Neyin peşindeyiz,
paranın mı, aşkın mı, yoksa gücün mü? Kimi
zaman evreni bir kum tanesinde
görebilmek isteriz, kimi zamansa hesaplar yaparız,
hedeflerimizi belirler ve
dolu dizgin üzerine gideriz ya da gittiğimizi sanırız. Bir
dostum anlattı:
yukarıdan bakabiliyormuş insanlara ve her birini
küçük noktacıklara
benzetiyormuş. Durakta toplaşan noktacıklar, bir yerden bir yere
koşturan
noktacıklar, diğerlerine göre daha ağır hareket eden, yaşlı
noktacıklar... Bir
de çocukları tanımladı: kıpır kıpır, hiç yerinde
durmayan, çılgınca etrafta
dönüp dolaşan noktacıklar dedi onlar için.
Bence bir de yükselip yükselip
yukarıdan insanları seyredebilen, zekası gelişmiş noktacıklar var.
Sonuçta dev
bir devinimin içindeyiz ve bu yüzden hiç
yerimizde duramayız, yatay ya da dikey
yönde her an hareket ederiz.
Ben
bugün tanrıyı
oynamayı düşünüyorum. Daha doğrusu
öyle yaptığımı düşünenler olabilir diye
peşin konuşuyorum: Evet, ne olmuş?
Yukarıdan
izlediğim
insanların, yaşamları boyunca hep gidecek bir yerleri, izledikleri bir
yolları
olduğunu görüyorum. Aslında milyarlarca yol vardır
ama ben yalnızca
görebildiklerim kadarım. Yolların düzensiz bir
biçimde birbirleriyle
çakıştıklarını görüyorum ve kimi yollar
ansızın iki ya da daha fazla çatala
ayrılabiliyor. İçlerinde tek bir yol var ki o asfaltla kaplı
ve çok geniş, ona
güvenli yol diyorum ben çünkü
diğerlerinden daha aydınlık. Kaldırımlarında
milyonlarca insan yürüyor. Ayrıca yoğun
gürültü ve onca el fenerinden gelen
ışıklardan dolayı insanın içinde yurt duygusu uyandırıyor. O
asfalttakilerin
her biri ait oldukları kurumlara ya da birimlere bağlılar. Kimilerinin
bağları
mezhepken, bazılarınınkiler futbol kulüpleri, plazalar ve
onlar için kurulmuş siyasi
partiler, papatyalar, feministler, ürologlar derneği ve bunun
gibi kuruluşlar
olabiliyor. Hiçbirine ait olmayanlar ise duruma
göre, hemşehrilik ya da
vatandaşlık kurumlarından birine sığınıyor. Bazen bakıyorum, kimileri
asfaltta
ilerlerken o kalabalığın içinde kendilerini yalnız
hissedebiliyor ve gücenip
ilk sapakta ayrılıyorlar. Daha az aydınlık, daha dar ve tenha yolları
seçiyorlar. İlk zamanlar
üzülüyorlar ama ilerledikçe
gerçek yaşamın aslında
orası olduğunu anlıyorlar.
Neyse
biz ana
yoldan ayrılmayalım hemen. Kendini bir yerlere ait hisseden mutlu
insanlar
genelde ahenk içinde, hep birlikte hareket ediyorlar. Ancak
plaza insanları
onlardan biraz daha farklı. Onların yetişmesi gereken hedefleri
olduğundan ve
ekmek aslanın ağzındayken kaybedecek zamanları olmadığından son hızla
hedeflerine koşuyor, koşuyor, koşuyorlar. Gerçekte her
yolcunun
bir ya da
birkaç hedefi var ama zaten hedefler de yolları canlı tutmak
içindir. O nedenle
kalabalık hedeflerine gülümseyerek bakıyor ve ağır
yürüyüşünü
sürdürüyor.
Plazacıların
durumu farklı, onların işi hedefleri yakalamak, hiçbirini
kaçırmamak. Durum
böyle olunca diğer kalabalığın arasından kendilerine yol bulup
herkesi
sollayarak geçiyorlar. Bazıları hızlarını alamayıp canım
hedeflerine bodoslama
daldıklarından aldıkları darbeyle yere yıkılıyorlar. Eğer yıkılmıyor
olsalar,
insanlık plazacıları asla göremezdi. Güruh, ağır ve
tek tip
adımlarla yolda
ilerlerken bu düşen plazacılara yetişiyor. Demek ki bir hedefe
yetişmek için
ille de koşmak gerekmiyormuş. Neyse ki kalabalık bu gibi ayrıntılara
takılmıyor, tüm dikkatler düşen plazacılara
yöneliyor.
Hemen yardım eli
uzanıyor ve siyasi partilerin de duruma el koymasıyla aldıkları darbe
ve
yaralar büyük kalabalıklar tarafından paylaşılıp
öğütülüyor. Bunun adına da ek
vergi deniyor ve her yıl kutsal ek vergi bayramı kutlanıyor. Sonrası
gül bahçesi:
hiçbir şey olmamış gibi yollarına devam ediyor insanlar.
İyileşen plazacılar da
en kısa zamanda kendilerine yeni hedefler ediniyorlar. O kalabalıktan
tek bir
kişi de çıkıp: “Biz bu filmi daha önce
görmüştük.” demiyor,
sükûtun altını
kulaklara küpe oluyor ve tüm kalabalık bunu
süs eşyası
sanıyor.
Büyük
kalabalıklar
işte bu şekilde, sağduyunun esintisiyle, bağlarına sıkıca tutunarak,
yollarında
ilerliyorlar. İçlerinden bazıları yükselip
diğerlerini izliyor ve noktacıkları
tanımlıyor. Oysa insanları değil de yolu izleseler, bunun bir
çember olduğunu,
başı ve sonu olamayacağını görebilecekler ama yok, hep
insanları görüyorlar,
yolları görmek kimsenin aklına gelmiyor.
Yan yollar anayoldan
biraz daha karmaşık. Onlar evrenin sonsuzluğuna kadar ilerleyebilecek
kapasitede olabilirler. Ben böyle
düşünüyorum
çünkü toplamını göremiyorum.
Belki bir yerlerde bir eğim vardır ve bir zamanlar dünyayı
düz sandığımız gibi
yan yollar da bizi yanıltıyordur. İşte o yollarda ilerleyen insanlar
anayoldakilerden daha yalnız ama tümden yalnız oldukları
söylenemez. Yollar ve
sapaklar üzerinde sonsuz seçim hakları var. Canları
hangi yöne gitmek isterse o
yöne ilk sapakta dönebiliyorlar
çünkü onların ait oldukları birimler,
kurumlar
yok.
Yan yollarda belki
ilk başta tek başına yürümek gerekiyor ama kısa zaman
sonra aynı yolu seçmiş olan
bir kişi daha geliyor ve yalnızlık sona eriyor. Derken bir başka
sapaktan
üçüncü yol arkadaşı da katılıyor
ve birkaç sapak boyunca birliktelik devam
ediyor. Belki aynı kaldırımlarda bile
yürünmüyor ama önemli değil; o
yolu, hem
de aynı yöne giderek paylaşıyor insanlar. Ne var ki biri
ilerden sağa dönmek
isteyebilir. Diğerleri ya birlikte gelmeyi seçer, ya da
devam etmeyi. Her
girilen yolda yeni yeni insanlara katılır ve kısa zamanda tenha
yollardan
korkmanın anlamsız olduğu görürüz. Tenhalık
yalnızlık değildir, aksine
ferahlık, özgürlüktür. Aitlik
yoktur bu yolculukta, herkes kendine aittir. Her
sapak ayrı bir maceradır. Hoşumuza gittiği zaman zarfında aynı
kişilerle aynı
yolu paylaşırız. Hoşlanmadığımız noktada bizi bekleyen ilk sapak
çok uzakta
değildir.
Anayoldan
birkaç
çatala ayrılan bir noktada dikilip duran insanlar vardır.
Her yönden gelen,
geçenleri kendi hayatlarını renklendirmeleri için
fırsat bilirler. O uzun yolu
tek başlarına kat etmeye cesaretleri yoktur. Buna bir diyeceğim yok
çünkü
yalnızlık korkusunun insanları nasıl kör edebildiğini daha
önce birkaç kez
görmüştüm. Belki günün
birinde başka yolcuların ödünç
esintileriyle beslenmekten
vazgeçip yola çıkar ve kendi
rüzgarlarını estirmeye başlarlar.
Yan
yollarda da
hızlı adımlarla ilerleyenler var. Onlar yolların
tümünü görebilmek için
yanar,
tutuşur. Hatta kimileri her iki kaldırımı birden denemek ister ve
zigzaglar
çizer durmadan. Bilgiye aç insanların doğal
devinim biçimidir bu. Ben bunu
yapmam. Ya yol biterse? Yaşamımın kalanını koca bir boşlukta
geçirmek hoşuma
gitmez benim. Kimileri minik adımlarla ilerler. Ben de onlar gibiyim.
Bulundukları
yolun sonunu görmek gibi bir kaygıları yoktur onların.
Yaşamları boyunca
ilerlerler ama dönüp baktıklarında bir karış kadar
yol aldıklarını görürler. Bu
onları rahatsız etmez çünkü tüm
yaşamları boyunca o kısacık yolda hiç boşluğa
düşmemişler, hiçbir şeyi gözlerinden
kaçırmamışlardır. Siz kaldırım taşına
tırmanan karıncayı gördünüz mü? Ben
gördüm, biz gördük.
Yine
yükselip
insanları izleyen dostumdan söz edeceğim: bana dedi ki:
“E, peki gördün
karıncayı. Gördün de ne oldu, ne işine
yaradı?” Ben de gözlerinin içine baktım
ve: “Hiç” diyerek
gülümsedim. Şimdi buradan yanıt veriyorum:
“Hiçbir işime
yaramadı dostum ama beni mutlu etti.”
Yaşamınızın hiçbir
anını kaçırmamak adına yolları görebilmeniz
dileğiyle...