ana sayfa / editorial / içindekiler / h@vuz'dakiler (biyografi)
 iletişim-erişim/  yapıt gönderme yerleği /  ilkelerimiz / arşiv

 
Çikulata Kaplı Hüzünler

       

 

Kararını değiştirdi kadın, bu gece pantolon giymeyecek.

Omuzlarını açıkta bırakan, üst bedenini sımsıkı sararken belden aşağıya özgürce dökülen, açık yeşil şifon elbisesini giyecek.

Ayağında yüksek ökçeli terlikler, abartısız bir makyaj, birkaç fırça darbesiyle taranmış doğal saçlar...

Şöminenin başında oturacaklar. Sağdaki koltukta kadın, soldakinde erkek. Her zamanki gibi.

Beraber geçirilecek birkaç saate yapay anlamlar yüklemek ne derece doğru, bilemiyor. Bu, uzun zamandır süregelen, virgüllerle uzatılmış, sündürülmüş, hantallaştırılmış bir cümleye konulacak kocaman bir nokta aslında...

Noktayı koyup cümleyi kapatıp el sıkışacaklar. Eriye eriye yitmiş bir mumu şamdanından kazırcasına... Gerçek amacından sapmış uzun bir söylemi susturmak gibi... Anlamını çoktan yitirmiş bir beraberliği uygarca bitirmek için.

Böyle bir buluşmada duygusallığa yer var mı?

(Olmalı mı?)

Yok canım!

(Bunca özenin gereksizliği ortadayken, bu titizlenmeler neyin nesi?)

Ama her şeye karşın, özel bir gece bu! Sonradan düşündüğünde, yaşanılanları kare kare gözünün önüne getirdiğinde, eksik bir şey bulamamalı!

Viski içecekler. (Kadın öyle istiyor!) Kristalviski bardaklarında...

Ucuz, sirke tadını çağrıştıran şarapları içecek kadehleri yoktu. Annesinin, kendi büfesinden toparlayıp çeyiz olarak verdiği ince uzun limonata bardaklarında, yıllanmış, tortulu şaraplara dönüşürdü o sirkemsi şaraplar...

Tuzlu leblebiyle ağızlarındaki burukluğu alır, dudaklarında kalan tadı birbirleriyle paylaşırlardı... 

Bardakların yanına iki çerez tabağı koyacak. ERKEK için kavrulmuş tuzlu badem, kendisi için de çikolata.

Viskinin acı tadını, genzini yakan keskin alkol buharını çikolatayla yatıştıracak KADIN.

(Yalan! Ağzında eridiğinde, damağından beynine ulaşacak dinginlik, hüznüne kalkan olsun diye...Tıpkı eskiden olduğu gibi.)

Dede, elinde kocaman bir çikolata paketiyle girdi içeri.

“Bu senin sırma saçlım,” dedi.

Sevindi sırma saçlı. Çocuksu bir sabırsızlıkla ,yırtarcasına açtı paketi. Fıstıklı çikolatanın ucundan küçük bir parça kırdı, ağzına attı.

“Biliyor musun,” dedi dede. “Baban yarın sabah Amerika’ya uçuyor.”

Hiçbir şey söylemedi çocuk. Bir parça daha çikolata attı ağzına. Diliyle şöyle bir çevirdi, damağına yapıştırdı.

“Annen de...”

Biliyordu! Annesiyle babasının ayrıldığını, babasının uzunca bir süre için Amerika’ya gideceğini; annesinin, yakın olmaya çalıştıkça daha beter uzaklaşan, yapay tavırlı, o itici ADAM’la evleneceğini çok iyi biliyordu...

“Sen de artık bizimle kalacaksın. Hep demiyor muydun, ’Ben sizin kızınız olayım,’ diye...”

Kakaonun büyüleyici tadı, damağını uyuşturmuştu. Gözlerini yumdu. Göz pınarlarına kadar gelen yaşlar tutuklaştı, duraksadı, öylece kalakaldı... Ağzındaki tatlılığın içinde eriyip yitiverdi.

“Umduğumuzdan kolay oldu galiba,” diye fısıldadı dede anneanneye.

Anneannenin dudakları buruk bir gülümseyişle kıvrıldı.

“Yanılıyorsun,” dedi. “Hüzünlerini çikolata ile kapladığını görmüyor musun zavallının?” 

Yemek sonrası gelecek ERKEK. Öyle olsun istedi. Kim bilir, belki süreyi uzatmak istemiyor; belki de aynı sofrayı bir kez daha paylaşmaktan ürküntü duyuyor...

Biz hiç yemek yemedik seninle. Çaylı, zeytinli kahvaltılar etmedik. Ekmeğimizi, tuzumuzu paylaşmadık. Tahta masalar üzerinde, takımı bozulmuş tabaklarda ekmek peynirle karnımızı doyurmadık.

Hep böyle, gümüş şamdanlı masalarda oturduk. Altın yaldızlı porselen tabaklarda fleminyon yedik. Kristal kadehlerle şampanyalar içtik...

(Öyle mi?)

 

ERKEK çikolata getirecek KADIN’a. Getirmeli! KADIN öyle istiyor. Bekliyor.

Böyle olduğunu bilir ERKEK. Çiçek tanzimi gibi özenle hazırlatır çikolata kutusunu. Likörlü, fındıklı, fıstıklı, sütlü, sütsüz; siyah, beyaz, açıklı koyulu; sıra sıra, biçim biçim çikolatalar...

Sezaryenden yeni çıkmıştı KADIN. Güçlükle kendine geldi.

“Bebeğim?” diye arandı hemen.

ERKEK, gözleri yerde, kocaman bir çikolata kutusunu bırakıverdi kucağına.

“En sevdiklerinden,” diyerek.

Anladı KADIN. Bebek yoktu! Bebek ölmüştü.

“Gene olur,” dedi ERKEK.

Gene olur...

Olmalıydı!

Ama olmadı...

 

Ağır devinimlerle paketi açacak KADIN. Çikolataları, viski bardağının yanındaki çerez tabağına özenle yerleştirecek.

Oturacaklar.

Söze nereden başlayacaklarını bilememenin sıkıntısıyla; gözleri yerde, salonu boydan boya kaplayan Çin halısının üzerinde kenetlenecek.

Birer yudum viskiyle başlangıç yapıp gevşemeye çalışacaklar. Birer yudum viski, bir badem, bir çikolata.

 İyice sokuldu erkeğe GENÇ KADIN.

“Üşüyorum,” dedi.

GENÇ ERKEK, KADIN’ın elini sımsıkı tuttu; incecik, eprimiş pardösüsünün cebine soktu.

Eve çıkan dik yokuşu tırmanıncaya kadar, bacakları soğuktan mosmor olmuştu KADIN’ın. Ama, iğne iğne karıncalanan derisine inat, kor ateşler gibiydi içi...

Köşedeki bakkaldan bir cep kanyağı aldılar.

Yakacakları yoktu.

Rengi atmış makine halısının üzerine bağdaş kurup oturdular.

“Bir yudum sana...Bir yudum bana...”

Şişe bittiğinde, o incecik tüysüz halı, büyük bir gururla; birbirine kenetlenmiş, çılgınca sevişen aşıkları ağırlıyordu...

(Kimdi onlar?)

 

Çin halısının gizemli motiflerinde birleşen ürkek bakışlar, yavaş yavaş yükselip birbirlerinin üzerinde yoğunlaşacak.

“Ben,” diye başlayacak ERKEK.

“Ben,” diye başlayacak aynı anda KADIN da.

Gülüşüp susacaklar.

“Bu aşk çoktan bitti, dönüşüm yok! Artık başka yaşamlara kucak açıyorum,” diyemeyecek ERKEK.

“Hep o SÜRTÜK yüzünden, değil mi?” demeyecek KADIN da.

Bu tür sorgulamalar için, çok geç artık!

Ağzına bir parça çikolata atacak KADIN.

Kopuş noktasından ötelere doğru, yumuşacık kulaçlar atacaklar. İncitmeden, acıtmadan, özenle seçilmiş sözcüklerle konuşacaklar. 

Paylaşılacak sevginin kalmadığı yerde, konuşulacak şeyler de sınırlıdır!

Duygusal yönü olmayan bir iş görüşmesinin iki tarafı gibi, yoktan var olan mal varlıklarını kibarca paylaşacaklar.

Gitmeye davranacak ERKEK. Yüzünde tutuk bir gülümseme. 

Git, durma! Çok bile kaldın... 

Ağlamayacak KADIN! Damarlarında dolanan alkolün verdiği gevşeklikle rahat, elini uzatacak.

Belki de son kez kucaklaşacaklar.

Pahalı parfüm kokuları birbirine karışacak.

“Biliyor musun, senden ayrılıp eve gittiğimde, saatlerce ellerimi yıkamıyorum. Ellerime sinen kokunu yitirmemek için...”

İlk buluşmalarında süründüğü çiçek kokusu kadının...

(Çiçekler kokmuyor mu artık?)

 

Beraberce kapıya doğru yürüyecekler.

Bir ağızdan mırıldanılan, sıradan veda sözcükleri...

Ve kapı ERKEĞİN ardından usulca kapanacak. 

 

***

 


Telefon çaldığında, duştan yeni çıkmıştı KADIN. Üzerinde havlu, ıslak ayaklarla salona doğru yürüdü. Telefonu açtı.


ERKEK’ti.

Telefon çaldığında, duştan yeni çıkmıştı KADIN. Üzerinde havlu, ıslak ayaklarla salona doğru yürüdü. Telefonu açtı.

ERKEK’ti.

“...Düşündüm de... Bu akşam gelmemin gereksiz olduğuna karar verdim. Avukatımla konuştum, yarın öğlen sana uğrayacak. Ayrıntıları onunla halledersiniz. Böylesi senin için de daha uygun olmaz mı?”

Telefonun yanındaki tabakta kalan son çikolata parçasını ağzına attı KADIN.

“İyi ki aradın,” dedi dingin bir sesle. “Yoksa ben seni arayacaktım. Bu akşam dışarı çıkıyorum da...”

Kakaonun kokusunu derin derin içine çekti.

“Avukatını göndermene de gerek yok,” diye ekledi. “Yarın evde olmayacağım. Benim avukatımla görüşmeleri yeterli.”

Telefonu kapatır kapatmaz, yatak odasına koştu. Aceleyle saçlarını kuruladı, sımsıkı bir atkuyruğu yaptı.

Uzaktan kumandayla hızlandırılmış robotlar gibi, sabırsız devinimlerle, bir kot pantolonla gömlek geçirdi üzerine.

Çantasını kaptığı gibi dışarı fırladı.

Uzağa değil, köşedeki pastaneye kadar gidecekti:

Evde, hüzünlerini kaplayacak çikolatası kalmamıştı...

   
 

Canan Tan