarına.
 
Ağırlanırsın kızıl kınalı, gelen ne ola:
Sancıdır,
Büyüyen bebendir, ateş yanardağıdır hırsındaki.
Kayıtlar ebenin zor saati dalga dalga haykıran
Yerin yüreğindeki ateşin kızgın köpürmelerini.
Ve ben, uyurken aldattım seni;
Gülden güle giysilendim,
Daldım derinliğine içine, çaldım canlı ruhunu,
Emzirdim memenle, yatırdım yüreğimle.
O günden beridir ki sensin içimi ateşleyen...
Ana kalışına kanadım senin,
Şafakla doğan özgürlüksün güne,
Sormadım bedelini, alabilende,
Alıp koruyabilendesin.
 
Ne dev bir yapıtta, ne tunçtan, ne bakırdan,
Ne mermer bir anıttasın.
 
Döndüm tabuyu sorgulamak için
Masal gibi bilinen geçmiş zamanın
Arka bahçelerine.
Yasakların tutsağı ve günahların cezalısı
Benim
Yaratan da, tapan da, boyun eğen de...
Ve onlardan bir ben var: suçsuz, günahsız,
Tertemiz bir ben;
Bu ben’dir ki beni, ben edendir.
Ben’imi istiyorum, uydurup kendimi
Hapsettiğim tabulardan,
Yarattığım putların cümlesinden.
Nasıl ki anadan doğma gelişimle
Kimse tarafından ayıpsanmayan bir bensem,
O’nu istiyorum!
 
De ki gel; zafer şarkıları eşliğinde, gür sesinle,
Rüzgârla güreşen, ileriye fırlayan göğsünle gel!
De ki duy; söz bilen dilin, bakan gözün,
Çalışan elin,
Açılan ayağın, düşünen beynin varsa, gel!
De ki gör beni, bir bebek gibi el çırparak,
Bir yavru kuş gibi
Annesinin kanadına sığınarak, gel!
De ki vay, bana, uzak ve yakın tutuklu zamanların
Sayımından, hücresinden, infaz sehpasından gel!
Özlemlerim;
Dalgası belâlı göllere bağlandı, kanar kaldı içimde,
Hallerimi kervan ettim, bindirdim yollara
Yükledim dileklerimi nehirlere, saldım yadellere
Bir bilenim, bir dert koşanım olmaz mı ola?
De ki tarih; kaldır elini, koy vicdanına,
Başınla bir selâm ver de gel,
İki kara kaşın kubrasında,
Bir çift şahin gözün tanıklığında geçirdim
Bunca ömrü peşinde.
Ve sürüldüğüm, kaçaklara fişlendiğim
Ve uğruna dağlara dayandığım, sevdasına
Pusulara kapandığım,
Yollara düştüğüm ve sınırları aştığım,
Horlandığım...
Ve sonrası: deniz uzağı bir memleketten
Baş kuşanmaksız, kuşak üzerine
Meşin palaska bağlamaksız,
Bir tabut yalnızlığında döndüğüm
Sesimize sağır bir dünya içre,
Öylece de defnedildiğim.
Ve şimdi kendi toprağımda,
Sakin bir köy mezarlığında, bir köy ki
Berzan’dır ismi, göklerden ateşin yağışını
Oyuncak bilir.
Ve her yanım ferman yangınıdır hâlâ!
 
De ki doğ; unutulmuşluğun tunç sarısı
Sabahında,
Bir daha batmamak üzere, doğ umutlarıma!
Umutlarım ki havada yağmur bulutları gibi
Sabırsız
Ve yerde susuz tohum gibi suya muhtaç.
Ve onlar ki yaratıcı titizliğiyle düşlenir
Ve yürek içimlerine sunulur daha güzel
Günlerin müjdelenmesi için.
Bunun içindir ki özgür gözlü yüreğim, ben:
Yaratandım, ezilendim, sevilendim, barışandım
Bir âleme ben, dedim, benlik sevdasındaysam
Namerdim!
 
Ancak özgür ben’lerledir yücelmenin yüce’liği.
 
Hal bu üzre; herkes ve her şey için
Atan yüreklerin vazgeçilmez çeşnisidir
Özgürce yaşamak.
Hal bu üzre hal; doğa ve toplum yasalarına,
Egemen olmaktır
Özgür insanlar tutkusunda buluşmak.
Hal bu üzre haldır ki
Yüreğim, sanat gözlü yürektir
Hem eseridir, hem ustasıdır anlayabilene.
Ve evrensel gülümser; oynar kendi sahnesinde,
Süzülür akar yüreğinize kendi penceresinden.
 


İfadesi, anlamından üstün bir şey istiyorum,
Gelmiş, geçmiş ve gelecek hünerli zamanların
Kalem, keski ve fırça tutan düşlemelerinden
Bir resim, bir desen, bir kabartma veya
Bir yontu gibi olmayacak,
Kendisi veya kendisi gibi olmalı
Öyle de kalabilmelidir.
En iyi resim veya desen, kabartma veya yontu
Her zaman canlı olarak kalabilendir.
Sanat gözlü yüreğim ben, yüreğimi istiyorum
Gelmiş ve geçmiş ve yaşanacak ömürlerin
Hünerli ellerinden.
 
Çekilmeden önce suretim, bakışlarım çekti onu.
 
Yüzümü göremeyecektim, içmeye eğilirken
Ayna gibi gülen suya rastlamasaydım,
Dudaklarıma değen ilk görüntümden irkildim.
Korkunç ya da soğuk mu görünmüştüm,
Gerçeği ilettikleri için suçlu muydu gözlerim
Ve suç ortakları, teşhir edici sular mıydı ki
Bundan sonra yüzümü, önüme sürmeye
Devam edeceklerinden hiçbir kuşkum yoktu.
Baktım, güldüm, izledim, düşündüm...derken
Sevdim gözlerimin çizimlerinden resimlerimi.
 
Çekilmeden önce eserim, taş keskim çizdi onu.
 
Bir şey canlanıyor, bir şeylerden farklılaşıyor.
Şimdiye kadar gördüklerimden farklı bir şey
Öyle etkili bir şey ki eserimdir, bizi koruyacak,
Avladığım, beslendiğim ve taptığımız bir şey.
Varlığımızı ona borçluyuz, boğaz borcumuz...
Ona daha yakın olmak, bir gönül borcu mu?
Ve bizi, daha iyi koruyup esirgemesi için
Kayadan evimizin duvarlarına geçirmeliyiz.
Onunla baş başa olmak, onu düşünerek uymak,
Uykularımızı rahat, günümüzü bereketli kılar.
 
Çizilirken kurgu, esinlenen yürek işleniyordu.
 
Sanat gözlü yüreğim ben, binasını kuruyorum.
Usulca kazın, kazıcılar, incinmesin toprağım
Aman, dokunmayın teline,
Çalmasın ezgisini çevrilmemiş duvarların!
Kazın, kazıcılar, zevkle kazın,
Mezar değildir bu;
Coşun, gülün, eğlenin...neşeniz eksilmesin!
Temeli sağlam olsun,
Hareketli bir düzeneği gezdiren bilyeler gibi
Bir yığın dünya dönecek havuzlu döşemesinde
Ve yanan bir yürek kondurulacak kulesine.
 
Töreye karşı,
Haklı bir başkaldırıda mıdır mimarım?
Kıyılarak bir cana, kurban kanı akıtılmaz,
Serpilir sulu boyalar fırçalarla kazılara
O halde;
Kansız temeller atılır ve iskeleler bağlanır.
 
Kazın, kazıcılar, kırın molozu, kırıcılar!
Küreleyin kazılanı, kürekleyin kürekçiler!
Dolsun teskereler, dolsun taşıma sepetleri.
Taşıyın, taşıyıcılar toprağı, kırığı ve kıymığı...
Dökün, doysun çukurlar, düzlensin yapı alanı!
 
Örülürken duvarlar açılıyordu figür zeminleri.
 
Bu zanaat,
Bu gidiş üzredir yapıcılar çevresinde:
Ustanın, çırağın ve demircinin, kalıpçının
Ve betoncunun, tesviyecinin ve sucunun,
Ve sıvacının, badanacının ve marangozun
Ve mutfakçının, çaycının ve ekmekçinin
Ve toplamıdır el altı ve el üstü çalışanların
Ve türküleriyle, oyunlarıyla ve gülmeceleriyle
Gün, güne kıskanadursun, duvarlar yükselir.
Ve sanat gözlü yüreğimin çıplak anatomisi,
Ana bölümler halinde hazırlanır bezenmeye.
 
Gözün, taşın rengine sevgisindendir doğuşum.
 
Kırdım çakıl taşını, seçtim irisini, ufağını
Ayırdım renklerine göre siyahını, beyazını,
Ve kırmızısını, yeşilini ve ciğer kırmasını...
Ve bu işe böyle başladım eski çağlardan beri.
Dizdim macun gibi astarlı döşemelerine
Sarayların, tapınakların ve havuzlu konakların
Ve bu işe böyle kanadım
Çekiç ve çakıl taşı arasından desene akandım.
Ve sonra; süslü camın türlü rengiyle kanadım,
Damar damar işlendim duvarlara ve tavanlara
Görkemli yapıların.
 
Oyma, kalemle ağacın resimli sözleşmesidir.
 
Duyguların köşkünde
Sabrın ve hünerin gönüllü hizmetçisiyim.
Kaldırdım, baktım, çevirdim, tanıdım,
İndirdim, baktım, okudum biçilmiş tahtaları.
Merak etmedim cinsini, cibilliyetini
Ve hangi ormandan ve yöreden olduklarını
Ve kaç bıçaktan biçilip geldiklerini;
Irgalamaz beni, damar kalemim sorar bunları.
Kapı aynasına mı konuklar, sundurmaya mı,
Pencerelere mi, duvarlara mı, tavanlara mı...
Sanatkâr yüreğimin işidir, karışmam zevkine.
Duygulanır, çalışırım: şarkı gibidir işim
Yüreğim oymalı şarkıdır, yüreğim kalemlidir,
Kabarır oymalarım saat saat canlanarak
Ve yaprağı, çiçeği ve salkımı...nakışlayarak.
Ve takılacak takıları
Duyguların köşkünde sanat gözlü yüreğimin.
 
Bir inzivadır kurşunla rengin cama sarılması.
 
Gördüm seni camların makyajlı yanaklarında,
Süslenmişsin, gelin gibi değilsin, farkındayım.
Dilimin yastığında ismin, söylemedim,
Boyanmışsın, palyaço yüzüne benziyor yüzün.
Sevgilin var mı işinden başka, dargın mısın,
Neden suskunsun, çileye mi çekildin onunla?
Helâl olsun sana, derim usta,
Kurşunu,
Kurşun etmemişsin adresine ölümlerin!
Şuna değdi elim, buna değmedi derken
Yakalamışsın rengin içlenişini,
İçirmişsin senfonisini hüzünlü camlara,
Dilip kesmişsin
Ve pay etmişsin kurşun şeritlere.
Helâl olsun sana, derim usta,
Kurşunu,
Kurşun etmemişsin adresine ölümlerin,
Gönül odalarına konulacak vitrayların!
 
Gördüğüm heykelin içine sızdım, oturdum.
Bezenince onunla, tanıyamadım heykelimi.
 
Tekrarındayım, nasıl buluşmuştum seninle,
Yitik gerçeğimde aranan bir buluntu muydun
Yoksa sen mi bulgulamıştın beni?
Kısır dalaşı bırakalım, gel, yaratalım beraber! Betimleyebilirsek çokluktan var oluşumuzu, Mutlaktır, birileri görür, hak verir birliğimize. Nerelisin, deme, ıhlamura, mauna, meşeye Ve çama, cevize...biz, her yerliyiz! Bu işe başlarken Ağacın seçilmişlerinden girdim söze. Eğrisini, doğrusunu eğeleyip düzenlerken, Yontularak yaratılanda olmaktır emelimiz.
 
Yüreğim, sanat gözlü yürektir yüreğinize,
Dönerim bir adım öncesine, kanarız gayri.
 
Tartarım göz alışkanlığıyla yontulukları.
Sularım, kararım killi toprağın hamurunu,
Gelince kıvamına, dökerim
Bir dökümhaneden çıkar gibi heykelcikleri,
Pişiririm fırınlarda ateşin yapıcı yakıcılığıyla.
Veririm korumalığına sevenlerin;
Her birine ne sırlar, ne güçler yüklemişim!
 
Yüreğim, araştıran yürektir kanan yüreğinize,
Dönerim onca adım sonrasına, yanarız gayri.
 
Düşündüm yaşam pınarı gibi canlı armonisini:
Taştan, mermerden mi yontsam, yontulmaz ki!
Çınardan mınardan mı oysam, oyulmaz ki!
Kilden milden mi yoğursam, yoğrulmaz ki!
Tunçtan, gümüşten veya pirinçten
Ya da bakırdan mı dövsem, dövülmez ki!
 
Tasarladım üç boyutlu cisimsel armatürünü.
 
Düğümleyip dokudum lifli tellerini,
Nasıl çekerse bir örümcek fileli yuvasını
Öyle çekilip gerildi yüreğimin dokuları.
Kapaklı kulakçıklarını, torbalı karıncıklarını,
Atarını, toplarını, tüm borucuklarını yatırdım.
Çadır bezi gibi geçirdim dışına kaslı astarını,
Damarcıkları ışıklandırdım kırmızılı, mavili...
Mavi bebek de güler akışında, kızıl bebek de
Ve hafif bir akımla ateşlendirdim gülüşlerini
Ve yüreğimdir onlarca yontulaşan,
Diktim
Sanat gözlü yüreğimin galeri pasajlarına
Yere bakan taç yapraklı kristal dikmelerini
Ve astım yüreklerimi renkli lambalar gibi.
 
Herkes biraz dişidir çini gibi, sonra ayrışır
Cinslerine, erkeğin memeli oluşu bundandır:
Çinilenmeli gönül tasım, topraktansa gelişim.
 
Aradım soylusunu, bulunca huylu bir ocakta,
Taş bir yalakta beklettim topraklığını,
Arıttım, kuvars ve kireç kattım saflığına.
Bu, ne zor duruluştur demedim
Kalıpladım biçimini, kalıplarla girdin ateşlere.
Levhalara ayrılmış olarak geldin kalem ağzına:
Allandın, pullandın bir incili mercan gibi
Ve zarifti sırlanışın, cilâlanışın...
Yine atıldın ateşlere bir nazarlık güzellik için!
Övdüm yıldızlısını, halkalısını, karelisini...
Övdüm gül çiçeklisini, yapraklısını, servilisini
Övdüm cemalini, şeklini ve şemailini...
Giydirdim gönül güneşimin çeşmelerine.
 
Yeşil duvarın böylesi ne görüldü, ne duyuldu
Çocuksu bir çitle çevrilir sanat gözlü yüreğim.
 
Düşlerim üretken, umutlarım vardiyalı çalışır
Her gün uyku sefasındayken ölmez yontucular,
Koyuluyorum yarım kalan işlerine:
Yontuyorum tomurlarını mermerin ve taşın
Yoğuruyorum kilin diri çamurunu...
Tıraşlıyorum sıradaki parçaları...
Dövüyorum tuncu, bakırı, pirinci...
Heykelcikler yapıyorum ustalardan gizlice
Ya da başka bir şeyler yapıyorum
Saçları dal dal, başları afacan tomurcuklu,
Elleri ışıklı, boyları ve ayakları çiçekli
Ve kaşları, gözleri, dudakları ve burunları...
Heykelcikler yapıyorum herkesten habersiz,
Belleri incecik dallı, dalları envayi çiçekli
Ve saflıyorum çocukları, yemyeşildir yaşları,
Göğüsleri uğur böcekli, yürekleri çiçekli...
Ve sarıyorlar sanat gözlü yüreğimin havasını
Benden, gecelerden ve uykulardan habersiz
Ve hal bu üzre ki bir yürek hüneridir yaşamak.
 
Ne üzredir hal çok çekimli yaşam sahnelerinde!
 
Halloluş üzre, sebatlı oyuncusuyum çekimlerin.
Bir pencere kapanırken bir başkası açar perdeyi
Dün de böyleydi, bugün de öyle, yarın da mı?
Ben dönerim dünlerden bugünlere ve yarınlara
Öyle bir yapının içindeyim ki dönüşleri
Çekimlenen, ben değilim!
Almadım avuçlarıma evreni, alamazdım da
Çünkü yüreğim güneştir evrenin avuçlarında;
Hal bu üzredir ki bir yürek çeşnisidir yaşamak
Ve yaşarım pencerelerinde yüreklerin!
                        
***

* Dergimizde 4 bölüm olarak yayımladığımız bu şiir, 44 DIN A 4 sayfası (yaklaşık 120 kitap sayfası) uzunluğunda bir dosyadır. Bu dosyayı kitaplaştırmak isteyen yayınevi dergimiz H@vuz'la ya da Abdullah Karabağ ile direk ilişkiye geçebilir.

dergi@havuz.de /abdullahkarabag@hotmail.com
                                                                                             
   
 

Abdullah Karabağ/ Lozan 8 Şubat 2004 - 25 Ağustos 2005