Ucuz
eğlence, yarış, dizi film, spor ve
benzeri programlar, kitleleri gerçek sorunlarından
uzaklaştırarak, uyuşturmayı
amaçladığından eleştirilir. Kuşkusuz bu haklı bir eleştiri
olmakla birlikte
yeterli açıklayıcılığa sahip değildir.
Bu ve benzeri programlar,
kitleleri edilgenleştirmek dışında, çok daha
önemli sorunlara yol açmaktadırlar. Bu programlar, kitlelerin
düşünsel yapısını, beğeni ve tercihlerini
yönlendirmeyi değil, “yönetmeyi”
amaçlamaktadır. Her birimiz, elimizde uzaktan
kumanda aleti ile hangi programı izleyeceğimizi değil, nasıl
programlanmak
istediğimizi seçiyoruz sadece.
Çirkin
kadın yoktur gerçeğini unutup,
güzelliğinden kuşkuya kapıldığımız bir kadının, otoriteler
tarafından, neredeyse
dünya güzeli olduğuna bizi ikna
etme çabaları, kozmetik pazarlama stratejilerinin değil,
yönetme stratejisinin
ürünüdür. Televizyon ekranlarından
fırlayan göğüs ve bacaklar,
gözümüzün değil,
beynimizin içine sokulmaktadır. Makyajlarla allanıp pullanan
bir kadında, yavaş
yavaş bir güzellik aramaya çalışmamız, iyi
niyetimizin değil, otoriteye duyulan
saygının gereğidir. Koca koca otoritelerden daha iyi bilecek değiliz
ya… Onlar
güzel bulduklarına göre bizim görmediğimiz
bir keramet mutlak vardır. Ya
aslında fena da değilmiş diye başlar, bir süre sonra
posterlerini duvarlarımıza
asmaya başlarız.
Sesini
duymaya tahammül
gösteremeyeceğiniz bir kişi, biraz teknolojik araç
gereç yardımı ile de olsa,
yine otorite yoluyla, duyduğumuz en ilginç ses, farklı bir
tınısı ve gıdısı var
diye bize yutturulur. Kuşkusuz amaç, ses güzelliği
olmayan bir fukaraya ekmek
kapısı açmak değildir. Amaç, sesi olmayan
birisinin bile, kitleler tarafından
beğenisinin sağlanmasıdır.
Spor
programlarında, herhangi bir enstantaneyi
sağından solundan, altından üstünden sayısız kere
göstererek kabzımallıktan ve
hekimlikten bozma hakem eskilerine yorumlatma çabaları,
ülkeye yaraşır hakem
yetiştirmek derdinden olmadığı açıktır. Amaç
sizi, gözünüzle
gördüğünüzün
tersine inandırmak içindir. Her ne kadar, sayısız kere
gösterilen pozisyonların
altında, “aptallaştırmayı sağlama alma işlemi” diye
yazmasa da,
düşürüldüğümüz
pozisyon budur. Adam göstere göstere rakibi ceza
sahası içinde tekme tokat yere
indirir, eski hakem ve futbol yorumcuları, futbolun erkek oyunu
olduğunu, bu
kadar darbe ile düşülemeyeceğini fizik, kimya ve
biyoloji kuralları ile
açıklayarak pozisyonun penaltı değil, hasıraltı olduğuna
bizi inandırır. Aynı
adamlar, ceza sahası içinde, kendini yere salan bir adamın
düşüşüne, yanından
geçen bir rakip oyuncunun neden olduğunu söylerken
de aynı ciddiyete sahipler.
Bu tür durumlarda fizik, kimya, biyoloji olmasa bile,
psikoloji biliminden
yararlanırlar. Allah çarpsın rüzgarı
çarptı, Adam kendini yere atmasa, bacağı
kırılacaktı, falan filan gerisi yalan…
Siz
kadınların İbrahim Tatlıses’in nesine
vurgun olduğunu çözemezken, onlar ahı gitmiş vahı
yolda olan Deprem Dede’den
yılın en seksi erkeğini, Banu Alkan’dan Afrodit yaratırlar.
Çünkü onlar bizim
henüz şifrelerini çözemediğimiz bir
karizma bilgisine sahipler. Ne söylediği
anlaşılmayan süklüm püklüm Erdal
İnönü, külhanbeyli tavırlarıyla Tayip
Erdoğan,
konuşmak için araya reklam alan Mesut Yılmaz, her aklına
geleni savuran Tansu
Çiller karizmatik. Bu şifreleri
çözemeyen bizler ise kerizmatik…
Böylesine
ucuz programlanmış bir
toplumda, zavallı bir adamın toplum için en
büyük tehdit, mafya babasının
ulusal kahraman, çiftçi ve
köylünün en büyük
rantiyeci, üçkağıtçı
ve hırsızların saygın işadamları,
işçi ve memurların
asalak, manken ve
artistlerin ağır işçi olduğuna inanmamamız için
hiç bir neden yoktur.
Dakikalarla
sayılı gösterilerde on
binlerce dolar kazanan mankenlere, bir gecede yüz binlerce
dolar kazanan
şarkıcılara, bir transfer döneminde milyonlarca dolar kazanan
futbolculara
hayranlık duyup, aldıkları maaş masraflarını bile karşılayamayan
milletvekillerine küfretmemiz boşuna değildir.
Yakın
çevremizde AB’ye girmek isteyen tek
bir kişi görmediğimiz halde, toplumumuzun
büyük bir kısmının AB’ye girmek
istediğine inanmamız için ne gibi bir nedenimiz olabilir
ki… Yaşar
Kemal ve Orhan Pamuk’un büyük bir
düşün adamı olması ile toplumun
büyük çoğunluğunun AB’ye girmek
istediğine
inanmak arasında bir benzerlik kuruyorsanız,
aklınızı emniyete alın. Ne ilgisi
var diyorsanız, ilişkisizlik yasasının
sigortası altında keyfiniz gıcır demektir.
Ne
diyelim, sağlıcakla kalın…