Tren
çok kalabalık. Günlerden cuma olduğundan izinli çıkan askerler, hafta sonunu
evlerinde ya da Almanya’da geçirmek isteyen öğrenciler tıka basa doldurmuşlar
treni. Arkamızda oturan gençler o kadar gürültü yapıyor ki kafamız şişiyor.
Bereket onlar Almanya sınırına gelmeden iniyorlar trenden. Koltukların bir
kısmı boşaldığından biz de etrafı daha iyi seyredebileceğimiz bir başka yere
geçip oturuyoruz.
Burası,
arada dar bir masa bulunan karşılıklı koltuklardan oluşan dört kişilik bir yer.
Yan tarafta da benzer koltuklar var. O tarafta, pencere kenarında yaşlı bir
kadın, onun -ve benim karşımda- genç bir kadınla çocuğu oturuyor. Genç kadın
daracık, mini bir etekli bir tayyör ve yakası oldukça açık bir gömlek giymiş.
Eteklerinden düzgün bacakları, yakasından dolgun göğüsleri taşıyor. Çocuğuyla
çok düzgün bir İngilizce konuştuğuna bakılırsa İngiliz olmalı.Ciddi giysilerine
karşı dekoltesi ve davranışları basitlik ve hafifmeşreplik kokuyor
sanki.Kadının en dikkat çekici yanı gençliği...Birbuçuk-iki yaşlarında görülen
haşarı oğlanın annesi olamayacak kadar genç görünüyor... Onbeş, onaltı
yaşlarında olmalı.Kadınsı giysilerine karşın yaşını ortaya koyan yüzü ve
gözleri...
Batıda çocuk yaşta cinselliği tadıp evlilik
dışı anne olan genç kızlar öyle çok ki... Çoğu, çocuğunun babasını bile
bilmiyor. Yalnız yaşayan anneler bunlar... Kadının parmağında yüzük olmadığına
göre bu da onlardan olmalı... Çok genç yaşta anne olmanın, tek başına çocuk
büyütmenin getirdiği yorgunluğu ve hüznü görüyorum gözlerinde... Kimbilir belki
değildir de benim öykücü yanım kuruyordur bütün bunları...
Çocuk da annesi gibi sarışın, mavi
gözlü... Cin bakışlarla etrafı süzüyor, gördüğü her şeyi alıp incelemek
istiyor, bir an bile yerinde durmuyor. Ağzındaki emziği, cak cak emip duruyor.
Arada çıkarıp yere atıyor. Annesi sakin, eğilip emziği yerden alıyor, ağzına
sokup -sözümona- temizledikten sonra yeniden çocuğun ağzına veriyor.Yere düşen
emziği ağzına sokarken iğrenmemesi bir yana emerek emziği temizlediğini sanması
da ilginç. Yaşlı kadın ve ben dehşetle seyrediyoruz. Ben, ayrıca şaşkınım.Bir
Avrupa ülkesinde, genç ve iyi giyimli bir kadının davranışının Anadolulu cahil
bir annenin davranışına bu denli benzemesi şaşırtıyor beni. Annenin
gençliğinden çok eğitimsizliğine bağlanabilir bu.
Genç
anne, ne yaptığı yanlışın farkında ne de bizim... Dalgın gözlerle pencereden
dışarıyı seyrediyor.Bizi fark eden çocuk...İri gözlerini açarak bir yaşlı
kadını, bir beni, bir de eşimi inceliyor. Kıpır kıpır... Az sonra annesinin kıskacını aşarak
koltuktan aşağı inip yanıma geliyor. Çantamı açıp bisküvi paketini çıkarıyor,
çocuğa uzatıyorum. Sevinerek alıyor, tabii hemen ağzındaki emziği yere
fırlatıyor. Annesi yine sakin bir tavırla emziği yerden alıyor, ağzına sokup temizliyor;
ama bu kez masanın üzerine bırakıyor. Çocuğa bisküvi verdiğim için gülümseyerek
teşekkür ediyor bana; sonra yine hüzünlü bakışlarını pencereden dışarıya
çeviriyor.
Yaşlı
kadın nereden geldiklerini soruyor genç anneye. Belli ki o da merak etmiş. Genç
kadın, Güney Afrika’dan geldiklerini söylüyor. Demek ki İngiliz değilmiş,
Hollandalı olmalı... Almanya’ya yerleşecekmiş. Hayır, bu kentte hiç kimseyi
tanımıyormuş. Kocasından- ya da çocuğun babasından- hiç söz etmiyor. Yaşlı
kadın da sormuyor. Bu kadar genç bir kadının küçücük çocuğuyla yalnız başına
onca yolu aşıp Almanya’ya gelişi hem ilginç, hem de acıklı... Ailesi, ona sahip
çıkacak kimsesi olmadığı, koskoca dünyada çocuğuyla yapayalnız kaldığı ortada.
Onun için dünya gerçek anlamıyla büyük. Güney Afrika’dan Almanya’ya uzanmış,
daha sonra kimbilir nerelere savrulacak? Bu yaşta anne olduğuna göre eğitiminin
yarıda kaldığı, mesleğinin olmadığı ortada... Ne iş yapar, nasıl para kazanır
da kendisine ve çocuğuna bakar? Amsretdam’ın Kırmızı Fenerli Sokağı’nda,
vitrinlerde gördüğümüz kadınları
anımsıyorum. Bu genç anne için farklı bir yol olabilir mi? Belki bir fabrikada
vasıfsız işçilik... Ya da bir mağazada tezgahtarlık... Kimbilir?
Hannover’e
bir istasyon kaldı. Eşim kalkıp tuvalete gidiyor. Çocuk onun gittiğini görünce
telaşlanıyor, yanıma gelip eli ile uzaklaşan eşimi gösteriyor. Ağzında emzik
olduğundan önce homurdanıyor; sonra emziği fırlatıp babasız büyüyen çocukların
hemen her erkeğe yakıştırdığı gibi “Baba... Baba...” diyerek eşimi
gösteriyor.İçim yanıyor yine... Bu genç anne ve küçük oğlunun içinde bulunduğu
acıdan çok, gelecekleri acıtıyor içimi.
Tren,
Hannover merkez istasyonundan önceki banliyöde durduğunda genç kadın yerinden
kalkıyor. Bir erkek yolcu hemen yardımına koşup bavulunu yukarı raftan
indiriyor. Kadın bir elinde bavulu, bir elinde çocuğu iniyor trenden. Az sonra
onu istasyonun yürüyen merdiveninde, yukarı çıkarken görüyorum.Bir başka erkek
yardımına koşmuş bile. Bavulu erkek taşıyor, genç kadın çocuğunu kucağına almış, adamla gülüşerek konuşuyorlar. Çocuğun o adama da “
Baba... “ deyişini duyar gibi oluyorum.
|