1-Üzeyir
amca...
Masa,
sandalyeler, az
ötedeki yıllanmış
şarapların olduğu mini
bar ve diğer
eşyalarda kahverenginin
ağırlığı fark ediliyordu. Odada oluşan renk ahengini seyrederken bu duruma bir anlam
yüklemeye çalıştı.
Sıkıntılı anlarında,
duvarda gözüne
çarpan garip bir lekeye veya
gökyüzündeki bulutların
şekillerine bakıp, onlardan insan
yüzleri,
araba modelleri gibi yüzlerce benzerlik çıkarmakla
yetinmez, bu şekillerin,
başına gelebilecek olaylar ile ilişkisini kurmaya
çalışırdı.
Önceleri
bu oyunun boş
vakitlerinde hayal gücünü geliştirmek
için icat ettiği bir fikir jimnastiği olduğunu
düşünse de zamanla yaşadığı
olaylarla, bu masum oyun arasında
bağlar kurmaya
başladı. Hatta bir defasında çalışma
masasının üzerine ayaklarını uzattığında, ayakkabısının ucunda
gördüğü bıçak
şeklindeki çamur lekesinden sonra o gün en yakın
arkadaşının bir bar çıkışı
bıçak darbesiyle yaralandığına şahit olmuştu. Sonraları bu kehanet oyununun
gücüne kendini iyice
kaptırdı.
Sessizliğin içerisinde yine
o
gizemli oyununu oynamaya başladı. Ya ofisinin o gün
kahverenginin tonlarıyla
istila edilmiş olmasını neye yormalıydı? Yerden tavana
kadar duvarı işgal eden plaketlere
baktı.
“Bir
büronun yan duvarını süslemek için
tüketilmiş koca bir
ömür…”
diyerek düşüncelere
daldığında
plaketlerin arasında kalmış küçük beyaz
çerçeveli resmin, yukarıya doğru
yükselen renk
ahengini bozduğunu fark
etti. Oturduğu yerden doğrularak resmi
eline aldı. Pencerenin
kenarına
yöneldiğinde ise siyah beyaz fotoğrafın kendi
gençliğine ait olduğunu gördü.
Sessizce resmi incelemeye başladı.
Bürodaki
sessizliği, sekreteri
Nevra Hanımın ayak sesleri bozdu. Üzeyir Bey, odaya bir anda
hakim olan nar
çiçeği kokulu parfümünden sekreterini içeri girdiğini
anlamış olacak ki arkasına dönmeden “Evet Nevra
Hanım, bu gün postada neler var
benim için ” diye seslendi.
Nevra “Efendim Rusya’dan
birkaç telefon görüşmesi talebini
bekletmekteyim. Ayrıca özel postanız da şimdi
geldi.” diyerek postadan çıkan
zarfların neler olduğunu patronuna sıralamaya başladı.
“Davetiyeler, birkaç sergi
açılış
rölevesi ve
yine Fransa”dan yollandığı
anlaşılan boş beyaz
bir zarf.” dediğinde
Üzeyir Beyin yüzüne baktı. Yaşlanmış ama
yıllara yenik düşmemek için
devamlı mücadele
eden patronunun,
elindeki resim
çerçevesini incelediğini
fark ettiğinde; “Onu
geçen gün şirket
arşivinde buldum efendim.” dedi.
“Sanırım
ilk çalışmaya
başladığınız dönemlere ait bir fotoğraf. Size
söylemeden
plaketlerin arasına koymuştum” diye
özrünü beyan ederken patronunun
tebessüm
ettiğini gördü. Oda tebessüm
ederek“ O kadar değişik çıkmışsınız ki resmin arkasında
Üzeyir Bey hatırası
yazmasa sizi
tanımakta zorluk
çekecektim.” diye ekledi.
Üzeyir Bey beyaz
çerçeveyi masanın
üzerine bırakırken
derin bir nefes
çekti. “Evet Nevra eskiler, hep güzel geliyor insana fakat her
şey geride kalıyor. Bakalım yenilerde neler var
” diye iç geçirip,
koltuğa
oturması bir oldu. Eline aldığı
yadigar zarf
açacağıyla masanın üzerinde duran
mektupları özenle
açmaya başladı. En
son Fransa’dan gelen zarfı açacaktı ki gözleri bir anda zarfın
üzerindeki dalıp
gidiverdi.
Bir
müddet sonra sağ çekmecesinden
postadan yeni gelen zarfa benzer
zarflar çıkarmaya başladı. Çıkardığı beyaz zarfları da yeni gelen
zarfın içine katıp iskambil
kağıtları
gibi iyice karıştırdıktan sonra“ Bu mektupla beraber tam 6
adet olmuş Nevra
Hanım!” diyebildi. Sesindeki
o
tedirginlik ve gözlerindeki donuk ifade Üzeyir Beyin
neşeli ve konuşkan
tavırlarına alışkın Nevra Hanımın dikkatinden kaçmadı.
Nevra,
çok nadir de olsa patronunun
böyle
zamanlarında yaptığı gibi
konuyu değiştirebilir ya
da Üzeyir Beyin
merak ettiği son ofis dedikodularından ona bahsedip odada oluşan ağır havayı yok
edebilirdi. Fakat
yapmadı ! Hatta “Her hafta Fransa’dan isminize
gelen bu mektuplar da ne demek
oluyor Üzeyir
Bey ?” diye konun üzerine
gitti. İlk boş zarfın gelişinden bu yana geçen dört
haftalık sürede Üzeyir
Beyin bir hasta
gibi eridiğine, kendi iç
alemine döndüğüne, daha az konuşup, daha az
güldüğüne, şahit olduğu için bir
şeylerin kötü gittiğini sezmişti.
Bir ay
öncesine kadar, ofisin bu katı her gün
yüzlerce misafirle
dolardı. Demeç almaya gelen gazetecilerden, iş toplantıları
için
yurtdışından gelen
konuklara kadar her
kesimden üst düzey insanı, Üzeyir Bey bizzat
kendi ofisinde ağırlardı.
İstanbul’un en gözde modacılarının mevsimlik
kreasyonları hakkında fikir almak
için yaptıkları ziyaretlerden tutun da memleketin idaresi
noktasında bu yaşlı
adamın tecrübelerinden faydalanmak
isteyen siyasetçilerle dolup taşan büronun
personeli bu yoğun tempoya ayak
uydurmakta zorlanırdı. Bu hareketlilik o beyaz zarfların
büroya gelmeye
başlamasıyla bir anda kesildi. Daha sonraki günlerde
bütün ofisi, hatta
şirketin o katını derin bir sessizlik kapladı. Tutulan sanki gizli bir
matem
oyunuydu ve kimse bu
oyunun kuralını
karşısındakine söylemiyordu.
Üzeyir
Beyin, Nevra Hanımın sorusuna rağmen
üzerine sinmiş tedirginlik hali ve dalgınlığı
bozulmadı. Sürekli beyaz
mektup zarfları ile masanın
üzerindeki gençlik
resmi arasında kalmış gözlerini
kırpıştırıyordu. Derinleşen gözbebekleriyle bir şeyler
arıyormuşçasına gözleri
yine masanın
üzerinde dalıp gitti.
Nevra
Hanımın, patronunu ve büroyu tekrar eski canlı haline getirmek
için onca yıldan sonra bütün kuralları
hiçe sayarak “Neler oluyor!” sorusu dahi
Üzeyir Beyde peydahlanan içene kapanık hali ortadan
kaldırmaya yetmediği için
daha başka soru sormaya cesaret edemedi. Masada duran imza defterini
alıp
hiçbir şey olmamış gibi kapıya yöneldiğinde
Üzeyir Beyin kafasını kaldırıp “Bu
gün üzerinizdeki kırmızı bluz size çok
yakışmış ” demesiyle bir anda durakladı.
Odaya
girdiğinden bu yana gözlerini masasının üzerinden hiç ayırmamış patronun nasıl
olup da bu ayrıntıyı yakalayabildiğine hayret
etti. Görüntüsü ve
döşemeleriyle soğuk ve tam bir otorite örneği olan
büroyu yıllardır çekilir hale
getiren, beklide patronundan
duyduğu böyle
güzel komplimanlardı. Övgü
dolu sözleri tekrar
duymanın verdiği
sevinçten ve Üzeyir Beyin tekrar geri gelen dinamik
ruhunun belirtisi olması
temennisiyle “Evet Efendim yeni aldım.
Teşekkürler.” diye gülümsedi. Üzeyir
Bey ise her zamanki
o kendinden emin tavrıyla ;
“Zevkli bir tercih Nevra Hanım. Bravo !” diyerek
bekleyen telefonları
bağlamasını rica etti.
Nevra
Hanım, yüzünde az önce beliren
gülümsemeyle odayı terk ediyordu ki
Üzeyir Bey oturduğu koltuktan ayağa tekrar kalkarak “Bir
saniye bekleyin Nevra Hanım!” diye
seslendi
Nevra, patronunu ne diyeceğini meraklı
gözlerle beklerken, Üzeyir Bey
yeni bir
şeyler keşfetmiş olmanın verdiği sevinç
içerisinde seslendi.
-Şu benim Ankara’da yaşayan yeğenim
vardı ya.
-Baki Bey
değil miydi Efendim?
Üzeyir Bey evet dercesine kafasını
salladı.
-Evet Baki. Bir araştırın bakalım
nerelerdeymiş? Eğer Türkiye’deyse yarın hemen
büroma gelmesini söyleyin.
Nevra
“Ama efendim,
Rusya’dan bekleyen acele
görüşme talebi
vardı” diyerek patronunu
uyardığında , Üzeyir Bey kararlı
bir şekilde “Önce
Baki’yi bul, sonra
bağlarsın” diye üsteledi.
Nevra,
ofisin her yerine sinmiş
gizemli ve
karamsar hava
içerisinde patronunu odada yalnız
bırakırken, içinden “İşte
bu halin altından
ancak Baki Bey kalkabilir!” diye
düşünüyordu.