Varlığının tüm ağırlığını
ve
bilincini yüklenmiş olarak, Mıhçı
Sokak’ın karşısında dikilmiş, nedensiz bir
tedirginlikle duruyordu şimdi. Dünyanın sesleri, yetişmeleri,
hesaplamaları,
hırslanmaları, ayrımları, süreçleri, iş tanımları,
işbirlikleri, yeryüzünün
körü körüne kabullendiği
tüm bu hoyratlık; yani kendisini buraya kadar
taşıyan, ulaştıran ve şu an arkasında kalan her şey, herkes daha da
hızlı bir
şekilde deviniyor, vızıldıyor, bazıları sokağın girişine -onun
bulunduğu- yere kadar
gelmeye cesaret ediyor ancak sırtına teğet geçip kendi
mecralarına doğru geri
kaçışıyorlardı. Artık, belirgin bir karşıtlığın varlığından
hiç şüphelenmeden,
bir yerlere ait ya da dahil olmaktan çok daha sarsıcı, daha
yoksun bir araf
duygusunun içinde, bekliyordu.
Sonra birden yağmur
başladı. Arkasındaki dünyanın koşuşması daha da hızlandı,
herkes bir yerlere
sığınmaya çalışıyordu. Bu kaçışma eyleminden
taşan biri, elindeki şemsiyesiyle
birlikte Mıhçı Sokak’ın girişine, onun yanına
kadar geldi. Bir süre sokağı
süzdü ama sonra vazgeçip geri
döndü; daha güvenilir bir yerlere
yöneldi. Çok
geçmeden, yağmur son hızına ulaştığında, arkasında kalan o
övünç dolu dünya
terk edilmişçesine ıssızlaştı.
Böylece, geceye
dönmek
üzere olan bir akşam vakti, koyu ıssızlıkları arkasında
bırakarak Mıhçı Sokak’a ilk adımını attı. Uzun
süre bir şeyler yapmadan durmanın, beklemiş olmanın
verdiği yorgunluğu üzerinde hissediyordu. Bir apartmanın
girişine doğru
yürüdü, dış kapıdaki ufak boşluğa sığındı.
Çantasına sarılıp yağmurun müziğiyle
birlikte uykuya daldığında, Mıhçı Sokak sakinleri
perdelerin arkasından
yavaş yavaş geri çekildiler. Sonra yağmur birden bire durdu.
Müziğin
kesildiğini hissedip uyanır gibi oldu ama uyku yanından ayırmayacaktı
onu.
Çünkü buna ihtiyacı vardı.
Uyandığında karşısına dikilmiş,
kendisini izleyen küçük bir topluluk
gördü. Aralarında çocuklar da vardı. Sabah
olmuştu. Toparlandı, kucağındaki çantasını bir kenara
bıraktı, ayağa kalktı.
Orta yaşlı bir erkek topluluktan ayrılıp yanına geldi. Diğerleri
dağıldılar,
apartmanlarına geri döndüler.
Orta yaşlı erkek:
“Bana Mıhçı derler, taşı yüzüğe
mıhlarım.” dedi. Cebinden bir simit
çıkardı ve uzattı. Elleri yıpranmıştı ama
biçimsiz değildi. Yüzü korkutucuydu
ama çirkin değildi.
Mıhçının uzattığı
simidi ses
çıkarmadan aldı, bir parça koparıp yemeye
başladı. Mıhçı, konuşmasına devam
ediyordu:
“Yollarda
yürüdün, önündeki
dikenleri aştın ve bir sürüyü arkanda
bırakıp buraya kadar geldin.” dedi.
“Burada, bu sokakta, göz gözü
görür. Ama, gene de, yalnızsın. Bunu
bilesin…”
diye ekledi, yeni gelenin yanından çarçabuk
ayrıldı. Kaçıyor gibiydi ama acelesi yoktu.
Mıhçı’nın
söylediğinin yükünü
sırtlanması gerekiyordu. Ancak, her yerde baştan söylenen,
peşin peşin
vurgulanan, üzerinde anlaşılan bu mesafeyi, suskuyu belki de
tavrı sokağa
girdiği andan itibaren umursamaz olmuştu. Kaldırımın kenarına oturdu ve
mıhçının verdiği simidi yavaş yavaş bitirdi. Bir
süre etrafına bakındı;
perdeleri, apartmanları, kapıları süzdü. Sonra
çantasından defterini ve
kalemini çıkardı. Defterdeki yazılı sayfaları tuttu,
birkaç saniye
durakladıktan sonra kopardı, kaldırımın kenarına bıraktı. Bir
süre önündeki boş
ve uysal sayfaya baktı, ne yazacağını
düşündü. Ardından silkelendi:
“Bu,
ilk gün... Yazıyı sayfaya
mıhlamaya başladım.” diye yazdı.
Mıhçı Sokak sakinleri,
bir kez
daha, perdelerin arkasından yavaş yavaş geri çekildiler.
Mevsimsiz
Yayınları | Selanik Cd.
28/18 Kızılay/Ankara
- Telefon: 312-4178877
İkia Dağıtım |
Gülbahar Mh. Gayret Sk. No: 21/1-2 Mecidiyeköy /
İstanbul -
Telefon: 212-2724556