“... Belki
de bu yüzden yenilenler
hep yazgılarını suçlar…”
Saat
sabah altı otuz. Yaz olmasına rağmen, Ankara’nın serinliği
içimi titretiyor. Saat
kaçtan beri yollarda dolaştığımı, ne
düşündüğümü, ne
istediğimi, beni buraya
neyin getirdiğini, evden ne uzaklıkta olduğumu bilmiyorum. Eskişehir
belki de Konya yolu üzerinde,
kalabalık benzincilerden birindeyim.
Gece
vardiyası bitmemiş, pompacılar uykulu gözlerle bakıyor etrafa.
Zaman,
Einstein’ın “Genel Görecelik
Kuramı’ndaki” gibi mutlak bir kavram olmaktan
çıkıp, değişken bir algı olduğunu yinelemekte.
“Yol
ayrımları zavallı bir
çocuk, sığınmakta insana belki de insan sığınmakta
çocukluğuna. -yol
ayrımlarında-…”
Benimle
aynı anda yandaki pompaya bir araba yanaşıyor. Hayat kendisini
dolduruyor… Bense
yandaki arabadan inen kadına bakıyorum.
Otuz
beş, otuz altı yaşlarında. Mordan siyaha dönen halkaların
çevrelediği gözleri
her şeyi ele veriyor. Ağlamamak için kendini tutuyor.
Yüz kasları başkaldırma
noktasına gelip geri dönüyor. Çenesinin
altında bir yerler durmadan atıyor. Arabasından
iniyor, göz göze geliyoruz. Yol ayrımındaki
çocukluğuna sığınıyor.
Öyle
ayırt edilebilecek bir arabası ya da dikkat çekecek bir tipi
yok. Üstünde eski,
buruşuk bir gömlek, mavisi solmuş bir kot. Sadece beyazlaşmış
saçları için
dönüp bakılabilir, ama sabahın o saatinde kimsenin
umurunda değil.
Pompacılar
birazdan bitecek vardiyalarını düşünerek, etrafa
bakındı. Gençlerden biri şapkasının
gölgeliğini düzeltip; “Ne kadar olsun
abla?” diye sordu.
“Hep aynı
soru: Ne kadar
olsun? Bir şeyin ne kadarı yeter ki? O bir şey, ne kadar olur ki?” Sorular arasında
o ve ben. Ben,
onu çözüyorum, o...
“Film
başlıyor…”
Diyelim
ki adı, Birsen. Hüzün
yüzümün her noktasına iğneler batırıyor.
Arabasının
anahtarını pompacıya
bırakıp yavaş
adımlarla lokantaya yürüyor.
Yirmi
günlük yaz izninde
Antalaya’daki bir otelde bol bol güneşlenip denize
girmek yerine seni görmeye gelmeliydim.
Telefonda, yetmiş yaşındaki bir insanın saçmalıklarına
katlanmalıydım…
Tüm
pişmanlıklar üzünçlere karışıyor. Ekşi,
kekremsi, yanık bir koku genzimi yakıyor. Tüm
kötü kokular gibi yapışıp
kalıyor. Üstünü başını temizlesen, banyo
yapsan, parfüm sürsen de, koku aynı.
Ömrünün
sonuna dek sana eşlik edecek. Tenin, pişmanlık kokuyor.
İrkilerek
kendimi kokluyorum.
“Ruhumuz,
acılara yenik
düşüyor…”
On dokuz yaşında, evin
kapısından
çıkarken, babamın yüzüne son kez bakışım.
Son kez gerçek bir baba, kız gibi
birbirimize sarılışımız. Söylenmemiş sözler;
”Gitme kızım!”
Biliyorum işte… Nasıl?
diye sormayın.
Saçlarının her bir teli, gözleri, bakışının
donukluğu anlatıyor.
“Hayatı
sorgulamak için geç mi
kaldık acaba? Benzinin litresi kaça? Depo kaça
dolar? Hayat nelerin toplamıdır?
Neyimiz kaldı kaybedecek?
Bazen
genç yaşta öğreniyor insan. Hayata her dokunuş
çentikler açıyor bedeninde.
Görülmeyen,
kanamayan ama hep acıyan yaralar. O denli çok ki canını
yakanlar, sayamıyorsun
çoğu zaman.
Kaç kere
güneş doğdu? Kaç
kere ay hilâl oldu? Gözlerini kaç defa
açıp kapadın? Toplama, çarpma yapıyorsun. Bazı şeyler kolay
hesaplanmıyor. Babamı
kaç kere öptüm? Kaç kere
“Seni
seviyorum…” dedim? Yaşlanmaya
başlamak
böyle bir şey galiba. İnsanın geride bıraktıklarının hesabını
yapması, olmadı
baştan sayması. Hatta yanlış sayıp, bir
an için mutlu olması…
Bir
baba, bir kız… Birsen bunların hepsini hatırlıyor.
Babasından geriye kalan her
şeyi!
-Babacığım,
ölen bir kimseden
kalan her şey; miras. Altı harfli kelime. T ile başlıyor.
-Tereke…
Birkaç
parça eşya, en çok da yaşanmamışlığın
üstüne sinen ağır kokusu. Şimdi Birsen
karşımda ona biçtiğim hayatın içinde
çaresiz, geleceğe gitmeye çalışıyor.
-Baba benim alnımda ne
yazıyor?
-Bilmem,
“Pamuğum”. Yüzün
gibi yazgında güzeldir, inşallah.
-Ya
kötüyse? Sen güzelleştirirsin
değil mi?
-…
Beş
yaşında babalardan bir şey istemek ne kolay. Onların her şeyi
yapabildiğine
inanmak. Sonrasında, kendi yazgılarını bile değiştiremediklerini bilmek.
“Bu filmin
sonu değişmeli. Bir
düşünce sineği başımın etrafında dolanırken, sesi
vızır vızır kulağımda
çınlıyor.”
-Baba ya yetmişine
geldin
işte. Maşallah iyisin de!
-Ne yetmişi
kızım… Daha
altmış dokuz.
-Ne önemi var
baba, ha yetmiş
ha altmış dokuz.
Önemli!
Yaşanmamış bir yıl… Yaşı yetmiş değil, sadece altmış dokuz.
“Kaybetme
oyununda yine
kaybettik. Alınyazısı, bizden habersiz yazıldı yine. Yaşayanlar,
yaşadım
sananlar, yaşamayı yazgı sananlar.”
Artık
düşünmek istemiyor Birsen. Biliyorum,
düşünecek. Babasını ne çok sevdiğini, ona
bunu söylememiş olduğunu.
-Seni seviyorum baba!
-…
-Seni
seviyorum… Duyuyor
musun sesimi?
“Babalar
ölmemeli!” diyorum içimden…
Babamı
özlüyorum. Elim telefona gidiyor, rehberde ismini
buluyorum…
Aynı
anda Birsen de telefona uzanıyor. Bir an, eline alıp tekrar cebine
koyuyor.
Artık arayabileceği bir babası yok. Oysa daha bir ay önce,
babası arayıp uzun
uzun konuşmak istemişti de sıkılmıştı Birsen.
-Ne
zaman… Geleceksin?
-İşlerim çok yoğun baba.
Belki haftaya…
-Anlaşıldı… Anlaşıldı
gelmeyeceksin… Zaten bayramda da gelmedin… Ondan
öncede… Şehir dışındaydın.
Ameliyatımda da… Yanımda değildin. Bize…
Ayıracak… On dakikan bile… Yok, değil
mi?
-Tamam baba.
Çok işim var.
Daha sonra yine ararım.
Artık
iyiden iyiye hastalanan, geçirdiği kalp ameliyatından sonra
hassaslaşan, bu da
yetmiyormuş gibi sağ tarafını vuran felçten dolayı yavaş
konuşan babasıyla, üç
dakikadan fazla telefonda konuşamıyordu. Bilseydi eğer…
Bütün
gün beni sayıklamış. Yıllar
sonra ilk defa, ölmeden önce;
“Pamuğum!” diye çağırmış beni.
Lokantada
o, kahvesinin son yudumunda gölgelerle boğuşurken, ruhumu
düşünüyorum.
Durduğunu sandığım saatler, belki de olduğundan daha hızlı
geçiyor. Saat
sabahın sekizi. Hesabı ödüyoruz, aynı garsona.
Yüz yüze verdiğimiz masalardan
kalkıp aynı yöne dönüyoruz.
Yönümüz aynı, yaşımız aynı, lokantadan
çıkıyoruz.
Benzin
dolmuş. Arabalar yıkanmış. Bir
anlık ikircimle
birbirimize bakıyoruz. Onu tanıdığımı biliyor. Utanıyor. O an, tam o an
derin
bir nefes alıyor. Kokuyu, o da duyumsuyor.
Benzinciden
eve on beş dakikada geliyorum. Çok uzağa gidememiş olduğumu
ayrımsıyorum.
Evin
kapısına vardığımda birden hafifliyorum. Zile basıyorum. Kapı
gıcırtıyla açılıyor.
-Birsen,
neredesin ya? Meraktan çıldırdık. Hadi bizi
düşünmüyorsun, annemi
düşün bari.
-Tamam,
buradayım işte.
-Neredeydin
bütün gece?
-Orda
burda…
-Annem
çok kötü. Sen de her zamanki gibi
kaçtın yine. Bari bu gece, babamın
öldüğü
gece yanımızda olsaydın…
“Film
bittİ…”
* Bu öykü, Eskişehir Sanat Derneği'nin 2006 yılında
ikincisini düzenlediği", Seçici Kurul'u, Salih Bolat, Mehmet Güler,
Zeynep Aliye, Şebnem Sema Tuncel, Ayşe
Çekiç'nin oluşturduğu "Kısa Öykü
Yarışması" sında ikincilik ödülü almıştır.
Yarışmada Dereceye Giren Öykü ve
Öykücüler |
|
|
|
|
DERECESİ |
RUMUZ |
ÖYKÜNÜN ADI |
YAZARIN ADI |
1- |
Uçarı |
Kelebek ve Hasta |
Abdullah Şevki
|
2- |
Kıvılcım |
Yol Ayrımı |
Esra Odman |
3- |
Kedi |
Mekteb-i Rüştiye |
Merih Atak |
MANSİYONLAR
|
|
1- |
Ali’m |
Allarya Cinayeti |
Nesrin Kültür Kiraz |
2- |
Mor |
Ka(dı)n Kırmızı |
Nedime Köşgeroğlu |
3- |
Virginia Atılgan |
Senin İçin |
Ece Arar Ermener
|
4- |
Oya |
Tahtalıda İz |
Hatice Oya Kuzgun |
ESKİŞEHİR SANAT DERNEĞİ KISA
ÖYKÜ YARIŞMASI
Eskişehir Sanat Derneği, geçen yıl
ilkini
düzenlediği yarışmanın, bu yıl ikincisini
gerçekleştirdi. Amatör, profesyonel
tüm öykücülere açık olan
yarışmanın son katılım tarihi 30 Mart 2006’tı.
KATILIM KOŞULLARI
1-Konu serbest. Yarışmaya tek bir öykü ile
katılınabilir. Öyküler, hiç bir
yerde yayınlanmamış olmalıdır.
2-Öyküler, bilgisayar veya daktilo ile 12 punto ve
çift aralıkla yazılmış olmalı,
beş A4 sayfasını aşmamalıdır.
3-Öyküler altı kopya halinde, sol üst
köşesine rumuz yazılmış olarak
gönderilmeli, gerçek ad, kimlik bilgileri, adres,
e-posta, bir sayfayı aşmayan
bir özgeçmiş ise, ayrı bir zarfa konularak,
üzerine rumuz yazılmalıdır. Ayrıca,
öykünün kopyalandığı bir disket de
eklenmelidir.
Seçici Kurul:
Salih Bolat
Mehmet
Güler
Zeynep Aliye
Şebnem Sema Tuncel
Ayşe
Çekiç Yamaç
Yarışma sonunda dereceye giren
öykücüler, 28-30 Mayıs tarihlerinde
Eskişehir’de
düzenlenen Öykü Günleri
etkinliklerine katılarak ve üç gün boyunca
Eskişehir
Sanat Derneği’nin konuğu oldu.
İletişim:
Eskişehir Sanat Derneği
Köprübaşı
İş Hanı. 4/403
Eskişehir
TEL: +90 (0)
222 230 2557
E-posta: eskisehirsanat@hotmail.com
Şehabettin Tosuner (Dernek Başkanı):
+90 (0) 5353238
Ayşe Çekiç Yamaç +90 (0) 537 7269359