ana sayfa / editorial / içindekiler / iletişim / arşiv / havuz hakkında

 
"Adiloş Bebe"

   




"Doğdun üç gün aç tuttuk 
Üç gün meme vermedik sana
Adiloş Bebe
Hasta düşmeyesin diye
Töremiz Böyledir
Saldır şimdi memeye
Saldır da büyü
Saldır da büyü
 
Onlar engerek, onlar çıyandır
Onlar aşımıza göz koyanlar
Tanı bunları tanıda büyü
Adiloş Bebe
 
Bu namustur künyemize kazınmış
Bu da sabır allardan süzülmüş
Sarıl bunlara sarıl da büyü..."
 
Küçük bir kız çocuğu, belli ki heyecan dolu
yüreği ağzında atıyor...
Kalabalıktan korkmuş belki
Tanıdık bir bakış katıp önüne
Sağlam bir soluk alıp bu tanışıklığın verdiği güvenle,
bir çırpıda okuyuveriyor bu dizeleri
ağzından kelimeler değil,
yüreğinde çırpınan kuşun sesi çıkarcasına...
O zamanlar ne anlıyor bilinmez,
sevecen, umut besleyen bakışlar, belki bir kaç alkış
anlıyor iyi bir şeyler yaptığını
Anlıyor bu kalabalığın iyi bir şeyler için toplandığını,
İyi insanlar olduğunu
Ve belki üzülüyor Adiloş Bebe için
Annesine kızıyor Adiloş Bebe'nin
Açlığından sorumlu olanın annesi değil 'onlar' olduğunu bilmeden...
Hem bir anne bebeğini nasıl aç bırakabilirdi
Henüz soruların cevabını sadece yüreğinde bulabiliyordu
Küçük yüreği anlamaya yetmemişti belli ki
Zavallı küçük Adiloş Bebe diye geçirdi içinden
Kendi küçüklüğünü unutarak...
 
O kalabalığı oluşturan abiler, teyzeler, o 'iyi' Kalabalık
Onlar da unutmuştu çoktan
küçük olmayı..
Engel olunamıyordu ki büyümeye...
Ve seneler değildi yaş hanesini büyütüp
yüzlere o büyümüşlük  maskesini takan,
yıllar değildi o zaman zaman yorgunlaşan bakışların nedeni.
Tıpkı umudun yüzü aydınlatması gibi
içeride bir yerde yaşanan
o telaş, o yorgunluk, o öfke…
büyümenin ağırlığını da
umudun ışıltısını da yüzlere yansıtan o şey;
belki şanslı denilebilecek insanların
hamuruna katılmış olan sevgiydi...
Koşulsuz, karşılıksız, sadece insan olmanın
doğasında bulunan
içerde bir yerde saklanmamış,
yüreklere sığmamış ,
bir ses, bir kelime, bir yaşayış,
ortak bir dil olmuş, meydanlarda vücut bulmuştu işte...
 
O küçük kız
Adiloş Bebeyi sayıkladı o akşam
tekrar heyecanlandı,
o kalabalığı anlatırken
o akşam annesine daha sıkı sarıldı uyurken...
Konuştu...
       Anlattı...
              Uyudu...
 
Bu ortak dili çok iyi bilen başka bir 'iyi'
başka bir şehirde
Aynı sevginin bedelini ödemekte idi...
Bu sevgi için ödenen her bedele değerdi
ama
   ama...
Mahpusluk zordu işte…
Sevgi adına da olsa
Onurlu da olsa
bir yerde büküyordu insanın boynunu
'Aslında ne güzel şeydir insanın insana yanması...
Ne güzeldir bilmediğin birinin derdine üzülebilmek ve çare aramak'
Anlık bile olsa bu dizeler nefes alışını kolaylaştırıyordu
Bunları sevgili anlardı belki ama
Ya oğlu
Ne kadar direnebilirdi
Daha isminin anlamını öğretememişti ki oğluna
Nereye kadar anlayabilirdi babasını
Ya onu sevmekten vazgeçerse
Ya anlamayıp utanırsa...!
Koca koca adamlara anlatamamıştı derdini
Çocuk ne yapsındı?
Hem ne şekilde olursa olsun
Çocuklarını bırakan babaya duyulan özlem
biraz kızgınlık, kırgınlık içermez miydi?
Öteki çocuklar el ele tutuşup babalarıyla
eve giderken
oğlunun boynu bükülmez miydi?
Okulda öğretilen aile ile evindeki aile aynı değildi ki
o büyük eksiği nasıl tamamlardı küçük yüreği...
Masadaki yokluğuna alışırsa...
Düşünüyor mu düş mü kuruyor
çok da ayırımına varamadan
burnuna gelen oğul kokusuyla
uykuya daldı...
Çok da uyku denilemezdi ya
bu uykunun uyanışı
ne güzel bir telaştı..
Alışkındı telaşla kalkılan uykuların ardından gelen
kaçışlara, yorgunluklara, korkulara, evinden alınıp götürülmelere
yine içi sızladı
Çok kısa bir zaman yetti nerde olduğunu anlaması için
Daha büyük bir sızı duydu...
Zaten içerdeydi…
 
Ama bu telaş niyeydi o zaman
çok geçmedi sesleri algılaması
 
- Abi koooş! Koş!
- Bak kuşlar, kuşlar....!
- Camda kuş pislikleri var ..!
- Abi gitmemiş hepsi...!
- Gökyüzü hala onları yaşatacak kadar güzel demek ki !
- Demek ki hala mavi...!!
 
Gözyaşları içinde kalmıştı genç çocuk
pencereye attığı ekmek kırıntılarını
sadece rüzgarla paylaşabilmişti...
İnancı yitmeye başlamıştı
Gökyüzünün varlığını, güzelliğini unutmaya başlamıştı...
Evet hava almaya çıktığında görüyordu gökyüzünü ama
sadece mavi bir boşluk yer etmeye başlamıştı uslarda gökyüzüne dair..
Ne süzülen martıları, ne fabrika bacalarından gökyüzüne karışan dumanları
ne güneşin bulutlara gömülüşünü
hatırlayamıyordu…
'Ölümde böyle bir şey olmalı, gitgide yoğunlaşan bir unutkanlık'
Bir yerde okumuştu genç çocuk bu satırları
O yüzdendi bu derin korkusu..
Burada ölüp yok olmaktan korkuyordu...
Gökyüzü hikayeleri bitmek üzereyken
ne güzel bir hediye, ne güzel bir hatırlatıştı
şu kuş pislikleri...
Ve ne güzel bir paylaşım…
İki arkadaşın ya da artık abi kardeşin
elbette farklı hatıralarıydı gözlerini dolduran,
gözyaşları ortaktı ..
Ağır şeydi tabi
Keşke kuşları da görebilselerdi
Belki yine gelirlerdi
artık ekmeklerini rüzgara bırakmazlardı herhalde
Mahpushanede bir kuş pisliğinin bile
günü bu kadar değiştirip, hareketlendirmesine,
içinde bir şeyleri kıpırdatmasına
sevinsin mi üzülsün mü bilemeden
bir çentik daha attı duvara...
 
Gün iyi başladı ya öyle de devam etsindi
Küçük bir kız çocuğundan bahsediyordu arkadaşları
O yaşta bir kız
Onca kalabalığa sesini duyurmayı nasıl başarmıştı?
Ne güzel okumuş olmalı ki
mahpuslara umut şiiri oluvermişti o dizeler...
Sanki bebeler teşekkür etmişlerdi Adiloş Bebe nin ağzından
Umut vermişlerdi ya daha ne olsundu
Zaten her şey aslında onlar için değil miydi?
Aç kalmasınlar, üşümesinler
Şiirlere açlıkları, korkuları değil
umutları konu olsun diye değil miydi tüm kavga...
İşte umudu konu ettirecek bir kız
Şiir olacak bir kız dışarıda büyüyordu...
İçerde adamın saatleri büyürken...
Büyüyordu kız...
büyüyordu oğlu...
büyüyordu umudu…
Büyüyordu gece
duvarlar...
büyüyordu,
Büyü...
 
Herkesin sesi o küçük kızın sesi kadar gür çıkmıyordu
Herkes öfkesini, haklılığını bu uğurda hapse girmeyi göze alacak kadar savunamıyordu.
Bu demek değildi ki  görmezden gelmek,
bu demek değildi ki umursamamak
bu demek değildi ki...
Sadece sessiz bir yaşamı tercih etmenin getirisiydi bu
belki götürüsü...
Herkesin kendisi gibi olduğunu düşünen adamlar
içinde kötülük barındırmayan
sadece yaşam tarzlarıyla tepkilerini gösterebilen
sadece doğru yaşayarak hayata katkıda bulunmaya çalışan adamlarda vardı
yeterli olacağını düşünerek
Keşke yetseydi...
 
Bu sessiz adamlardan biri
Adiloş Bebe'nin hayatına dokunduğu adamlardan biri
Elbette onunda kızgınlıkları, öfkeleri vardı
Sessizlik zaten çoğu zaman öfke içermez mi?
Sevgisini gösterirken bile mütevazılığı elden bırakmayan bu adam
İlk ekmek kapısı olan dükkanına Adiloş Bebe'nin ismini vererek
sessiz bir çığlık ekledi kalabalığın sesine...
İsmi de anlatıyordu zaten
masumiyeti...
Kendileri küçük, hayalleri büyük olan bedenleri giydirdi Adiloş Bebe ile...
Sadece çocuklar için çalıştı
O zamanlardaki mutluluğu, huzuru bir daha yakalayabildi mi bilinmez ama
Giydirdiği çocuklar büyüyene kadar geçen sürede hissettiği mutluluk
hayatın ona en güzel hediyelerindendi...
Ama çocuklar çabuk büyüyordu
Ve zaman sadece çocuklar için işlemiyordu
Şehirler, insanlar, beklentiler de zamanla birlikte işliyordu.
Ve bu sessiz adamın küçük dükkanı
belki önce kendisine yetmemeye başlamıştı
sonra çocuklara...
sonra şehre
sonra...
son...
 
Son değildi
sadece yeni bir başlangıçtı
zaman kendi çocukları içinde işliyordu
daha büyük bir şehirde
daha iyi olanaklarla
daha büyük olsun istiyordu çocukları,
küçük şehri
küçük dükkanı terk ederken...
 
Şehir büyüktü
Büyüktü ama sanki bir şeyler küçülmüştü
Çocuklarını daha az görür olmuştu
artık onları okula bırakıp
okuldan almıyordu
Bu sene doğum günleri arkadaşlarla mı kutlanacaktı?
Sanki çocukları büyümüştü
Alışmalıydı belki yavaş yavaş paylaşım zamanlarının azalmasına
Onlarda büyüyecek
ve daha büyük olmak için başka büyük bir şehre gitmek isteyeceklerdi...
Neyse ki hayat arkadaşı yeterince büyümüştü
Mütevazılığını elden bıraktığı,
Belki ilk defa uğruna sesini yükseltip
sessizliğini bozduğu kadın...
Sevgisiyle büyümüştü işte
Sevgisi onu hep yanında tutacak kadar büyüktü
daha fazla büyüyemezdi
Neleri göğüslemişlerdi
çocukların büyümesini de beraber kaldırabilirlerdi...
 
Ama öyle olmadı
Zaman çok çabuk büyüdü
zaman çok acımasız büyüdü
onca yılın sessizliği
içinde hastalık olmuş
gökyüzünde yıldız olmaya davet etti
sessiz adamı
Yine hiç kimseye bir şey söyleyemedi adam
belki karşı çıkmak istedi
ama kime anlatsındı derdindi
kimden zaman istesindi...
Çocukları henüz büyük şehre sığacak kadar büyümemişti
daha yapılacak işler vardı…
Ama kimse dinlemedi
İşler kaldı
Çocuklar bir günde büyüdü
bir o kadar da eksildi, küçüldü
Bir yanları yaşlandı,
bir yanları iyiliklerden oluşan evin tamamlandığına,
babalarının o yüzden gittiğine inanacak kadar çocuk kaldı...
Karısı aslında hiç büyümediğini anladı
Sevgisi kaldı
adam gitti...
 
Zamandan korkar oldu çocuklar, kadın, küçük kız, mahpus adam...
Zaman aldırmadı,
hem her gün, her an yeniden kanattı,
hem her gün, her an iyileştirdi...
 
Fotoğraflar kaldı zamandan geriye,
Her şeyi değiştirmeye gücü yetmişti de zamanın
fotoğraflara dokunamamıştı,
hatıraların bellekteki görüntüsüydü o fotoğraflar...
Sessiz adamın kızı hafızasından utanıp
fotoğraflara sığınınca tanıştı 
Adiloş Bebe ile...
Babasının dükkanı önünde çekilmiş
siyah beyaz bir fotoğraf ile
O fotoğraftan sonra okudu o şiirin tamamını
O zamana kadar çocuklar Adile Teyze'yi çok sevdiği için dükkana
o ismin verildiğini düşünüyordu. Bu yanılgı içinde zamanı suçlamıştı
belli ki kimsenin O'na bunu anlatacak zamanı olmamıştı...
 
Şimdi anlamıştı ya, zaman yine sarmıştı işte bir yarayı,
artık isim düşünmesine gerek kalmamıştı ilk ekmek kapısı için...
Adiloş Bebe tabelası asılınca dükkanın kapısına,
Babanın resmi konulunca dükkanın en güzel yerine
daha bir yakışıklı olmuştu dükkan...
 
Yine çocuklar vardı dükkanın içinde
Adiloş Bebe bu sefer kitap hazırlamıştı çocuklar için
Küçük bedenleri daha çok hayal üretebilsin,
hayalleri hep büyük kalsın diye...
Büyümeyi ellerinden geldiğince erteleyebilsinler,
Sessiz adamın kızına, çocuk kalan yanında arkadaş olsunlar diye..
 
Bu isim belki birilerine yine Adile Teyze'yi hatırlatmış olabilir
ama, birileri için geçmiş demekti, ilk ses, ilk umut demekti...
Küçük kızına okuyacağı ilk kitabı arayan bir anneye ilk sesini hatırlatmıştı
bu dükkan...
 
İçeri girince önce şiirle karşılaştı, o şiiri ilk okuduğu zamandaki
heyecanı tekrar duyumsadı,
Yanında nerdeyse aynı heyecanı duyan adamı farketmeden
tüm dizeleri küçük bir kızken okuduğu gibi bir çırpıda okudu, yüreğinde bir kuş tekrar çırpınmaya başladı.
Bu sefer karşısında bir kalabalık yoktu, sadece bir çift göz, ağlamakla gülmek arasında kalmış,
kendisine geçmişe ait bir umudu,
umutsuzluğu hatırlatan bu anın biran evvel bitmesini mi yoksa
hiç bitmemesini mi istediğini bilemeden öylece duran bir adam... 
 
Adiloş Bebe'nin bu akşam bir günde büyüyen,
ama ruhları o günde kalan kocaman çocuklardı misafirleri...
Üçünün de farklıydı Adiloş Bebeleri...
Üçünün de ortaktı sevgileri...
Masada iki kadeh şarap
bir kadeh rakı
herkese yetecek kadar kelime
herkese yetecek kadar anı
Ve gökyüzünde tek bir yıldız vardı...
 
 
                                                                                                       
   
 

Pınar Sarısaltık/ 18  Aralık 2005