ana sayfa / editorial / içindekiler / h@vuz'dakiler (biyografi)
 iletişim-erişim/  yapıt gönderme yerleği /  ilkelerimiz / arşiv

 
Yorgun Gözlerin Kapandı; Güneş Batarken...

   

   
Menekşe Gözlüm, yılların yorgunluğunu ve eşini erken kaybetmenin verdiği izleri derin taşırdı yüzünde. Ama var ya; hani var ya; bize  gelirken, yanında taşıdığı  hantal, kahverengi valizi gerçekten müthişti. Çünkü, içinde mutlaka  torunlarını mutlu edecek armağanlar olurdu. Bizler,  hacı yolu gözler gibi gözlerlerdik o valizi! Anneannemizin  gelişini yani. Benim ilk  oyuncağım,  sırtından kurulunca süt içen bebekte onun armağanlarından sadece biri. 

“Kadriye!” diye seslenirdi yardımcısına.  “Eğer ben ölürsem, evde de Gülter olmazsa, sakın korkup kaçma kızım. Beni yalnız bırakma emi?”  “Merak etme bırakmam teyzem.” diye yanıtlardı her seferinde Kadriye…
 
Menekşe Gözlüm, 89 yaşında ve alzaymır hastasıydı. İki yaşınd
a annesini kaybetmiş… Bu yüzdendi , ne zaman bir anne ve kızı, karşısında sarmaş dolaş görse kızması…     

“Bizim zamanımız böyle miydi?  Hiç büyük küçük dinlemiyorsunuz.  Ne o  öyle şap şup?”

Sonra yüzünü garip bir acı kaplar, menekşe gözleri buğulanır,  “Ben hiç anne sevgisi,kokusu nedir bilmem. Belki de siz haklısınız.”  diye özür dileyen bir edayla başlardı fısıltı halinde  konuşmaya.  Elinde dedemin yadigarı  akik tespihi, taa belinden başına kadar öne arkaya yaylanarak duaların arasına sıkıştırırdı, içinde ukde kalanları...    

 “16’mda gelin oldum, 20 sin de Yıldız’ımı toprak aldı. Anne acısını bilemedim. Ama evlat acısı neymiş öğrendim. Yeşer geldi dünyaya, gönlüm yeşerdi . Sonra Gülter.  Gül açtım yeniden yediveren gibi.  Sonra da Üstüngel… Bismillahirahmannirrahim ,   elhamdülillah ,elhamdülillah , süphaneke …” dalıp giderdi. Tespih bir tur olunca, önünde duran çay tabağından bir  kibrit çöpünü alır, bir  diğer çay tabağına bırakırdı sessizce.. “Babanız da vakitsiz gitti. Tam gün yüzü görecektim ki.” 

40 yaşında dul kalmış, 60’ına  kadar üç kızı arasında göçebe kuşlar gibi gezmiş. 

“Bir göz oda bir salon olsun, yeter ki kendi evim olsun” diye dua ederdi tanrıya. Tanrı ona istediği gibi bir ev verdi. Minik bir bahçesi, bahçesinde  limon ağacı  ve hercai çiçekleri… Gözü gibi bakardı onlara. Limon mevsimi gelipte ağaç çiçek açınca pek bi keyiflenirdi. Her sabah sade kahvesini bu limon ağacının karşısına geçerek içer; “Bak bak!  Sol tarafta iki tane var.  Hah, bir de sağdaki dalda… Aaa yukarda da var.. Hey Allahım, nelere kadirsin.  Şunların güzelliğine bakın kızlar.” diye seslenirdi oturduğu koltuktan içeriye . 

Bu sabah valiz yine hazırlandı. Kefeni, havlusu, gülsuyu, Kuran’ı, başının tülbendi ve camiye hediye edilecek bir namaz halısı… 

Bir ayını dolduracaktı bu gün yoğun bakımda. Her gece yalvardım tanrıya acı çekmesin diye. Makineye bağlamışlardı,  morfinle uyutuyorlardı acı hissetmiyormuş öyle söyledi doktor kuzenim.     

Dün seni gördüğümde solmuştu menekşe gözler.Vazgeçti artık direnmiyor dedim içimden.Yorgun gözlerin kapandı güneş batarken. Belki de annen birliktesin şu an. Ona iyi sarıl Menekşe Gözlüm hasret bitti…

                                                                                                         

   
 

Buket Akkaya/ 31 01 2005