"Doğdun üç
gün aç tuttuk Üç
gün meme vermedik sana Adiloş
Bebe Hasta
düşmeyesin diye Töremiz
Böyledir Saldır
şimdi memeye Saldır
da büyü Saldır
da büyü Onlar
engerek, onlar çıyandır Onlar
aşımıza göz koyanlar Tanı
bunları tanıda büyü Adiloş
Bebe Bu
namustur künyemize kazınmış Bu
da sabır allardan süzülmüş Sarıl
bunlara sarıl da büyü..."
Küçük
bir kız çocuğu, belli ki heyecan dolu yüreği
ağzında atıyor... Kalabalıktan
korkmuş belki Tanıdık bir bakış
katıp önüne Sağlam bir soluk
alıp bu tanışıklığın verdiği
güvenle, bir
çırpıda okuyuveriyor bu dizeleri ağzından kelimeler
değil, yüreğinde
çırpınan kuşun sesi çıkarcasına... O zamanlar ne
anlıyor bilinmez, sevecen, umut
besleyen bakışlar, belki bir kaç
alkış anlıyor iyi bir
şeyler yaptığını Anlıyor bu
kalabalığın iyi bir şeyler için
toplandığını, İyi insanlar
olduğunu Ve belki
üzülüyor Adiloş Bebe için Annesine kızıyor
Adiloş Bebe'nin Açlığından
sorumlu olanın annesi değil 'onlar'
olduğunu bilmeden... Hem bir anne
bebeğini nasıl aç bırakabilirdi Henüz
soruların cevabını sadece yüreğinde
bulabiliyordu Küçük
yüreği anlamaya yetmemişti belli ki Zavallı
küçük Adiloş Bebe diye geçirdi
içinden Kendi
küçüklüğünü
unutarak... O kalabalığı
oluşturan abiler, teyzeler, o
'iyi' Kalabalık Onlar da unutmuştu
çoktan küçük
olmayı.. Engel olunamıyordu
ki büyümeye... Ve seneler değildi
yaş hanesini büyütüp yüzlere o
büyümüşlükmaskesini takan, yıllar değildi o
zaman zaman yorgunlaşan
bakışların nedeni. Tıpkı umudun
yüzü aydınlatması gibi içeride
bir yerde yaşanan o telaş, o
yorgunluk, o öfke… büyümenin
ağırlığını da umudun ışıltısını
da yüzlere yansıtan o şey; belki şanslı
denilebilecek insanların hamuruna katılmış
olan sevgiydi... Koşulsuz,
karşılıksız, sadece insan olmanın doğasında bulunan içerde
bir yerde saklanmamış, yüreklere
sığmamış , bir ses, bir
kelime, bir yaşayış, ortak bir dil
olmuş, meydanlarda vücut
bulmuştu işte... O
küçük kız Adiloş Bebeyi
sayıkladı o akşam tekrar
heyecanlandı, o kalabalığı
anlatırken o akşam annesine
daha sıkı sarıldı uyurken... Konuştu... Anlattı... Uyudu...
Bu ortak dili çok iyi bilen başka bir
'iyi' başka bir şehirde Aynı sevginin
bedelini ödemekte idi... Bu sevgi
için ödenen her bedele değerdi ama ama... Mahpusluk zordu
işte… Sevgi adına da olsa Onurlu da olsa bir yerde
büküyordu insanın boynunu 'Aslında ne
güzel şeydir insanın insana
yanması... Ne
güzeldir bilmediğin birinin derdine
üzülebilmek ve çare aramak' Anlık bile olsa bu
dizeler nefes alışını
kolaylaştırıyordu Bunları sevgili
anlardı belki ama Ya oğlu Ne kadar
direnebilirdi Daha isminin
anlamını öğretememişti ki oğluna Nereye kadar
anlayabilirdi babasını Ya onu sevmekten
vazgeçerse Ya anlamayıp
utanırsa...! Koca koca adamlara
anlatamamıştı derdini Çocuk
ne yapsındı? Hem ne şekilde
olursa olsun Çocuklarını
bırakan babaya duyulan özlem biraz kızgınlık,
kırgınlık içermez miydi? Öteki
çocuklar el ele tutuşup babalarıyla eve giderken oğlunun boynu
bükülmez miydi? Okulda
öğretilen aile ile evindeki aile aynı
değildi ki o
büyük eksiği nasıl tamamlardı
küçük
yüreği... Masadaki yokluğuna
alışırsa... Düşünüyor
mu düş mü kuruyor çok da
ayırımına varamadan burnuna gelen oğul
kokusuyla uykuya daldı... Çok da
uyku denilemezdi ya bu uykunun uyanışı ne güzel
bir telaştı.. Alışkındı telaşla
kalkılan uykuların ardından
gelen kaçışlara,
yorgunluklara, korkulara, evinden
alınıp götürülmelere yine
içi sızladı Çok
kısa bir zaman yetti nerde olduğunu
anlaması için Daha
büyük bir sızı duydu... Zaten
içerdeydi… Ama bu telaş
niyeydi o zaman çok
geçmedi sesleri algılaması
- Abi koooş! Koş! - Bak kuşlar,
kuşlar....! - Camda kuş
pislikleri var ..! - Abi gitmemiş
hepsi...! -
Gökyüzü hala onları yaşatacak kadar
güzel
demek ki ! - Demek ki hala
mavi...!! Gözyaşları
içinde kalmıştı genç çocuk pencereye attığı
ekmek kırıntılarını sadece
rüzgarla paylaşabilmişti... İnancı yitmeye
başlamıştı Gökyüzünün
varlığını, güzelliğini unutmaya
başlamıştı... Evet hava almaya
çıktığında görüyordu
gökyüzünü ama sadece mavi bir
boşluk yer etmeye başlamıştı
uslarda gökyüzüne dair.. Ne
süzülen martıları, ne fabrika bacalarından
gökyüzüne karışan dumanları ne
güneşin bulutlara
gömülüşünü hatırlayamıyordu… 'Ölümde
böyle bir şey olmalı, gitgide
yoğunlaşan bir unutkanlık' Bir yerde okumuştu
genç çocuk bu satırları O
yüzdendi bu derin korkusu.. Burada
ölüp yok olmaktan korkuyordu... Gökyüzü
hikayeleri bitmek üzereyken ne güzel
bir hediye, ne güzel bir hatırlatıştı şu kuş
pislikleri... Ve ne
güzel bir paylaşım… İki arkadaşın ya
da artık abi kardeşin elbette farklı
hatıralarıydı gözlerini
dolduran, gözyaşları
ortaktı .. Ağır şeydi tabi Keşke kuşları da
görebilselerdi Belki yine
gelirlerdi artık ekmeklerini
rüzgara bırakmazlardı
herhalde Mahpushanede bir
kuş pisliğinin bile günü
bu kadar değiştirip, hareketlendirmesine, içinde
bir şeyleri kıpırdatmasına sevinsin mi
üzülsün mü bilemeden bir
çentik daha attı duvara... Gün iyi
başladı ya öyle de devam etsindi Küçük
bir kız çocuğundan bahsediyordu
arkadaşları O yaşta bir kız Onca kalabalığa
sesini duyurmayı nasıl
başarmıştı? Ne güzel
okumuş olmalı ki mahpuslara umut
şiiri oluvermişti o dizeler... Sanki bebeler
teşekkür etmişlerdi Adiloş Bebe
nin ağzından Umut vermişlerdi
ya daha ne olsundu Zaten her şey
aslında onlar için değil miydi? Aç
kalmasınlar, üşümesinler Şiirlere
açlıkları, korkuları değil umutları konu
olsun diye değil miydi tüm
kavga... İşte umudu konu
ettirecek bir kız Şiir olacak bir
kız dışarıda büyüyordu... İçerde
adamın saatleri büyürken... Büyüyordu
kız... büyüyordu
oğlu... büyüyordu
umudu… Büyüyordu
gece duvarlar... büyüyordu, Büyü... Herkesin sesi o küçük
kızın sesi kadar gür
çıkmıyordu Herkes
öfkesini, haklılığını bu uğurda hapse
girmeyi göze alacak kadar savunamıyordu. Bu demek değildi kigörmezden gelmek, bu demek değildi
ki umursamamak bu demek değildi
ki... Sadece sessiz bir
yaşamı tercih etmenin
getirisiydi bu belki
götürüsü... Herkesin kendisi
gibi olduğunu düşünen adamlar içinde
kötülük barındırmayan sadece yaşam
tarzlarıyla tepkilerini
gösterebilen sadece doğru
yaşayarak hayata katkıda
bulunmaya çalışan adamlarda vardı yeterli olacağını
düşünerek Keşke yetseydi... Bu sessiz
adamlardan biri Adiloş Bebe'nin
hayatına dokunduğu adamlardan
biri Elbette onunda
kızgınlıkları, öfkeleri vardı Sessizlik zaten
çoğu zaman öfke içermez mi? Sevgisini
gösterirken bile mütevazılığı elden
bırakmayan bu adam İlk ekmek kapısı
olan dükkanına Adiloş
Bebe'nin ismini vererek sessiz bir
çığlık ekledi kalabalığın sesine... İsmi de
anlatıyordu zaten masumiyeti... Kendileri
küçük, hayalleri büyük
olan
bedenleri giydirdi Adiloş Bebe ile... Sadece
çocuklar için çalıştı O zamanlardaki
mutluluğu, huzuru bir daha
yakalayabildi mi bilinmez ama Giydirdiği
çocuklar büyüyene kadar geçen
sürede hissettiği mutluluk hayatın ona en
güzel hediyelerindendi... Ama
çocuklar çabuk büyüyordu Ve zaman sadece
çocuklar için işlemiyordu Şehirler,
insanlar, beklentiler de zamanla
birlikte işliyordu. Ve bu sessiz
adamın küçük dükkanı belki
önce kendisine yetmemeye başlamıştı sonra
çocuklara... sonra şehre sonra... son... Son değildi sadece yeni bir
başlangıçtı zaman kendi
çocukları içinde işliyordu daha
büyük bir şehirde daha iyi
olanaklarla daha
büyük olsun istiyordu çocukları, küçük
şehri küçük
dükkanı terk ederken...
Şehir büyüktü Büyüktü
ama sanki bir şeyler
küçülmüştü Çocuklarını
daha az görür olmuştu artık onları okula
bırakıp okuldan almıyordu Bu sene doğum
günleri arkadaşlarla mı
kutlanacaktı? Sanki
çocukları büyümüştü Alışmalıydı belki
yavaş yavaş paylaşım
zamanlarının azalmasına Onlarda
büyüyecek ve daha
büyük olmak için başka
büyük bir şehre
gitmek isteyeceklerdi... Neyse ki hayat
arkadaşı yeterince büyümüştü Mütevazılığını
elden bıraktığı, Belki ilk defa
uğruna sesini yükseltip sessizliğini
bozduğu kadın... Sevgisiyle
büyümüştü işte Sevgisi onu hep
yanında tutacak kadar büyüktü daha fazla
büyüyemezdi Neleri
göğüslemişlerdi çocukların
büyümesini de beraber
kaldırabilirlerdi...
Ama öyle
olmadı Zaman
çok çabuk büyüdü zaman
çok acımasız büyüdü onca yılın
sessizliği içinde
hastalık olmuş gökyüzünde
yıldız olmaya davet etti sessiz adamı Yine
hiç kimseye bir şey söyleyemedi adam belki karşı
çıkmak istedi ama kime
anlatsındı derdindi kimden zaman
istesindi... Çocukları
henüz büyük şehre sığacak kadar
büyümemişti daha yapılacak
işler vardı… Ama kimse dinlemedi İşler kaldı Çocuklar
bir günde büyüdü bir o kadar da
eksildi, küçüldü Bir yanları
yaşlandı, bir yanları
iyiliklerden oluşan evin
tamamlandığına, babalarının o
yüzden gittiğine inanacak kadar
çocuk kaldı... Karısı aslında
hiç büyümediğini anladı Sevgisi kaldı adam gitti... Zamandan korkar
oldu çocuklar, kadın, küçük
kız, mahpus adam... Zaman aldırmadı, hem her
gün, her an yeniden kanattı, hem her
gün, her an iyileştirdi... Fotoğraflar kaldı
zamandan geriye, Her şeyi
değiştirmeye gücü yetmişti de zamanın fotoğraflara
dokunamamıştı, hatıraların
bellekteki görüntüsüydü o
fotoğraflar... Sessiz adamın kızı
hafızasından utanıp fotoğraflara
sığınınca tanıştı Adiloş Bebe ile... Babasının
dükkanı önünde çekilmiş siyah beyaz bir
fotoğraf ile O fotoğraftan
sonra okudu o şiirin tamamını O zamana kadar
çocuklar Adile Teyze'yi çok
sevdiği için dükkana o ismin
verildiğini düşünüyordu. Bu yanılgı
içinde zamanı suçlamıştı belli ki kimsenin
O'na bunu anlatacak zamanı
olmamıştı... Şimdi anlamıştı
ya, zaman yine sarmıştı işte
bir yarayı, artık isim
düşünmesine gerek kalmamıştı ilk
ekmek kapısı için... Adiloş Bebe
tabelası asılınca dükkanın
kapısına, Babanın resmi
konulunca dükkanın en güzel
yerine daha bir yakışıklı
olmuştu dükkan... Yine
çocuklar vardı dükkanın içinde Adiloş Bebe bu
sefer kitap hazırlamıştı
çocuklar için Küçük
bedenleri daha çok hayal üretebilsin, hayalleri hep
büyük kalsın diye... Büyümeyi
ellerinden geldiğince
erteleyebilsinler, Sessiz adamın
kızına, çocuk kalan yanında
arkadaş olsunlar diye.. Bu isim belki
birilerine yine Adile Teyze'yi
hatırlatmış olabilir ama, birileri
için geçmiş demekti, ilk ses,
ilk umut demekti... Küçük
kızına okuyacağı ilk kitabı arayan bir
anneye ilk sesini hatırlatmıştı bu
dükkan...
İçeri girince önce şiirle
karşılaştı, o şiiri
ilk okuduğu zamandaki heyecanı tekrar
duyumsadı, Yanında nerdeyse
aynı heyecanı duyan adamı
farketmeden tüm
dizeleri küçük bir kızken okuduğu gibi bir
çırpıda okudu, yüreğinde bir kuş tekrar
çırpınmaya başladı. Bu sefer
karşısında bir kalabalık yoktu,
sadece bir çift göz, ağlamakla gülmek
arasında kalmış, kendisine
geçmişe ait bir umudu, umutsuzluğu
hatırlatan bu anın biran evvel
bitmesini mi yoksa hiç
bitmemesini mi istediğini bilemeden öylece
duran bir adam...
Adiloş Bebe'nin bu
akşam bir günde büyüyen, ama ruhları o
günde kalan kocaman çocuklardı
misafirleri... Üçünün
de farklıydı Adiloş Bebeleri... Üçünün
de ortaktı sevgileri... Masada iki kadeh
şarap bir kadeh rakı herkese yetecek
kadar kelime herkese yetecek
kadar anı Ve
gökyüzünde tek bir yıldız vardı...