h. michaux: “delinin duyduğu tik-tak bir başka
tik-tak’tır”(1)
slyvia plath: “bir yaşam geçiyor. tik-tak…tik-tak…”(2)
eski veya yeni bazı edebiyat eserlerinde zaman,
kişi ve mekan kaymaları görülür. kayma kavramıyla kastedilen, kaba bir tanımla,
kurgunun tek bir düzlemde ilerlemiyor olmasıdır. satır başlarında beklenen kişi
yerine bir başkası çıkar karşımıza, ayaklarımızın altındaki toprak kayar gider,
yerine denizler gelir, geçmiş zaman olur şimdiki zaman. bu kitaplarda, adeta
düşler konuşturulur. kendi düşlerimize de sağanak halinde kişiler akar,
tanıdıklarımız vardır, tanımadıklarımız: bu kimseler bazen aynı kişi olup
birleşirler; bazen ayrılır, kılık değiştirirler. mekanlar sonsuz bir ritimde
çoğalır, iç içe geçer; bu geçişlerde büyük bir zenginlik vardır. olguları
anlatırken kullanılan keskin dil yumuşayabilir, hayal gücü ortaya çıkar, bilinçaltı
görünür olur. o zaman akıldışını belki de kutsamak gerekir.
ferit edgü’nün ‘kaçkınlar’ adlı romanında da (bu
kitap genç yaşlarda- edgü henüz 20 yaşındayken- yazılmış bir ilk romandır)
zaman ilerler ama araya girilen anlatılarla mekanlar değişir. kitapta 4 bölüm
vardır: 1.kaçkın, 2.kaçkın, 3.kaçkın, 4.kaçkın. 1.kaçkın değişik mekanlarda
devinmektedir: önce bir hücrededir, bir ara onunla beraber bir oyuncakçı dükkanına
giriveririz, sonra soğuk duvarların dibinde, polis sorgularının kasvetinde
dehşetle irkiliriz. ne zaman nerede olacağımız hiçbir zaman belli değildir; biz
yazarın düşlerine bir roman süresi için davet edilmişizdir. yazarların zaman
algılarındaki farklılıklar, onların
yaratım farklılıklarını anlamaya yarayan
bir terazi olabilir mi? tek belirleyen değil elbet; ama tek başına
incelenmeye değer. normalde, roman olayları değişik zamanlarda gerçekleşir ve
bir kitap kurgusunda art arda dizilir. zamanlarda kaymalar yapmak ve bu düzeni
bozmaya kalkmak; yani geçişleri okuyucuya belli etmeden bir zamandan diğerine
akmak çok yaratıcı bir kalemin habercisi olabilir. edgü’nün bu kitabında,
zamanlar arası kaymalar çok esnek ve kendiliğindendir, bu geçişler çoğu kez
yazarın iç sesinin konuşturulması suretiyle yaratılır; adeta birer
surettir. örneğin 1.kaçkın olan anlatıcı
cetvelle dayak yer, gözlerini açınca yine aynı odadadır. gözler açılıp kapanana
dek geçen sürede anlatıcı karakterin iç sesi konuşur:
“…yalnızım
o kadar yalnızım ki… camları kıracak kadar… onu
gördüm… Gün… Onun saçları kuş
tüyleri eski sarı… Ben… her şey…
balıklar… elimde kaldı ve bir damla olsun
kanı… Üstüme çullanmayın… zaten
ben… Uzun acıtıcı kork-kork… Sarı…
Gün… O da
kırıldı… eskisi… acı n’olur…”
anlatıcı karakter cam kırdığı için hücreye
atılmış ve cetvelle defalarca kafasına vurulmuştur; sürekli şiddet görmektedir.
daha sonra kendi evinde, odasındadır. orada bir fareyle savaşır, kah bir
peynirin üzerine sürdüğü zehirle, kah ‘hani
yemi dişleyince yayı çekilen, öldürücü çelik dişleri farenin gırtlağına
saplanan kapanlardan biri’ ile. odada yaşananlardan sonra, bir evin en üst
katında rastlarız ona, bu sefer fare yoktur, bir kadın vardır yanında.
kitap boyunca, bölümler arasında, yaşanmışlığı
kesin olan olaylar vardır; oysa bunlar okuyucuya aktarılmaz. fakat aktarılmayanların
eksikliği de kesinlikle fark edilmez. burada önemli olan anlatıcının algılamaları.
onun algılamasında oda da var (aynı zamanda bölüm adı olarak), dışarısı da var,
mahpushane de var. bununla yetinmeyi biliyoruz. bu tıpkı hastalığını anlatan
birini dinlemek gibi ( biz de yazarın yalnızlığını dinliyoruz), daha fazlasını
soramamak gibi…
anlatıcı yaşadıkları arasındaki zamanı çok
uzun bulur: “Burada, şunun ayrımına
varmıştım: İki eylem arasındaki zaman çok uzundu. Kendime geldiğimden o ana
değin birkaç yıl, belki yüzyıl yaşamış gibiydim.”
aslında bize de yıllar geçmiş gibi gelir,
yalnızlığın ağırlığını taşıyan ve bizi bir yalnızlıktan diğerine taşıyan
bölümler kendinden çıkıp yine kendine varan bir daire gibidir. bölümler ve
olaylar arası boşluklar, karakterin yaşadığı yalnızlığı bize keskin bir şekilde
hissettirir.
2. kaçkın bir kendi evindedir, bir aysel’dedir.
aslında roman boyunca mekanlarla beraber kişilerde de kayma olur. ‘2. kaçkın’da anne aysel’e, aysel anneye;
fazıl bey babaya, baba fazıl bey’e dönüşür. burada yazının başında belirtilen türden
bir zenginlik vardır. annenin sevişilen kadın aysel’e dönüşmesi, karakterin
cinsel sorunlarını fark etmemizi sağlayan bir metafor niteliğindedir. anneyle
sevişen fazıl bey’in babaya dönüşmesi ise düş yerine kabus gören karakterin,
yani 2. kaçkının parçalanmış ailesinin ve yalnızlığının bir sembolüdür. yüzler
birbirine karışır, algılamalar karışır ve ortaya sayıklamalı bir bütün çıkar.
2. kaçkın yalnızdır; belki de diğer tüm kaçkınlar gibi… zaman, mekan ve kişi
kaymaları, bu noktalardaki geçişlilik; yalnızlığı ve diğer dibe çeken duyguları
anlatan ve yer yer anlatımı pekiştiren, derinlik yaratan bir atmosfer
oluşturur. roman bu platform üzerinde akıp gider.
‘3. kaçkın’ adlı bölüm de alabildiğine
zengindir karakterler açısından. ihtiyar, kız kardeş, ölmüş bir baba ve
kaçkının arkasından bağıran bir anne vardır. kaçkın, anlatısının sonunda
kendisini mezar kazan adamlardan birinin yanında bulur. bu adam ‘ahmet bey’den
söz etmektedir, ki bu bey kaçkının, ölümünü ölesiye arzuladığı ve sonunda ölmüş
olan babasıdır. mekan ise evdir, yüksel’in evidir, mezarlıktır. mekanlar arası
geçişler alabildiğine dokunaklıdır yine. okuyucuyu tatmin etmek ve onun
merakını gidermek için tek tek açıklanan cümleler yerine bambaşka bir üslup
çıkar karşımıza. bizi düşlere, aslında daha çok kabuslara davet eden bir üslup.
4. kaçkın bir otobüste nefret dolu bakışlarla
etrafını süzer; tıpkı thomas bernhard’ın avusturya’ya baktığı gibi: şiddetle,
kinle, kusarak…kaçkın bir ara, hastanede çıkar karşımıza. intihar girişimi
sonrası gereken tedavi için. ama kaçış çoktan başlamıştır ve sürekli sorgulanan
ölümden de kaçıl(a)mayacaktır.
ne de olsa, kurguladığımız ve kelimelerle dillendirdiğimiz
birçok şey aslında gerçeğin hemen yakınındadır çoğu zaman… kelimeler açığı
kapatır, ölümü bile çağıracak güçtedir; o zaman sayıklamaktan vazgeçmemeyi
düşünebiliriz.
not: bu
yazı, birçok yazarda gördüğümüz ve benim adına sadece sayıklama demek istediğim
bir olguya yani geçişler üzerine düşünmek, bunlar hakkında bir söz söylemek
için yazılmıştır; bunun için kaçkınlar
adlı yapıt kurban olarak seçilmiştir.
(1)ferit
edgü, kaçkınlar, ada yayınları,1987, sayfa 11’deki alıntıdan alınmıştır.
(2)slyvia
plath, sırça fanus, can yayınları, 1989.