* *
*
Trafik
gürültüsü bile onu uyandırmaya
yetecek
kadar kuvvetli değildi. Vücudu onun sağlayabildiğinden daha
fazla istirahata
ihtiyaç duyuyordu. Ağzı hâlâ
açık ve göz kapakları
düşüktü. Yanağına akan
salyası bir çizgi halinde kurumuştu. Saçları
dağılmıştı ve en derin
uykusundayken bile nefes alışı kısa kısa ve acı doluydu. Sadece tenini
yakmaya
başlayan güneş ışıkları yüzünden
dünyaya gözlerinin penceresinden bakmaya
başlamak zorunda kaldı. Diman artık yanında değildi, işe gitmişti.
Yavaş yavaş
gözlerini ovuşturdu. O anda tüm varlığı kendisinin
bir tablosu gibi
görünüverdi. Onun hiçlikten
varoluşa geçişinin ve sonra da Fromberg
Parkı’ndaki
o betonarme banka uzanışına kadar olan sürecin bir
panoramasını resmediyordu bu
tablo. O andan hiçliğe geri
dönüşüne kadar geçecek
süre zarfında başına neler
geleceğini de gösteren bir tablo.
Geçen gece etini pazarlamak amacıyla giymiş
olduğu giysileri toparlayıp yolun öbür tarafına
geçti ve yıkanmak için Kali
Besar’a
gitti. Yolda değişik suratlara sahip, türlü
türlü insanla karşılaştı. Bu
insanların arasında bir zamanlar vücudunun tadına bakmış
olanları ayırt
edemiyordu. Zaten onlar da onu tanımıyorlardı. Ne farkederdi ki? Onlara
değil,
paralarına ihtiyacı vardı.
Onların
da ona ihtiyacı yoktu. Sadece etini
istiyorlardı. O da belirli zamanlarda, hep değil.
Kendisini
nehrin sarımtrak sularına bıraktığında
hep rahatlamış hissederdi. Gücü geri gelir, her
hücresini, her kasını
doldururdu. O da tarağını çıkartıp saçlarını
tarardı. Nehrin kenarında oturmuş
dinlenirken demiryolunun kenarındaki onlarca, yüzlerce bedenin
arasında birini
seçti gözleri. Çok yakından tanıdığı bir
bedendi bu. Düşüncelerinden bir an
bile olsun çıkmayan bir beden: Hatice!
O
bedeni sarmalayan elbiseleri çok iyi
hatırlıyordu. Hatice’ye vermiş olduğu kendi elbiseleriydi.
Blüzün rengi
solmuştu. Mümkün olduğunca
görünmemek için suya atladı. Sonra kendi
kendine
sordu. Neden korkuyorum ki? O benim kızkardeşim! O benim öz
kızkardeşim!
Aceleyle sudan çıktı ve giyindi. Kali
Besar’ın kıyısından tırmanıp Hatice’ye
doğru ilerlemeye başladı. Hemen
önündeki radyo tamircisinden müzik sesleri
geliyordu. Bu onun dünyası değildi!
Dans müziği için vakti yoktu.
Önünden trafik akıp gidiyrdu. Bu da onun
dünyası
değildi! Ütülü elbiseleri içinde
memurlar ofislerine gidiyorlardı. Onun dünyası
değil! Sadece Hatice onun dünyasına aitti.
Hatice
büyümüştü.
Göğüsleri olgunlaşmıştı. Bu,
ışığın vücudu üzerindeki hareketinden belli oluyordu.
Hatice büyümüştü. Ve
göğüsleri de gerçekten olgunlaşmıştı. Bir
anda içine bir hüzün
çöktü. Kendi
derisi sarkmaya başlamıştı. Ve artık bir zamanlar içinde
olduğu dünyaya geri
dönme şansı kesinlikle yoktu. Sanki onun kampung’u
– Kebajoran –
cennete gitmişti. Bir
zamanlar ait olduğu aileyi de beraberinde götürerek.
Yaklaştıkça
kızkardeşinin vücudunu daha
dikkatlice incelemeye başladı. Benim de eskiden vücudum
böyle düzgün
şekilliydi. Hatta daha güzeldi. Ve daha zarif. Ve beni daha
çok erkek
arzulardı. Ve ben ondan daha becerikliydim. Hatice yemek pişiremezdi,
ben ise
çok iyi yapardım. Ama bütün bunların şimdi
ne anlamı var ki? Ben şimdi buyum,
onun ise hâlâ seçme şansı var. Ben
seçimimi yaptım ve yanlışı seçtim.
Emine,
Hatice’ye giderek yaklaşıyordu. Kalbi
daha hızlı çarpmaya başladı. O kadar da söylemişti
kendi kendine: Kebajoran’dan
gelen haberleri dinleme! Kalbini kırmaktan başka bir işe
yaramayacaklar. Ama
kendi kendine vermiş olduğu bu sözü hatıralar ezmiş,
paramparça etmişti.
Cennete gitmiş olan kampung’unun
ve
ailesinin hatıraları. Hayatı düz bir çizgide
ilerlesin istemişti. Ama o hayat,
şimdi tamamen şekilsiz bir hal almıştı. Amacı hayatını bir kez daha
düzgün bir
hale getirmekti.
“Hatice!”
diye seslendi kıza.
Seslendiği
kız, o eskimiş elbiseler içindeki
kız, onu gördü.
Hatice
onu hatırlayamadı. Yıllardır paramparça
olan, gece ayazının ve hatıraların yaktığı ve kalbinin acısının ezdiği
ablasını
tanımıyordu. Suratı zayıf ve solgun, sırtı dümdüz,
gözleri kataraktlı ve derisi
de çürüklerle kaplıydı. Hatice hemen
oradan uzaklaşmak istedi.
“Hatice!
Beni tanıyamadın mı?” dedi Emine,
kendinden bile şüphe duyan bir sesle.
Hatice
düşündü. Kısa süren bir şaşkınlık
yaşadı.
Sonra ise korku, tiksinti ve hayal kırıklığı, hepsi gözlerinde
dans etmeye
başladı.
“Emine!
Emine! Sen misin abla?” diye sordu,
mutlu ama bir anda nefretle dolan bir sesle. Gözleri,
saçlarından kirli
elbiselerine kaydı. Güvensizliği bakışlarında
açıkça seçiliyordu. “Senden
haber
almayalı uzun zaman oldu.” Sonra sert bir sesle patlayıverdi:
“Emine, sen
dilenci mi oldun?”
“Ben
mi?”
Emine
hiçbir zaman hangisinin daha iyi olduğuna
karar verememişti. Dilenmek mi, yoksa aylardır zoraki bir
biçimde yaptığı gibi
gecenin bir gölgesi olmak mı?
Aniden
sordu: “Cakarta’ya tatil için mi geldin,
Hatice?”
“Alışverişe
geldim Emine” dedi, gösteriş
yapabilmekten duyduğu gururla. “Giyecek birşeyler, kırmızı
ipek bir elbise, iki
etek ve bir ruj.”
“Evleniyor
musun yani?”
“Evet
evleniyorum, Emine. İki hafta sonra” diye
cevap verdi, sanki bir zafer kazanmışcasına.
“Daha
mutlu bir hayatın olacak” dedi Emine. Sesi
kıskançlığın sınırındaki bir hüznü
yansıtıyordu.
“En
azından eskisinden daha iyi olacak. Ama şu
anda kendimi gerçekten mutlu hissediyorum. Kırmızı ipek,
etek ve ruj aldım.
Abla, biliyor musun parayı Salih verdi.”
“Salih
mi? Peki niye bana da vermedi? Bana?
Karısına?”
“Senin
hatan. Niye kaçtın?”
Emine
içini çekti. Ama bu iç
çekişi hiçbir insan
kulağı duymadı, kendisininkiler bile. Birazcık
sıcaklık isteyen bir sesle
konuşmaya başladı.
“Kim
dayanabilirdi, Hatice? Kim dayanabilirdi?
Salih’e evi ve çiftliğimizi satmamasını
söyledim. Bunlar bizim hayatımız dedim.
Bizim ekmek teknemiz dedim. Ama o ne dedi? Başımızın derde girmesini
istemiyorsak, mal varlığımızı devlete teslim etmeliymişiz. Evi de
arsayı da
sattı. Üç bin rupiah
karşılığında!
Sonra artık pirinç likörü ve şeker
üretemez olduk. Ben de rudjak
satamaz hale geldim, çünkü yapacak
malzememiz kalmamıştı.
Başka bir çiftlik de alamadık
çünkü kimse satmıyordu.”
“Pasar
Baru’ya
gitmeliyim” dedi Hatice.
Emine’nin
kalbine bir acı saplandı. Umutla
Hatice’den bir sıcaklık bekliyordu.
“Bekle!
Bir dakika bekle!”
Hatice’nin
gözlerinde korku beliriverdi. Ama
direnmedi. Emine hikayesini anlatmaya devam etti.
“Hatice,
yapıp satabileceğimiz hiçbir şey
kalmamıştı. Salih de başkasının evinde yaşamayı kabullenemiyordu. Ben
de öyle.
Kim bir zamanlar kendi evinde oturuyorken, sonra başkasının evinde
yaşamaya
mecbur kalmayı kabullenebilir ki? Sonra Salih her gün kumar
oynamaya başladı.
Paramız uçup gitti. Borçlarımız çok
yüklüydü. Benim de sermayem yoktu,
Salih’in
de. Ben de şansımı denemek için Diman’la beraber
Cakarta’ya geldim.”
“Bu
senin hatan. Neden kaçıp gittin?”
“Salih
hâlâ kumar oynuyor mu, Hatice?” diyerek
sorudan kaçtı.
“Hâlâ
sate satıyor. Ben de sosunu
yapıyorum” dedi Hatice.
“Durum
böyleyse, onunla evleneceksin demektir.”
Hatice
bakışlarını yere doğru kaçırdı. Emine de.
Yoldan geçenler arada sırada durup kısa bir süre
onlara kulak kabartıyorlar,
sonra yollarına devam ediyorlardı. Her iki kadın da kendi
gerçeklerinden
kaçıyordu.
Sessizliği
Emine bozdu. “Durum böyleyse, onunla
evleneceksin demektir” diye tekrarladı.
Hatice de
kendisini tekrarlayarak yanıt verdi:
“Bu senin hatan. Neden kaçıp gittin?”
“Diman
belediyede çöpçü olarak
çalışıyor. Evimiz
parkın ortasında, ağaçların altında” diyerek
bakışlarını Fromberg Parkı’na
doğru kaçırdı.
Bu
sözler Hatice’nin ona sempati duymasını
sağlayamadı. Emine’nin hayatıyla bir bağlantı kuramıyordu.
Emine onun için
hiçbirşey ifade etmiyordu.
Emine
devam etti: “Yağmur yağdığı zaman
sırılsıklam oluyoruz.”
Hatice’nin
içinde hâlâ hiçbir duygu
kıpırdamıyordu. Tek düşündüğü şey
bir an önce Emine’den uzaklaşmaktı.
Mümkün
olduğunca hızlı bir şekilde Pasar Baru’ya
giderek kendisine kırmızı ipek, etek ve ruj alacaktı.
“Bazen
soğuktan donuyorum, bazen de ateşim
çıkıyor. Diman çalışıyor. Nerede
çalıştığını bilmiyorum. Onu bulabilmek için
nerede olduğunu sorabileceğim hiçbir kimse de yok.
Ağaçların altında kendi
kendimi korumak zorundayım” dedi, amacına ulaşmak
için çabalayan bir ses
tonuyla.
Hatice
onu deniyordu: “Kebajoran’a dönmek
istemiyor musun?”
Bu
soruyla Emine’nin arzularına açılan kapı
sonuna kadar aralandı. Hemen cevap verdi: “İstiyorum, tabii
ki istiyorum!”
Hatice
sert ve asabi bir nefes aldı. Hatice’nin
sabrının tükendiğini gören Emine tekrar denedi:
“Ama kim bizi kabul eder ki
artık? Toprağımız artık devletin elinde. Ben ayrılırken oraya
çoktan bir okul
kondurmuşlardı bile. Ayrıca sen şimdi Salih’le evlenmek
istiyorsun, o da seni
istiyor.”
“Bu
senin hatan” diye yineledi Hatice.
“Annem
bana kızgın mı, Hatice?”
“Sana
ateş püskürüyor.”
“Bana
ateş püskürüyor.” Emine, bu
sözleri
tekrarladı, ezberlemek istercesine.
“Sana
ateş püskürüyor ve sen
ölünce cesedine
sineklerin üşüşmesini istiyor.”
Emine’nin
gözlerinin kenarlarında birer tane
berrak gözyaşı tanesi beliriverdi.
“Olur
da geri dönmeye cüret edersen, seni alu sopasıyla dövecek.”
Emine,
Salih’in karısıyken mısır tanelerini
dövmek için kullandığı o sopayı hatırladı. Ucu
sararana kadar mısır döverdi.
Sonra da mısır peltesi hazırlar ve yol kenarında satardı. O sopayla
beni
döverlerse kafam patlar, diye
düşündü Emine. Bir çift
gözyaşı daha belirdi
gözlerinin kenarlarında, yanaklarından aşağıya
süzüldü ve
blüzünün üzerine
düştü. Göğsünün
içerisinde doldurulma ihtiyacı duyan büyük
bir boşluk
hissediyordu. Ama bu boşluğu Hatice’nin sözleri
dolduramazdı. Artık geri dönüş
olmadığını anlayabiliyordu. Kebajoran ise o hep masallarını dinlediği
cennetten
daha muhteşem bir yer gibi görünüyordu
gözüne. Yolun kenarındaki bir ağaca
tutunma ihtiyacı hissetti. Gözleri aşağıdaki Kali
Besar’a doğru kaydı. Sabrı tükenen Hatice
ise çekip gitti.
“Senden
para istemeyecektim, Hatice” diye
seslendi arkasından.
Ama Hatice
ardına bile bakmadan yürümeye devam
etti.
“Salih
senin olabilir, Hatice! Onu senden almak
gibi bir niyetim yok!”
Hatice
yürümeye devam etti. Bir an için Emine
sanki
kızkardeşini alıkoyuyormuş gibi hissetti. Ama ağzından tek bir kelime
daha
çıkmadı. Zaten fiziksel olarak da onu tutacak
gücü yoktu. Hatice giderek
uzaklaştı. Emine onu sadece arkasından istekleriyle, bakışlarıyla,
kıskançlığıyla ve kendi bedeninin ötesinde neyi
kalmışsa onunla takip ediyordu.
Cakarta,
Ocak 1950