ana sayfa / editorial / içindekiler / h@vuz'dakiler (biyografi)
 iletişim-erişim/  yapıt gönderme yerleği /  ilkelerimiz / arşiv

 
Fısıltılar...

       

Başını eğdi, her şeyi elde etmeye, her şeyi kavramaya, her şeyi aşmaya, her şeye egemen olmaya, her şeyi bilmeye, her şeyi düşünmeye, her şeyi yapmaya çalıştı...
Elmalarl
a armutları topladı, aydınlığı gözden çıkardı, başını eksiklere çarptı. Dünyayı sonsuza böldü, eğikken başı yana döndü... o da başını eğmişti... tedirgindi sıfırlar.
Kimse umursamayacaktı unutulmayı, eğer kendisi hatırlamasa ve bu şiirler, şarkılar olmasa... Şarkılar, apansız bir delil gibi dikiliveriyordu karşımıza, şarkılar sebep oluyordu bazen, bizden çok oluyordu, bizden bir iz ve de bizden başka oluyordu...

Şarkılar...

Şarkılar canımıza okuyordu, bir büyük oluyordu, bir sigara oluyordu, gözyaşı oluyordu bazen; gelip gelip, gidip gidip duruyordu. Bizden çok buluyor, bizden çok okşuyor, bazen bizim yerimizi dolduruyor, bizim yerimize konuşuyordu; öyle herkesin ortasında. Gizlisi saklısı yok, en mahrem duygularımızı ele veriyor, bizim yerimize aşkımızı ilan ediyor ve hiç vazgeçmiyordu...

Şarkılar bizi tanır, bizden çok ve bizden sade ve bizim kadar yanıltıcı...

Biz de bir eski zaman şarkısı olacağız sonra...

Veya biz o şarkı değil olacağız, rastlamayacaklar...

 
Erkendi. Gün doğmadan dünyanın üzerine atılan ağ camdandı. Erkendi. Hayattan önceydi... Dünya yakalanıverdi.

Yakalandık, yakalandığımızı bilmeden yaşadık. Yola çıktık, meyveler kopardık, mızraklarımızı, bıçaklarımızı biledik. Bulsak, yakalasak öldürecektik. Bir can alacak, kendimize katacaktık.

Ölümü de kattık hayata, canımıza. Vakit geçiriyoruz. Isırıyoruz. Boşluğun nedensizliğini doğruluyoruz.

Ölümün içinde aradığımız kavşak; zamandır.

Rüzgarın anıları sararmış yaprakları önüne katarak bir bilinmeze götürdüğü sonbahar...

Bir arayışın, dingin ve uzun soluklu yolcusuydu. Onu hortum gibi derinliklerine çeken büyük arayışın içine dalmıştı, bir zıpkın keskinliğiyle. Acı, düş ve idealleri sırtında yollara düşeli uzun zaman olmuştu. Nereye gideceğini bilememesine karşın, rüzgarın kanatlarına sıkıca tutunmayı başarmış ve savrulmaktan kurtulmuştu. Bir ırmağa benziyordu; hep akıyordu, am
a aynı yerdeydi.

Arayış, düş yaratma sanatıydı, düş ise yaşamın ta kendisi. Ve düşler hep uzaktaydı, aramak gerekirdi. Uzak ise hep uzaklaşan...

Suyun üzerine bırakılmış kağıttan bir gemi gibi terketmedi anılarını yokolmaya. Biliyordu hırçın bir dalganın uzak bir kıyıya taşıdığını onları.

Son kez gerilere baktı. Uzaklarda belli belirsiz silüetler ona birşeyler söylüyordu.

Ama o, sonuna dek uzakların yolcusuydu.

                                                   

   
 

   Ceyda Ateş