Sabahın köründe
yataktan kalktığımızda biz çocukları da ağır
denilebilecek işler beklerdi. Ah Tanrım şu uyku ne tatlı şey!
İliklerime kadar
abanmış bırakmaz ki kendime geleyim.
Annem
bağıra çağıra:
“Gız
Yıldııız!
Şarmıta gün öğlen oldu daha ne yatıysın”
diye birkaç defa üstelemesiyle
mecburen harekete geçerdim.. Benden
büyükler çok önce kalkıp daha
uzaklarda,
daha ağır işlerin yolunu tutmuş olurdu.
Geriye
sondan ikinci ve eli iş tutan biri olarak bana sıra gelirdi. Saat
sabahın dört
buçuk ile beşi arası.. Üç aşağı beş
yukarı genellikle saat beşte güneş ufuktan
kızıl bir top gibi yükselirdi. Güneş doğmadan
kuzuları, danaları köyden
çıkarmam gerekti. Eğer güneş beni
gerçekten köyün içinde
yakalarsa kim ne
derse, ne kadar kötek atsa yeriydi.
Çünkü güneşin doğmasıyla
öğlen olması,
neredeyse bizim için aynı şeydi.
Gözlerimi
çapaktan kurtarmak için onları
tükürükle ıslatmam gerekti.
Çapak ama ne çapak, sanırsınız ki
gözlere mübarek tutkal
dökülmüş! Neyse
ki annem yanıma geldiğinde, gözlerimin
çapaktan kapalı olmasından dolayı beni fazla sıkıştıramıyor.
Tükürükle yumuşata
yumuşata gözümde önce
küçücük bir
gedik açıp, sonra onu genişletiyorum. Çapağı
tam olarak temizleyemesem de etrafımı görmem benim
için
yeterli oluyor.
Gün
doğmadan önce ortalıkta müthiş bir hareketlilik
vardır. Herkes güneşten önce
hedefine erişmek ve ya yaklaşmak peşindedir. Kimi tarlaya yetişip
gün doğmadan
ekin biçecek, kimi ot yolup
yükünü hazır edecek, kimi başaklı sapları
sahralara
denk edip harmanın yolunu tutacaktır. Evde iş yapan kadınlar da
güneş
yükselmeden, dünden hazırlanan yoğurdu yayıktan
geçirip ağartısını içeri
atacaktır.
Herkes hepimiz
güneşle bir yarış
içindeyizdir. Güneş yükseldikçe
işimiz
azalır, işimizi gördükçe
üstümüze
gittikçe bir ağırlık çökmeye başlar.
Danalar,
kuzular karnını doyurur. Doymazsa bile sıcak
çökünce
huysuzlanıp kendini atacak
bir gölge, içecek bir yudum su arar.
Hemen
sıvışmak olmaz. Başını kaldırdığında güneş şöyle
alnının üstünde olacak. Veya
gölgeni ayaklarınla ölçeceksin.
Ölçü dokuz ayağa inmeden
köyün yolunu tutarsan
geri postalanırsın. Annem öyle yapardı. Yataktan kaldırırken
“Kalk öğlen oldu”,
sıcaklık düşüp köye
döndüğümde de bazen, “şafağın
köründe niye alıp geldin
hayvanları” diye beni kapıdan geri çevirirdi.
Dönerdim dönmesine ama köye bir
kere girmiş olan hayvanlar laftan anlamıyor, kaçıp evin
ahırına sığınmak
istiyorlardı. Onların yönünü zorla geri
çevirir, köyün hemen alt
çıkışında bir
gölgede oyalar ondan sonra dönerdim.
Önce
kuzular döner yazıdan. Yayıklar inmiş, ayranla tereyağı
birbirinden
ayrılmıştır. Güneydeki
tepenin
gediğinden davar sürüsü ağır adımlarla
köye yaklaşmaktadır. Peşi sıra tarlada,
harmanda, ot yolmada başına güneş vuranlar. Herkes kuşluğu
evde, gölgede elini
uzattığında suyu bulacağı bir yerde geçirmenin telaşı
içindedir.
Kuşluk denen
vakit ortalık sarı sıcaktır. Gözlerinizi
gölgenin dışında bir yere
diktiğinizde hava moleküllerinin aşağıdan yukarıya ipincecik
dalgalar haline baygınca
yayıldığını görürsünüz.
Güneş, evlerin
ağaçların, büyük
küçük tüm
hayvanların
üstüne ağırlığını atmış, geceden çalışmaya
başlayan
insanların hareketleri
artık yavaşlamıştır.
Ortalıkta
ne var ne yok laciverdi
gökyüzü
ortasında ayna gibi parıldayan güneşin altında cıscıbıl
kendini göstermektedir.
El ayak çekilmiş kahvaltısını yapan kendini ya
kerpiç damların gölgesine ya da içine
kendini atmıştır. Geceyi dışarıda geçirip gelen ve
sütü sağılan koyunlar, ufak
iniltilerle ahırda yayılmış yatmaktadır. Köpekler duvarların
gölge bir yerine
tünemiştir. Köyde en erken kalkandan bile, erken
ötüşen horozların esemesi bu
vakitte okunmaz. Ha tavuklar mı? Gölgede uzanıp veya oturup da
canını
dinleyenlerin kulağına kümeslerden onların sesi gelir.
Gıkgıdak gıkgıkgıdak gıtgıtgıdak
. Önce bir tavuk sesi,
birbirleriyle yarışırcasına tavukların sesi koro halinde ortalığa
yayılır.
Yumurta gün yüzüne birazdan çıktı
çıkacaktır.
Kuşlukta
bir tavuk sesi bir de arı vızıltısı. Adı üstünde arı
mı arı işte boş durmuyor.
Bir de evin arıları kadınlar. Gece üçte kalkan
annem genellikle kuşluk vakti
her gün olmasa da iki günde bir sacda ekmek
pişirirdi. Hamuru bir yandan açar
bir yandan ocaktaki sacın üstüne atarken bol bol
esner, hatta yer yer
uyuklardı. Kuşluğun yorgun sıcak havası biz çocuklar
için önemli bir fırsattır.
Öğlen sonu serinliğine kadar bizi koşacakları bir iş yok
sayılır. Hemen gölgede
az hareketli oyunlar kurarız. Zira gölgenin bir santim
ötesi kızgın bir sıcak,
gölgenin bir santim berisi serin bir yayla gibidir.