-
Yüreğimi gün
kadar berrak sabah
güneşine karşı serdiğimde kurumasını
düşlemiştim…
Islak bir çamaşırı
bile üzerinde taşıyamazdı
insan. Öylece bırakıp çıktım yola güneşin
hareketlerini izlemek bana güven
veriyordu zaman konusunda. Gün batımından önce
dönersem nemi kurumuş yüreğimi
tekrar kabul edecektim bütün duygularım adına.
Yola arslanlar gibi
çıktım.
Attığım her adım yerküreye indirdiğim bir demirci balyozunu
andırıyordu.Yüreksiz kalan düşüncelerim
artık çok daha kuvvetliydi.
Kan-ter içinde yarı
yürüme yarı
koşma arası kopan bir imdat çığlığına atılan bir adamın hali
vardı üzerimde.
Başımı bir sağa bir sola hızlı hızlı çevirirken tozlu
topraklı yolu, sabah
güneşine çıkmış yarı çıplak
çocukları, tarlasına yeni varmış eli şakağında
günlük planlarını yapan köylüleri,
hayatın anlamını çalışma kavramına yenik
düşürmüş gözleri buğulu
gençleri, yatak toplayan genç kızları, damlarda
salça
karıştıran elleri poyrazlı kadınları, kahvehane önüne
attıkları ahşap
taburelerine kurulmuş demli çaylarından ilk yudumlarını
henüz almış aksakallı
ihtiyarları fark etmiş ama hiçbirine selam dahi vermeyecek
kadar kalpsiz
olduğumu anımsayarak ıskalamıştım…
Bu yolculuk yüreğim
sabah
güneşinde kuruyana dek yüreksiz beni
küllerimden doğuracak yaşadığım hayata ve
insan ilişkilerime bakışımda yeni bir göz ve belki de
fikirlerimde yeni bir
ufuk açacaktı. Temizliği tartışılır bir yürek
taşımaktansa hiç gerek yok
diyordum. Acımak, umut etmek, sevmek bana göre değildi.
Yüreğim neden
ıslanmıştı?
Ve incinen kırlangıç
nasıl beddua
ederdi?
Kırlangıçlar neden
başları siyah
ve karınları beyaz kuşlardı?
Bu sorular neden aklıma
takılırdı?
Adımlarım hızlanmış, telaşım
artmıştı. Kendimle o kadar iç içeydim ki; beni
bir kuş sürüsünün takip
ettiğinin farkına varamamıştım bile. Önceleri
gülümsediysem de bir kuş
sürüsünün hem de bir
kırlangıç sürüsünün nasıl olup da izlediği
düşüncesi sonradan sonraya büyük
bir çelişkiye
düşürdü beni. Hem neden izlesinler ki?
sorusu aklımda bir cevaba bağlanamadı…
Bir an içimden
geçen korkunun
düşüncelerimde var olduğu hissine kapıldım
çünkü ne koşmaktan yorulacak ne de
korkudan fırlayacak bir kalp taşıyordum, onu sabah güneşine
karşı bırakmış ve
kuruyuncaya değin bir yolculuğa çıkmıştım. Bir ayrıntıyı
daha fark etmem uzun
sürmedi. Bu kırlangıç
sürüsü bir lider komutasında hareket
ediyordu. Sürüyü
oluşturan kuşlar lider kırlangıcın işaretlerine anlamlı bir davranışla
karşılık
veriyordu.
Korkmayacağıma göre
meydan
okumalıydım dedim kendi kendime. Hiç durmadan koşmuş,
güneşin alın hizama ulaştığı vakte yakın, bakınca
görkem bu olsa gerek dedirten
bir sedir ağacının altına atmıştım kendimi.
Upuzun serilecek, ellerimi ve
ayaklarımı dik açılarla dinlendirecektim. Gözlerimi
gökyüzüne diktiğimde sedir
ağacının dallarının perdelediği masmavi gök nazlı bir hayal
gibi süzülüyordu.
Ama uzun sürmedi hayal perdemin kapanması,
kırlangıç sürüsünün
ağacın
dallarında birikmesi şimdi gözlerimin içine
içine bakıyorlar her biri bir ok
fırlatırcasına sert ifadeler veriyorlardı… iyiden iyiye
gerilmiş hırs küpü
olmuştum.bu duygularıma hırçınlık ve öfke
hislerimde eşlik ediyordu artık…
Gözlerimi kapadım, tüm hissetme
yetimi kulaklarımda yoğunlaştırdım.görmek değil duymak
istiyordum benden
istediklerini…
Yanı başım da biten kuş
kırlangıç
sürüsünün lideriydi.Ürkek
bakışlarımı anlamış,içimde duyamadığım korkumu
hissetmişti.adeta ben öfkeleniyor, irkiliyor, hınçla
doluyordum.o ise bu
duygularımı yaşıyordu.her şeyi göze almıştım.sudan yeni
çıkmış balığın
refleksiyle doğruldum.tüm bu olanların anlamı nedir? diye
haykıracak oldum ki
aklımın yerinde olup olmadığı endişesine kapıldım.delilik bu olmalı
diye bir
düşünce geçti nöronlarımdan bir
kuşla konuşuyordum çünkü…
Kırlangıç bana
dönerek neden bizi
takip ediyorsun diye bir soru sorunca anladım.Çıldırmış
olmalıydım.ben mi? diye
kekeledim.o an geldiğim yerin neresi olduğu konusunda da
şüpheye
düşmüştüm…yolumu da yitirmiş
kaybolmuştum.başım kendi ekseni etrafında fır
dönüyordu…
Sekiz yaşlarındaydım.Babaannem
her zaman anlattığı masalların birinde: kuşlar
günahsızdır, hele de
kırlangıçlar… ne yaparsanız yapın sakın bir
kırlangıcı incitmeyin,kuş günahı
başka kırlangıç günahı başka dır demişti.o an
zihnimde bu anı çınladı,derin bir
düşünceye daldım nerede yanlış yapmıştım? hem de bir
kırlangıca?
Lider sorularına devam
ediyordu……
Neden ve kimden
kaçıyorsun?
Amacın nedir?
İnsan neden kaçar?
Kaçmak bir kurtuluş
mudur?
Avazım çıktığı kadar
bağırmak,
dağı taşı inletmek, dosta düşmana rest çekmek,
acılara meydan okumak,korkularla
yüzleşmek, kırlangıçları incitmek
istiyordum…
Yüreğimden dedim.
yüreğimden
sırtıma binen duygu, düşünce ve kaygı
yüklerinden kurtulmak için
kaçıyorum…benim sizinle bir sorunum yok.bırakın
beni. günbatımın dan önce
dönmem gerek sabah güneşine karşı serdiğim
yüreğimi yeniden kuşanmak için…
Lider de
düşünceli bir hal
almıştı söze bizim seni izlemek veya herhangi bir
öç duygusuyla hareket etmek
gibi istediğimiz yok diye başladı.
-Kırlangıca zulmeden kendine
zulm
eder.sen kendinden kaçtığını sanıyorsun oysa her kendinden
kaçan bilmeden yine
kendine doğru kaçıyordur.sen de kendinden
kaçtıkça kendine yaklaşacaksın… hemen
geri dönmeli yüreğini kurumadan kabul etmelisin
Gözlerinden
yaşı fütursuzca akıtanlara inat yüreğini bu suyla
yıkamalısın çünkü kırlangıçlar
pak varlıklar dır .onun içindir ki ahlarına dağ
dayanmaz… lider kırlangıç büyük
bir hışımla havalandı.sedir ağacı da anında
boşaldı.sürü yükseklerden
uçuyordu şimdi.
Yitik yolumun, ıslak
yüreğimin,
karmaşık düşüncelerimin, eceli çağrıştıran
kaygılarımın,eritici
acınmalarımın, yok edici sevdalarımın tek çaresi vardı
artık…bu sürüyü izlemek
ve asla peşlerini bırakmamak af
diyordum ancak beni bir af kurtarır .çünkü
af ancak zulmedilenden
dilenebilirdi…
Günbatımından
önce dönmeli sabah
güneşine karşı serdiğim, yüreğime tam kurumadan
ulaşmalıydım.
Yüreğimin
üzerimde taşıdığım bir
çamaşır olmadığını daha nasıl anlayabilirdim ki?
|