Kararını
değiştirdi kadın, bu gece pantolon giymeyecek.
Omuzlarını
açıkta bırakan, üst bedenini sımsıkı sararken belden aşağıya özgürce dökülen,
açık yeşil şifon elbisesini giyecek.
Ayağında
yüksek ökçeli terlikler, abartısız bir makyaj, birkaç fırça darbesiyle taranmış
doğal saçlar...
Şöminenin
başında oturacaklar. Sağdaki koltukta kadın, soldakinde erkek. Her zamanki
gibi.
Beraber
geçirilecek birkaç saate yapay anlamlar yüklemek ne derece doğru, bilemiyor.
Bu, uzun zamandır süregelen, virgüllerle uzatılmış, sündürülmüş,
hantallaştırılmış bir cümleye konulacak kocaman bir nokta aslında...
Noktayı
koyup cümleyi kapatıp el sıkışacaklar. Eriye eriye yitmiş bir mumu şamdanından
kazırcasına... Gerçek amacından sapmış uzun bir söylemi susturmak gibi...
Anlamını çoktan yitirmiş bir beraberliği uygarca bitirmek için.
Böyle
bir buluşmada duygusallığa yer var mı?
(Olmalı
mı?)
Yok
canım!
(Bunca
özenin gereksizliği ortadayken, bu titizlenmeler neyin nesi?)
Ama
her şeye karşın, özel bir gece bu! Sonradan düşündüğünde, yaşanılanları kare
kare gözünün önüne getirdiğinde, eksik bir şey bulamamalı!
Viski
içecekler. (Kadın öyle istiyor!) Kristalviski bardaklarında...
Ucuz, sirke
tadını çağrıştıran şarapları içecek kadehleri yoktu. Annesinin, kendi
büfesinden toparlayıp çeyiz olarak verdiği ince uzun limonata bardaklarında,
yıllanmış, tortulu şaraplara dönüşürdü o sirkemsi şaraplar...
Tuzlu
leblebiyle ağızlarındaki burukluğu alır, dudaklarında kalan tadı birbirleriyle
paylaşırlardı...
Bardakların yanına iki çerez tabağı koyacak.
ERKEK için kavrulmuş tuzlu badem, kendisi için de çikolata.
Viskinin acı tadını, genzini yakan keskin
alkol buharını çikolatayla yatıştıracak KADIN.
(Yalan! Ağzında eridiğinde, damağından
beynine ulaşacak dinginlik, hüznüne kalkan olsun diye...Tıpkı eskiden olduğu
gibi.)
Dede, elinde kocaman bir çikolata paketiyle
girdi içeri.
“Bu senin sırma saçlım,” dedi.
Sevindi sırma saçlı. Çocuksu
bir sabırsızlıkla ,yırtarcasına açtı paketi. Fıstıklı çikolatanın ucundan küçük
bir parça kırdı, ağzına attı.
“Biliyor musun,” dedi dede.
“Baban yarın sabah Amerika’ya uçuyor.”
Hiçbir şey söylemedi çocuk. Bir
parça daha çikolata attı ağzına. Diliyle şöyle bir çevirdi, damağına
yapıştırdı.
“Annen de...”
Biliyordu! Annesiyle babasının
ayrıldığını, babasının uzunca bir süre için Amerika’ya gideceğini; annesinin,
yakın olmaya çalıştıkça daha beter uzaklaşan, yapay tavırlı, o itici ADAM’la
evleneceğini çok iyi biliyordu...
“Sen de artık bizimle
kalacaksın. Hep demiyor muydun, ’Ben sizin kızınız olayım,’ diye...”
Kakaonun büyüleyici tadı,
damağını uyuşturmuştu. Gözlerini yumdu. Göz pınarlarına kadar gelen yaşlar
tutuklaştı, duraksadı, öylece kalakaldı... Ağzındaki tatlılığın içinde eriyip
yitiverdi.
“Umduğumuzdan kolay oldu
galiba,” diye fısıldadı dede anneanneye.
Anneannenin dudakları buruk bir
gülümseyişle kıvrıldı.
“Yanılıyorsun,” dedi.
“Hüzünlerini çikolata ile kapladığını görmüyor musun zavallının?”
Yemek
sonrası gelecek ERKEK. Öyle olsun istedi. Kim bilir, belki süreyi uzatmak istemiyor;
belki de aynı sofrayı bir kez daha paylaşmaktan ürküntü duyuyor...
Biz hiç yemek yemedik seninle. Çaylı, zeytinli kahvaltılar etmedik.
Ekmeğimizi, tuzumuzu paylaşmadık. Tahta masalar üzerinde, takımı bozulmuş
tabaklarda ekmek peynirle karnımızı doyurmadık.
Hep böyle, gümüş şamdanlı masalarda oturduk. Altın yaldızlı porselen
tabaklarda fleminyon yedik. Kristal kadehlerle şampanyalar içtik...
(Öyle mi?)
ERKEK
çikolata getirecek KADIN’a. Getirmeli! KADIN öyle istiyor. Bekliyor.
Böyle
olduğunu bilir ERKEK. Çiçek tanzimi gibi özenle hazırlatır çikolata kutusunu.
Likörlü, fındıklı, fıstıklı, sütlü, sütsüz; siyah, beyaz, açıklı koyulu; sıra
sıra, biçim biçim çikolatalar...
Sezaryenden yeni çıkmıştı KADIN. Güçlükle
kendine geldi.
“Bebeğim?” diye arandı hemen.
ERKEK, gözleri yerde, kocaman
bir çikolata kutusunu bırakıverdi kucağına.
“En sevdiklerinden,” diyerek.
Anladı KADIN. Bebek yoktu!
Bebek ölmüştü.
“Gene olur,” dedi ERKEK.
Gene olur...
Olmalıydı!
Ama olmadı...
Ağır
devinimlerle paketi açacak KADIN. Çikolataları, viski bardağının yanındaki
çerez tabağına özenle yerleştirecek.
Oturacaklar.
Söze
nereden başlayacaklarını bilememenin sıkıntısıyla; gözleri yerde, salonu boydan
boya kaplayan Çin halısının üzerinde kenetlenecek.
Birer
yudum viskiyle başlangıç yapıp gevşemeye çalışacaklar. Birer yudum viski, bir
badem, bir çikolata.
İyice sokuldu erkeğe GENÇ KADIN.
“Üşüyorum,” dedi.
GENÇ ERKEK, KADIN’ın elini
sımsıkı tuttu; incecik, eprimiş pardösüsünün cebine soktu.
Eve çıkan dik yokuşu
tırmanıncaya kadar, bacakları soğuktan mosmor olmuştu KADIN’ın. Ama, iğne iğne
karıncalanan derisine inat, kor ateşler gibiydi içi...
Köşedeki bakkaldan bir cep
kanyağı aldılar.
Yakacakları yoktu.
Rengi atmış makine halısının
üzerine bağdaş kurup oturdular.
“Bir yudum sana...Bir yudum
bana...”
Şişe bittiğinde, o incecik
tüysüz halı, büyük bir gururla; birbirine kenetlenmiş, çılgınca sevişen
aşıkları ağırlıyordu...
(Kimdi onlar?)
Çin
halısının gizemli motiflerinde birleşen ürkek bakışlar, yavaş yavaş yükselip
birbirlerinin üzerinde yoğunlaşacak.
“Ben,”
diye başlayacak ERKEK.
“Ben,”
diye başlayacak aynı anda KADIN da.
Gülüşüp
susacaklar.
“Bu
aşk çoktan bitti, dönüşüm yok! Artık başka yaşamlara kucak açıyorum,”
diyemeyecek ERKEK.
“Hep
o SÜRTÜK yüzünden, değil mi?” demeyecek KADIN da.
Bu
tür sorgulamalar için, çok geç artık!
Ağzına
bir parça çikolata atacak KADIN.
Kopuş
noktasından ötelere doğru, yumuşacık kulaçlar atacaklar. İncitmeden, acıtmadan,
özenle seçilmiş sözcüklerle konuşacaklar.
Paylaşılacak sevginin kalmadığı yerde, konuşulacak şeyler de
sınırlıdır!
Duygusal
yönü olmayan bir iş görüşmesinin iki tarafı gibi, yoktan var olan mal
varlıklarını kibarca paylaşacaklar.
Gitmeye
davranacak ERKEK. Yüzünde tutuk bir gülümseme.
Git, durma! Çok bile kaldın...
Ağlamayacak
KADIN! Damarlarında dolanan alkolün verdiği gevşeklikle rahat, elini uzatacak.
Belki
de son kez kucaklaşacaklar.
Pahalı
parfüm kokuları birbirine karışacak.
“Biliyor musun, senden ayrılıp eve
gittiğimde, saatlerce ellerimi yıkamıyorum. Ellerime sinen kokunu yitirmemek
için...”
İlk buluşmalarında süründüğü
çiçek kokusu kadının...
(Çiçekler kokmuyor mu artık?)
Beraberce
kapıya doğru yürüyecekler.
Bir
ağızdan mırıldanılan, sıradan veda sözcükleri...
Ve
kapı ERKEĞİN ardından usulca kapanacak.
***
Telefon
çaldığında, duştan yeni çıkmıştı KADIN. Üzerinde havlu, ıslak ayaklarla salona
doğru yürüdü. Telefonu açtı.
ERKEK’ti.
Telefon
çaldığında, duştan yeni çıkmıştı KADIN. Üzerinde havlu, ıslak ayaklarla salona
doğru yürüdü. Telefonu açtı.
ERKEK’ti.
“...Düşündüm
de... Bu akşam gelmemin gereksiz olduğuna karar verdim. Avukatımla konuştum,
yarın öğlen sana uğrayacak. Ayrıntıları onunla halledersiniz. Böylesi senin
için de daha uygun olmaz mı?”
Telefonun
yanındaki tabakta kalan son çikolata parçasını ağzına attı KADIN.
“İyi
ki aradın,” dedi dingin bir sesle. “Yoksa ben seni arayacaktım. Bu akşam dışarı
çıkıyorum da...”
Kakaonun
kokusunu derin derin içine çekti.
“Avukatını
göndermene de gerek yok,” diye ekledi. “Yarın evde olmayacağım. Benim
avukatımla görüşmeleri yeterli.”
Telefonu
kapatır kapatmaz, yatak odasına koştu. Aceleyle saçlarını kuruladı, sımsıkı bir
atkuyruğu yaptı.
Uzaktan
kumandayla hızlandırılmış robotlar gibi, sabırsız devinimlerle, bir kot
pantolonla gömlek geçirdi üzerine.
Çantasını
kaptığı gibi dışarı fırladı.
Uzağa
değil, köşedeki pastaneye kadar gidecekti:
Evde,
hüzünlerini kaplayacak çikolatası kalmamıştı...