Bir bebek meraklı
ve hevesli bir şekilde hayatla tanışmaya hazırlanıyor. Bir zalim gece yakalıyor onu ve
hüzün penceresinin arkasına gizliyor hayatı izlesin
diye.
Kara bir hikaye doğuyor, bebeğin isminin kulağına
üflendiği
gece. Bir adam. Gözlerinde dağ dağ
öfke, ellerinde kahır, ayaklarında
yangın. İnatçı dudaklarında
esir olmuş “kal”
sözcüğü. Önünde bir kadın. Kucağında bebeği. Gecenin harfleriyle boyanıyor kır
çiçekli mavi elbisesi Yüzündeki
çizgilerde ilerlerken göz
yaşları.
Özlediğimiz
sevgili miydi yoksa eski demlerde yaşanan güzellikler miydi?
Ayrılmaktan
korktuğumuz sevgili miydi yoksa anılar mıydı?Bütün acılara
ihanetlere rağmen gidememek nedendi? Belki de tüm
hatırlayışlar, ayrılık korkuları ve ağlayışlar bir bencillikten
ibaretti.Ve
belki de hiç sevmemiştik, sevdiğimiz tek şey
sevilmekti. İhtimal,
kendimize kendi ellerimizle hayallerimizden bir pamuk şekeri
hazırlamıştık.Öyle
büyük , öyle tatlı
ve zevk verici geliyordu ki büyük aşkları sırtladık
sanmıştık. Halbuki pamuk
şekerine dilimizi dokundurduğumuz an
küçücük bir hal almıştı. Belki
biz
kalplerimizde birer pamuk şekeri yetiştiriyorduk ve sevmeyi
seçtiğimiz kişi
yüreğimize dokunduğu (dokunamadığı) an pamuk şekeri saptan
ibaret kalacaktı.
Sonra da biz duygu dehlizindeki hırpalanışlarımızayanacaktık.
Kedi hırçınlığındaki yumruklar, Kanarya masumluğundaki
öykülere
savrulur bir bir. Hüzün ,
gönüllerin grevsiz tek işçisi. Şubat’ın elleri
Mayıs’ı boğuyorken, önümüzü
ayazı kaplıyor geleceğin. Derken kadının hayaline aşılamayan
aşlardaki aşktan sızan, iki satır
öpücük düşüyor.
Hayatın kabaran tırnakları bebeğin
yüzünü çiziyor.
Hislerimize isim koyabilme
yetimizin
noksanlığından
dolayı, gözümüzün bebeğini yetim bırakma
korkusundan ötürü, hep
istemediğimizi istemiştik. O yüzden ayrılığa cesaretimiz yoktu. Kadın bir
defterin son
yaprağı kadar yorgundu. Az sonra atılmaktan korktu. Oysa baştan beri o
vardı,
en çok o vardı. En erken gitmek niyeydi?
Peşinden
koştuğumuz yasaklar değildi içimizdeki evi yeniden
aydınlatacak, içimizdeki
evde hali hazırda olan elektrik düğmesine dokunamadık bir
türlü. Elimizdekinin
kıymetini elimizden kayıp gitmeden bilemedik. “Adam karısına
bakınca başka bir
yüz görmesini buna yoramadı diye karısı çok
yoruldu. Nihayetinde
kadın, adamın kalbindeki evden bavulunu toplayıp gitti, adam
ömrü boyunca
ışıksız kalacağından habersizdi. -Yaşlanınca, gözlerindeki
yaşları eski
karısından kalan 'ah'lara yordu... -" Tozlu kurnazlıklarda kaldı kumar
masalarındaki hileler. Hayatın okuduğu şiirleri şairler
kaydetti defterlerine Sadece üç şair
kırdı kalemini hayatın, hoyrat kelimelerin istilasından
kaçırırken mısralarını. Bebek
şair olmaktan vazgeçti. Anlamıştı kihayat
ikilemlerin arasına kurduğumuz hamakta sallanışlarımızı gıcırdatmasıyla
bizi
intihar denemelerine sürüklüyordu. Bir kuş olup geri
uçası geldi cennetine; babası geride
kalırken, annesinin-kalbindekipamuk
şekeri sapının- gölgesi bilinmeyen sokaklara düşerken.