Sevgili
Edebiyatçı Dostlar, Sevgili Edebiyat severler,
Sevgili
Gençler, Kuşadalı’lar, hepinizi sevgiyle selamlıyorum!
|
3. Kuşadası Öykü ve Şiir Günleri. Soldan sağağa: İnci Gürbüzatik, Nevzat Süer Sezgin, Mavisel Yener.
|
Son
yıllarda edebiyat dünyasında olagelen değerbilmezlik, vefasızlık, yandaşlık,
niteliksiz sabun köpüğü öykülere, kitaplara yapılan abartılı övgüler, öne
çıkartılan yazarlar, göreceli eleştiriler, medyatik kişilerin yazdıklarının
kampanyalı satışlarla haksızca pompalanması, çok sayıda baskı yaptığı söylenen, satın alınıp da okunmayan,
okunamayan kitaplar, televizyonlarda her gün
boy gösteren ama edebiyata dair bir sözü olmayan yazanlar, gerçek okurun
ve yazarın ne denli hafife alındığının, ülkemizdeki edebi ortamın ne denli
cılızlaştığının, kirlendiğinin bir
göstergesi. Daha yazılmayan kitapların bile medyaya sızdırılarak önceden merak
uyandırıldığı, yayınlandığında satış garantisinin sağlanmaya çalışıldığı
bir ortam söz konusu. Böyle bir ortamda
yazdıklarıyla adını duyurmaya çalışmak, bu haksız rekabetin önüne geçebilmek,
edebiyatla uğraşan, ülkeyle, dünya sorunlarıyla, yiten hümanizma ile derdi olan
yazarlar için, hiç de kolay
değil. Emeğinin ürününü büyük bir özveri ile ortaya koyan pek çok
duyarlı yazar, yayınevlerinin satış kaygusu güden tutumlarına karşın,
umutsuzluğa düşmeden inanç ve inatla yazmayı sürdürüyor. Yazıvermek, onları
bastırıvermek, anlattıklarıyla ünlü
oluvermek onlar için öyle zor ki. Toplumsal çürüme, globalizmin olumsuzlukları,
insani değerlerinden sıyrılanlar, şaşkın ve umutsuz gençler, hızla gelişen, değişen
toplum ne yazık ki konu olarak edebiyata
da yansımıyor. Ele aldıkları, suya sabuna dokunmaz köpük konularla öne çıkartılan, üstelik çok sattığı söylenen bu yazarların günün acı gerçeklerini görmezden geldikleri de bir
olgu. Ama ya edebiyat, ya kitabın içeriği?
Ya güzel Türkçemiz, ya yiten edebiyat, kaybolan edebi değerler, estetik? İnsan?
Ya yazdıklarıyla var olmaya, sesini duyurmaya çalışanlar? Ya edebi tatları
nereden nasıl alacağını bilemeyenler, okurlar? Onların durumu? O zaman ne
yapmalı da edebiyattan tatlar almalı, bunu yaparken de okur olarak, yazar
olarak tatmin olmalı, zarar görmemeli? Bu önemli bir soru. Elbet yanıtı da öyle
pek kolay verilebilecek gibi değil. Düşünmek gerekiyor. Üstelik bir de
İstanbul’da değil, uzaktasınız. Onların size taşra(lı) olarak baktığı bir
yerlerdesiniz. Biz başkentteydik o sıralar. İçinde bulunduğumuz bu tarif etmeye
çalıştığım bu edebi ortamın yanısıra
bizim Ankara’da bir de özel durumumuz vardı. Öncelikle, Edebi örgütlenmenin merkezi
buradaydı.Ve bu edebi örgüte pek çok yazar
üyeydi. Elbette örgütlülükten yanaydık ve bir derneğin çatısı altında
bir güç oluşturmalıydık ama öyle olmadı. Yıllarını edebiyata adamış pek çok yazarın kırgın, küskün ,ya da dışlanmış
olduğunu görüyorduk. Onların bulunduğu saf giderek çoğalmaktaydı. Söz konusu
örgütün tutumu, yanlışları, eksikleri ve
taraflı davranışları üyeleri giderek uzaklaştırmaktaydı. Hoş, demokratik olduğu
söylenen örgütdeki yöneticiler de , çok soru soran ,eleştirilerini dile getiren
bu üyeleri yakınında istemiyordu zaten.
“Öykünün
Başkenti” sloganıyla başlayan Ankara Öykü günlerini organize edenler de ne
yazık ki bu etkinliği Ankara’lı olmayan
yazarlarla gerçekleştirmekte, Ankara’da
yaşayan öykücü, yazarlar bu etkinliklere yıllardır çağırılmamaktaydılar. Bu da ayrı
bir konu. Bunu da açmayacağım. Ama bir soru soracağım, bu etkinliklere
çağırılan edebiyatçıların biri de mi merak edip sormaz ,Ankara’da yaşadığı
bilinen yazarların neden bu öykü günlerinde olmadığını. Bu nasıl bir
etkinliktir ki kimseler de sormuyor, “Nerede Ankara’da yaşayan bunca yazar?
Neden onlar yoklar burada? demiyor.
Sözümü
uzatmak istemiyorum, Ankara’da bir araya gelen pek çok yazar, edebiyatsever,
okur, doğal olarak bir etkinlikte buluşmanın gerekliliğini fark ediyordu. Bunu
nereden mi biliyorum. Biliyorum, çünkü Ankara bir başkent ama aynı zamanda
büyük bir köy gözümüzde. Nerede ne oluyor, kim ne yapıyor, birbirimizden
heberli oluyorduk ve her karşılaşmada, bir arada olamamanın eksikliğinden söz
açılıyordu. Birkaç arkadaş kafa kafaya verip artık birşeyler yapmanın
gerektiğini sıkça konuşmaya başladık. Bir etkinlik düzenlemeliydik ve bu
etkinlikte, önce kentimizdeki edebiyat ustalarının deneyimlerinden yararlanmayı
amaçlamalıydık.Birbirini tanıyan tanımayan genç yaşlı edebiyatçıların ürünlerini
de okuyup dinleyip tartışmalıydık. Çünkü biliyorduk ki edebiyat atölyelerinde-
ki bu da bir tartışma konusuydu –gençler edebiyat konusunda bilgilenmekte
idiler.Yazdıklarıyla yüreklendirilen pek
çok genç insan
vardı. Bunlar yazmaya
hevesli, istekli ve yetenikli idiler. Kendi aralarında zaman zaman
toplandıklarını, yazdıkları öyküleri birbirlerine
okuduklarını,
eleştirdiklerini, bizi de sık sık çağırdıklarından biliyorduk.
Evlerde
toplanıldığında herkes malını pazara çıkarıp,
göğsünü de eleştiri oklarına gere
gere açmaktaydı. Eleştirilerin gerçek anlamda
yüreklice yapıldığına tanık
olmaktaydık.”Çok güzel olmuş”, “Aman ne
güzel yazmışsın, çok çok beğendim” gibi
klişe sözlere yer yoktu bu toplantılarda.Düşünük
ki, bu arkadaşlarımız da bize
katılabilirdi. Onları da bekleyip, katkılarını umut etmekteydik.
Ama
hayal etmekle, sözle olmuyor,elbette eylem gerekiyordu. Bunu da başardık.
Dipnot
Kitabevi bize kapılarını açtı. Yer önemliydi,bulmuştuk.
Sonra
oturduk bize kimlerin destek olabileceğini soruşturduk. Her soruşturma,
telefon, bize güç verdi.Cuma gününde karar kıldık. Mesai saatleriyle ilgili
beyin fırtınaları yaptık ve saat 17. 30
u uygun bulduk.İş çıkış saati idi ve hafta sonu evlere gitmeden böylesine bir
edebi ortamda bulunabilmek için insanlar zaman yaratılabilirdi. Böyle düşündük.Bunda
yanılmadığımızı da zaman gösterdi.
Sonra
bir çağrı kaleme aldık ve dedik ki:
“Sayın
edebiyatseverler, edebiyat dostları… Sanat adına sizinle paylaşacağımızı
düşündüğümüz bir oluşumdan söz etmek istiyoruz…Bulunduğumuz kent başkent
olmanın yanı sıra kuşkusuz bir kültür kenti de… Edebiyatçılarımızla,
edebiyata gönül verenlerimizle ne kadar gururlansak haklıyız. Birikimimizin
bizi çoğaltacağına ve konumuz olan edebiyat adına daha güzel şeyler üretmemize,
dostluklarımızı perçinleyip güçlendireceğine inanmaktayız.. Edebiyatın insanları
birbirine yaklaştıracağını, bir sevgi ağı örerek, görüşleri paylaşarak,
zihinsel üretimleri değerlendireceğini düşünüyoruz.
Sevgili gençler, öğrenciler ve siz
sayıları giderek artan yazma çabası içinde olan edebiyatseverler…Sizlere
sunmaya çalıştığımız etkinlikte amacımız, kentimizin ve kentimizin barındırdığı
edebiyat ustalarının deneyimlerinden yararlanmak, genç kalemleri özendirmek;
bir anlamda sizlerle paylaşarak, üreterek çoğalmak…
Birbirinden ayrı, çalışmalarını sürdüren
yazarlarımızı okurlarımızla buluşturmanın zorluklarını tabii ki biliyoruz. Ama
güç olanı başarmanın, kişileri mutlu edeceği bilincini de taşıyoruz. Bu arada
edebiyat konuşmayı, dinlemeyi özlediğimizi de duyurmak istiyoruz.
Sözün kısası… Siz edebiyat dostlarını
her hafta Cuma günü saat 17.30’da DİPNOT KİTABEVİ’ne davet ediyoruz. Gelin bir
olalım, çoğalalım, çoğaltalım. Edebiyatımızı konuşalım,
duyuralım. Katılımınız ve katkılarınız geleceğimizin sesi olacaktır.Gelin,
her hafta hiç olmazsa iki saat bir arada olalım. Birbirimizi, ustalarımızı,
uzmanları dinleyelim, söyleşelim... Birbirimizi tanıyalım. “Bu
birlikteliklerin, bizi Ankara’da, Türkiye’de çoğaltacağına, özellikle öykü,
roman, eleştiri ve inceleme alanında daha güzel şeyler üretmemize katkı
sağlayacağına inanıyoruz. Haklı yer edinmiş
edebi ürünlerden tatlar almanın özlemi içinde artık biraraya gelmemiz
gerektiğinin farkındayız. Bunun için biraz geç kaldık, ama unutmayın,
“Geç de olsa gelmek, hiç
gelmemekten iyidir.”
Bekliyoruz. “
Çağırımıza böyle bitirmiştik ve altına da
imzamızı atmıştık,
Lütfiye
Aydın,
Sultan
Su Esen,
İnci
Gürbüzatik
Eray
Karınca
”Bu
çağırıyı yaparken çok heyecanlı idik. Bir avuçtuk Ankara’da kendimizi o kadar
hissediyorduk.Çağırımıza kim yanıt verecekti,nasıl karşılanacaktı
bilemiyorduk.Kafa kafaya vermiş, kara kara düşünmekteydik.Heyecanlıydık ve
gelebilecekleri hayal ediyor,bekliyorduk. Hiç kimse gelmese de bu durumu sineye çeker biz bize yeter, nasıl
olsa avunurduk yine .Ve internet kanalıyla haberleşmeye başladık.
3 Şubat 2006 tarihinde başladığımız
etkinliğimizi Ankara’da Nisan 2006 sonuna kadar sürdürdük. Pek çok yazarımızı
ağırladık.Salonumuz doldu taştı.Sanki bir ev ortamındaydık.Düşündüklerimizi
gerçekleştirmeye başlamıştık ve sonuç hepimizi mutlu etmişti.Bunu görmekteydik.
2006 Yılının Aralık ayında ONYEDİOTUZ
ÖYKÜLERİ’Nİ yeniden başlatıyoruz.Bu kez daha yürekli daha donanımlı ve
güçlüyüz.Gücümüzü bize destek olan,yardımlarını esirgemeyen,kara, kışa ,soğuğa
rağmen koltukları dolduran sanatsever,edebiyatsever
yazar dostlarımızdan,okurlardan,gerçek edebiyattan alıyoruz.
İnci Gürbüzatik.
.
“ ONYEDİOTUZ
ÖYKÜLERİ”
Yer:
Dipnot Kitabevi, Selanik
“ONYEDİOTUZ ÖYKÜLERİ”
Yer : Dipnot Kitabevi, Selanik Cad.
82/32, Kızılay-Ankara
Tel : (0312) 419 2932
Gün : Her hafta cuma günü,
Saat : 17.30–19.30
Sponsor :Kayra
Şarapları
Etkinlikler
Ücretsizdir.
* 3'üncü Kuşadası Öykü ve Şiir günlerinden.
|