ana sayfa / editorial / içindekiler / h@vuz'dakiler (biyografi)
 iletişim-erişim/  yapıt gönderme yerleği /  ilkelerimiz / arşiv

 
Gerçeğin İki Yüzü

       

Beklenen gün hiç beklenmedik bir günde geldi çattı. Günter Grass'ın kendi diliyle yazdığı ve gündeme getirdiği bir gerçekle çalkalanıyor yazı dünyası. Her kafadan bir ses, her sesten ayrı görüşler Günter Grass'ın kişliğini irdeliyor. Oldukça geç kalınmış bir açıklama ve daha önce bilinenlerin göz ardı edildiğinin ortaya koyduğu gerçeklerin bizleri nasıl yanıttığını anlatıyor. Kimileri Günter Grass'ın açıklamalarını yüreklice buluyor, kimileri de gerçekleri bugüne dek saklamasının çok yanlış ve çıkarını korumaya yönelik bir davranş dioye niteliyor. Nobel ödülünü almadan önce neden açıklamadığını sorguluyorlar. Bana sorarsanız bu sorgulama tümüyle yerinde.

Gençlik yıllarında Günter Grass Nazi'lerin "SS Waffen" denilen silahlı saldırı gücüne kendi isteğiyle üye olduğunu açıkladı ve buna ilişkin yazdığı son kitap bu konuyu içeriyor. Bir bakıma günah çıkarıyor anlamındaki bu tavrı, kendince neyin sorgulamasını yaptığının anlaşılmasını güçleştiriyor. Kendi içinde doğruluğu savunan, bunlar için uğraş verdiğini öne süren birinin daha her şeyin başındayken bu gençlik yanlışını ortaya koyması en doğrusuydu. Değirmenin altından altmış yılın üzerinde bir zaman geçtikten sonra açıklaması, gerçekten birçok kuşku ve soruları da yanında getiriyor. Doğruları savunmaya başladığında kendi gerçeğiyle yüz-leşmeliydi. Bunu yapmadı. 1927 doğumlu Grass, 79 yaşına geldiğinde o gerçeği su yüzüne çıkarıyor. Geçmiş yıllardaki tutarsızlığına bir yenisini daha eklemiş oldu.

Yazarlık ve Aldatma

Almanlarla Günter Grass söz konusu olduğunda onun tutarsız biri olduğunu süreklice dile getirenlerdenim. Onlar bir yandan şaşırıyor, bir yandan da yabancı olduğum için belki de Günter Grass'ı tam anlayamayacağımı düşündüler. Alman arkadaşlarım Günter Grass'ı daha iyi anlamam için doğum günümün birinde bana onun 779 sayfalık "Ein Weites Feld" yani "Uzak Bir Tarla" adlı kitabını armağan ettiler. Daha önceki konuşmalarımda Günter Grass'ın "Teneke Trampet" adlı yapıtını beğenmediğimi, aşırı gözlemlerle bilerek şişişirilmiş olduğunu belirtmiştim. "Bir de bu kitabını oku!" dercesine Grass'ın kitabını verdiler. Bu kez de ayrıntı abartısıyla karşılaştım. Okumaya ara verdim. Gerek şişirilmiş gözlemler gerekse ayrıntı abartılarında başarısız olduğunu söyleyemem. Yazıyı ve yazarlığı üst düzeylerde götürmeye çalıştığı belli oluyor. Benim söz konusu etmek istediğim onun yazarlığı ve sanatçılığı değil. Kendi kişiliğini de ortaya koyarak sanatçılık ve yazarlık adına ortaya koyduğu tavırla ters düşen biri olması. Bizleri bu yönden bilerek aldatmak istemesi.

Ortaya çıkan bu çelişkili ve tutarsız görünüm için gidip de daha önce konuştuğum Almanlara "Bakın gördünüz mü, ben haklı çıktım!..." da demeyeceğim. Konuşmak isteyen olursa her zamanki gibi görüşlerimi aktarmaya çalışırım.

Birçok kişi daha önceden Günter Grass'ı neden tutarsız bulduğumu düşünebilir. Son durum karşısında Günter Grass için yeniden düşünenlerin bir açıklamaya gereksinimi olabilir. En azından böyle bir yaran olması, bir görüşün sunulması bir açılım sağlayabilir. Onun yaşam ve söylem biçimine bakıldığında bir çizgi üzerinde durmakta zorlandığı görülür. Bir yandan evrensel konu ve sorunlarla ilgilenirken bir yandan da politikaya yakınlığı biribiriyle çelişir. Politika ve politikacılardan kendi çıkarı doğrultusunda yararlanmaya kalkar. 1950'lerin içinden bu yana Alman Sosyal Demokrat Prati-si'yle sürekli işbirliğine girmiştir. Her dönemde parti başkanlarıyla sıkı dostluk, arkadaşlık ve politik ortaklık ilişkilerini sürdürmüştür.
 
Parti mi İlkeler mi?

Tüm bunlar birçok şeyi de çok rahatça gizlemesine, kendinin görünmek istediği yüzde göstermesine yardımcı olmuştur. Bir yanda evrensellik, bir yanda da politika gibi günübirlik bağlantılar elbette uymuyor. En büyük patlak da Lafonten'e karşı kullandığı şu sözle ortaya çıktı: "Lafonten artık benim arkadaşım değil!" Oysa yıllarca birlikte omuz omuza birçok düşünceyi birlikte yürütmüşlerdi. Ne oldu da Lafonten'e karşı böyle bir tavır takındı. Açıklaması çok kolay... Lafonten, Alman Sosyal Demokrat Pratisi'nden uzaklaştı ve o partiyi sosyal demokrat olmamakla suçladı. Daha sonra da "Yürek Solda Atar" adlı bir kitap yazdı. Lafonten kendi çizgisindeki sosyal demokrat tavrını açıkça ortaya koydu. Politikada çok etkin olan Alman Sosyal Demokrat Partisi'nden uzak kalan Lafonten'den yararlanmak ortadan kalktı. Grass, Schröder'den yana bir tutum içine girdi. Sonuçta Schröder'in sosyal demokratlıkla yakından ve uzaktan hiçbir ilişkisinin olmadığı yadsınamayacak bir sonuçla ortaya çıktı. Çalışanları tam anlamıyla sürüm sürüm süründürdü. Emekliler de büyük bir yıkımı yaşıyorlar. Yıllarca çalışsa da Almanya'da emekli aylıkları çok düşüktür. Yüzede yetmişi bin avronun altında aylık alır. Bundan da vergi kesilmesini gerçekleştiren Schröder'dir. Grass, tüm bu olumsuzluklara karşı bir sek söz söylemiş biri değil. O kendi oyununu niçin oynadığını çok iyi biliyor. Bir partiyi arkasına alıyor. İlkeleri değil. İlkeleri alsaydı Lafonten'i bir çırpıda silip atmazdı. Açıkça ikiyüzlü bir tutum sergiledi. Gelelim bir başka açmazına: Sanırım onbeş yılı aşkın bir zaman önce Helmut Kohl'ün başbakanlığı döneminde Alman-ya'daki politikaya karşı sert bir tavır koymak istedi. Artık Almanya'daki koşullara daya-namadıını, bir daha dönmemek üzere Hindistan'a gideceğini söyledi. Hindistan'a gitti. Aradan iki yıl gibi bir zaman geçtikten sonra geri döndü. "Orada yaşanmaz!" dedi. Nedeni, niçini ve oradaki olumsuzlukların gerçek kaynağını dile getirmedi. Ortada bilinmeyen bir ikiyüzlülüğün yattığını belli etmişti ama nedense kimse üzerinde durmadı. Bense belleğimde tutmayı sürdürdüm. Grass çok dikkatli olmak zorundaydı. Nobel Ödülü için oynuyordu gerçekten. Bunu çok erken sezen Heinrich Böll olmuştur. Hein-rich Böll'e 1972 yılında Nobel ödülü verildiğinde Böll, "Çok şaşırdım. Neden Günter Grass'a verilmedi ki?" dedi. O zamanlar Günter Grass da pek genç sayılmazdı: 45 yaşındaydı. Ne yapmak istediği Böll tarafından çok iyi sezinlenmişti.

"Şeytan Ayetleri" ve Aziz Nesin

Salman Rüştü'nün yazdığı "Şeytan Ayetleri" adlı kitabıyla çok büyük sorunlar yaşadı. Kitabın Türkçeye çevrilmesi konusunda Aziz Nesin'le takştı. Aziz Nesin o günlerde çıkmakta olan Aydınlık gazetesinde Salman Rüştü'ye gerekli yanıtları vererek Salman Rüştü'yü köşeye sıkıştırdı. Sesini ve soluğunu kesti. Gerginlik de arttı. Günter Grass her iki yazarı barıştırmak istedi. Aziz Nesin'i Almanya'ya buyur etti. Aziz Nesin gitmesine gitti ama bu kez Günter Grass'la yaptığı söyleşide Günter Grass'la da bir gerginlik yaşandı. Aziz Nesin'in düşüncelerini klişecilik diye yorumladı. Diğer bir anlamda Aziz Nesin'i "kalıplaşmış düşüncelerin insanı" diye nitelendirdi. Aziz Nesin de o an hiç duraksamadan Günter Grass'a sert yanıtlar verdi. "Son yıllarda geliştirilen ikiyüzlülüklere ayak uydurmak kalıplaşmamaksa ben kalıplaşmış olarak kalmayı yeğlerim..." anlamında, Günter Grass'a çok ağır biçimde yüklendi. O anki zıtlaşma çok zor engellendi. Çok iyi biliyoruz ki Aziz Nesin kendi geçmişini değerlendiren, gözler önüne seren, kişiliğini açıkça ortaya koyan kitaplar da yazdı. Öyle zamanı gelinceye dek saklayayım diye düşünmedi.

Kalıbını Bulamayan Adam

Ne diyelim ki? Günter Grass kalıpların adamı değil, kalıbını bulamamanın adamı görünümünde çıktı karşımıza. Nice yıllar sonra Nobel Edebiyat Ödülü'nü alıyor, aldıktan 7 yıl sonra da kendi geçmişindeki gerçeği ortaya koymakla kendi kendini sorguladığı izlenimini yaratmaya çalışıyor. Bugüne dek sözüm ona sözünü esirgemeyen, herkesi eleştirmeye kalkan, doğruculuk uğraşı veren bir yiğit-miş gibi dolaşan bu kişinin çok önceleri açıklaması gereken çok önemli bir gizi sakladığına tanık oluyoruz. Nobel ödülünü almadan önce açıklasaydı ya! Herkesin bildiği gibi ödül alma olasılığı yok olacaktı. Zamanlama yaparak istediklerini elde ettikten sonra yaptı açıklamayı. Ne gibi engel vardı ki ki bundan kırk yıl önce açıklamasına? Üstelik hiç kimse onu böylesine eleştirmezdi. Genç insan henüz belli bir donanımı olmadığı için yanlışlar yapabiliyor. Önemli olan yanlışını gördükten sonra istenilen doğru bir noktaya gelebilmesi. Şu an kimsa derinlemesine gitmiyor ama o dönemde öldürme olaylarına katılıp katılmadığı kuşkusu var bende. Sorunun bu yanını da irdelemek gerekiyor. Yazdığı kitapta her şeyi ne derece doğru yazıp yazmadığını kuşkuyla karşılıyorum. Bence gerçek anlamda bir güvensizlik yarattı.


                                                                  

   
 

   Sabahattin Şen