ana sayfa / editorial / içindekiler / h@vuz'dakiler (biyografi)
 iletişim-erişim/  yapıt gönderme yerleği /  ilkelerimiz / arşiv

 
Kurban

       

 

Ellerimi, arkamda sıkıca kenetledi. Dizlerimin üzerine oturttu. Başımı sertçe, beton çıkmaya dayadı. Kalbim, soğuk betonun baskısıyla gümbür gümbür atmaya başladı. Gözlerimi bağlamadı. Bağlasaydı, göremezdim olanları. Yaşadığım o anı, hatta geçmişi… 

Kurban bayramı, kurbanlık koçumuz, hayatının son gününü taze otlarla çiğnerken, annemin karnında- attığım tekmelerle- evdeki telaşa eşlik ediyorum. Görüyorum!

Kentin eteklerini öpen bir mahallede, babadan kalma derme çatma evimizde, sabah ezanıyla başladım huzursuzlaşmaya. Annemin iniltileri artınca, anneannem ebeyi bulup getirdi. Öyle kolay oldu ki doğumum, dedemin elindeki bıçağa teslim olan koçun sesi,  anneminkinden  çok duyuldu.

Annem de koç da aynı anda kurtuldu…

Bense, kan kokusunu ilk defa o gün duyumsadım. Pencereden girip üstüme başıma yapıştı. İlk korkum. İlk ağlamam… Başı, bedeninden ayrılmış koçun gördüğü ile benim baş aşağı baktığımda gördüğüm dünya aynıydı. Bakışlarımız donuk, gözlerimiz yorgun.

***

Bugün, her şeyi baştan sona tekrar yaşıyorum. Uzak odaların duvarlarını aşıp varlığıma katlanamayanlara inat, ‘Buradayım!’ diye haykırıyorum. Buradayım, oradayım. Yanınızdayım!

Kahvenin sigara kokulu, bol küfürlü havasında, gözlerim nemleniyor. Okey taşlarının şakırtısı kulağıma uğultulu sesler getiriyor;

-Sen ne biçim abisin?

-Babanız da öldü. Sen bu ailenin namusunu koruyamadın.

-Okuldan eve erkek arkadaşlarıyla geliyormuş. Bir kıza sahip olamadın! Namusunuzu koruyamadın!

Sesler, tokatlara tekmelere karışıp annemin bedeninde patlıyor. Ağabeyim, hırsını annemden alırken, bana da gözdağı veriyor. Gözümden akan dalgalarda boğuluyorum. Yeni çıkmış sakallarının çevrelediği yüzündeki, Azraillin orağı, her kaş çatışında hayatımı deşiyor. Ağabeyimin nefretini görüyorum.

 Komşular, annemi ve beni ağabeyimin elinden kurtaramayıp çareyi karakola başvurmakta bulduğunda, emniyet görevlisinin; “Çocuğu, kadın doğum uzmanına götürelim. Bakireyse sorun yok. İşler hallolur. Abi de rahatlar…” sözlerine, ‘Ya ben ne olacağım?’ diye sormak istiyorum. Kimsenin yüzüne bakmıyorum. Ağlamıyorum. İtiraz etmiyorum.

Hastanenin, o korkunç odasında, yavaşça külotumu çıkartıp elleri ve kolları olan sandalyeye uzanıyorum. Bacaklarımı tüm dünyayı içine alacak şekilde açıp gözlerimi olan biteni görmemek için yumuyorum.

Kaba eller, bedenimin namus üçgeninde geziniyor. Bir daha temizlenmeyecek lekeler bırakıyor ruhumda. Odadan çıktığımda gözlerimi açsam da, bacaklarım, arasında kocaman bir dünya olduğu için kapanmıyor bir türlü. Annemi istiyorum yanımda. O ise kendi bacaklarının arasındaki küçücük dünyada, tespihböceği gibi olmuş, görmüyor beni. Bir tek ben görüyorum.

Bağlamadı gözlerimi. Bağlatmazdım da!

Ben ne olduğunu anlamaya çalışırken onlar ne olduğunu bilmenin hırsıyla çevremde birer akbaba. Aynı karında, aynı sütün ekşiyerek bozulduğu lor kıvamında bir hayatın keçe torbadan damla damla akması zamanı artık.

Doktor, tükenmez  kalemle, tükenen bir hayatın son cümlesini kuruyor. Kimse yazılanların ne olduğunu bilmiyor, öğrenemiyor. Ağabeyim için bir önemi yok zaten!

 Yanağım üşüyor. İçimde bir ürperti. Parmaklarım terle birbirine yapışıyor. Gözlerim açık. Ağzımın kenarından istemsizce salyalarım akıyor. Kalbim deli gibi.

Son kez bakmam gerekenlere bakıyorum. Koklanacakları kokluyorum. Son kez bacaklarımın arasındaki dünyaya lanetler okuyorum. Son kez ağabeyime gülüyorum… O, ayakta. Gölgesi üstümde.

Tespihböceği evin en uzak odasında küçüldükçe küçülüyor. Kahvedekiler şahinleştikçe şahinleşiyor. Ben, ağabeyimin elindeki kurban bıçağının boynuma inen ilk darbesinde, hâlâ kendimdeyim. Görüyorum, duyuyorum…  İkinci darbede, başım, bedenimin biraz ilerisine, çiçeklerin arasına yuvarlanıyor. Kurbanlık koçun başının yattığı yere. Belki de  eziyetin artık son bulduğu düşüncesiyle, huzurla bakıyor kendine. Kollarım güçsüzleşip hafif bir titremeyle iki yana düşüyor. 

Gördüm! Bacaklarımın arasındaki dünya yuvarlandı, bahçe kapısından çıkıp kentin içlerinde kayboldu. Bakireliğim sonsuza kadar gizledi kendini.

  

                    

   
 

   Esra Odman